Mitolojide Sisüfos'un (Sisyphos) maruz kaldığı sonsuz işkence durumu bugünlere ibret verecek biçimde anlatılır. Sisüfos ölümünden sonra, ölüler dünyasında, Zeus'u aldattığı için Tanrılar tarafından büyük bir cezaya çarptırılır.
Sisüfos büyük bir kayayı bir tepeye elleriyle çıkartır, sonra kaya görünmez bir güçle aşağıya iner. Sisüfos kayayı tekrar yukarı çıkartır; kaya tekrar aşağı itilir. Bu sonsuza kadar süren bir kısırdöngü, bitmez tükenmez bir işkencedir. Albert Camus ünlü denemesi ‘Sisyphos(Sisüfos) Söyleni'nde' şöyle der: "Sisyphos'un uyumsuz kahraman olduğu önceden anlaşılmıştır. Tutkularıyla olduğu kadar, sıkıntısıyla da uyumsuzdur"6 Şubat 2006 tarihinde Trabzon'da İtalyan Katolik rahip Andrea Santoro, 16 yaşında biri tarafından kurşunlanarak öldürüldü. 19 Ocak 2007 tarihinde Gazeteci Hrant Dink, İstanbul'un en işlek caddelerinden birinde arkasından vurularak katledildi. 18 Nisan 2007 tarihinde ise Malatya'da yaşları 18 ile 25 yaş arasında olan kişiler, Misyonerlik yaptıklarını iddia ettikleri bir yayınevini basarak Necati Aydın, Uğur Yüksel ve Alman uyruklu Tilman Geske'yi vahşice öldürdüler. Şüphesiz bu vahşetin -diğerleri gibi- Ülkemizin imajına zarar vermek amacıyla tasarlanan provoke bir eylem olduğu söylenebilir.
Ayrıca söz konusu eylem(ler)de bir örgüt bağlantısının şu ana kadar tespit edilememesi, menfur olay(lar)ın bireysel tehdit algılamaları sonucunda hedef tayin edilerek gerçekleştirildiğini göstermektedir. Bununla birlikte canice yapılan eylem(ler)in gerekçesi de insanı daha çok hayrete düşürmektedir! Bir insanı sözde Vatan için öldürme izahatının üzerinde düşünülmesi gerekmektedir. Bu kadar masum bir gerekçeyle ortaya çıkan vahşeti meşru hale getirmeye çalışma gayreti içler acısı bir durumu açığa çıkarmıştır. Vatan için yaşaması ve yaşatması gerekenler kendilerini cenk meydanında sanarak, tehlike olarak görüp tanımladıkları kişileri ortadan kaldırmakta herhangi bir sakınca görmemektedir. Kaldı ki gerekçedeki masumiyet, sonuçtaki vahşeti asla ortadan kaldırmaz.
Öte yandan Misyonerlik tehdidi her geçen gün etkisini artırmakta, toplumsal çözülmeyi hızlandırıp hedefine ulaşmaya çalışmaktadır. Milli ve manevi değerlerin sorgulanması, tahrip edilmesi misyonerler için uygun ortamı oluşturmaktadır. Kendisine güvenen ve inançlarından emin olan bir kişi için; misyonerlerle karşılaşma ve tanışma sıradan bir insanla karşılaşma gibidir. Ancak bireyin norm dünyasındaki çözülme, değerlerdeki çatışma misyonerlerin arayıp da bulamadığı bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Bu süreçte milli kimliğin tartışmaya açılmasıyla birlikte inançların sorgulanması sonucunda bireyler içinde bulunduğu zihinsel iklimi tanımlayamaz olmuş; ne için ve neden yaşadığı sorularına sağlıklı cevaplar üretemez duruma gelmişlerdir. Bugünkü sosyal ve ekonomik yapıda Misyonerlik hızla toplumda karşılık bulmakta, apartman altlarında oluşturulan kiliselerde inançların pazarlığı yapılmaktadır.
Toplumsal çözülmenin ve değerlerdeki aşınmasının etkisini gösterdiği bir zaman diliminden geçilmektedir. Böylesi bir durumda Camus'un da ifade ettiği gibi; tutkularıyla da uyumsuz olduğu kadar sıkıntısıyla da uyumsuz bireyler Türk milletinin geleceğini tehdit etmektedir. Bazı kişiler durumdan vazife çıkararak Vatan'ın selameti gerekçesinin izdüşümünde insan öldürmektedir! Kutsallar uğruna yapılan hunharca eylemler önce kutsalların sorgulanmasına yol açmaktadır. Benzer bir eylem meydana geldiğinde söz birliği etmişçesine suçlu olarak -tüm masumluğuna rağmen- milliyetçilik gösterilmeye çalışılmaktadır. Bugün geldiğimiz aşamada içte milliyetçilik, dışta Yüce Dinimiz tartışılmaya açılmıştır. İşte kutsalların sorgulanması böyle başlamaktadır.
Öte yandan Vatan'ın selametini gerekçe gösterenlerin sosyal ve psikolojik durumlarının; cinayet(ler)in planlanışından, icrasına kadar önemli bir etken olduğu gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Bugünkü zaman süreci içinde yalnızlaşan ve değersiz olduğunu hisseden birey, kendini gösterip kabul ettirebilecek sanal bir dünyaya ulaşmak için olmadık yol ve yöntemlere her türlü ahlaki sınırın aşılması pahasına başvurmaktadır. Onur ve şerefin merkezinde bir yaşam planlaması yerine, kısa yoldan her yolu kullanarak şöhret olmak artık ortalama her bireyin hayali olmuştur. Süslü ve sahte dünyanın kokuşmuş ikonlarının görüntüde büyülü, özde çarpık yaşamlarının hayali bugün birçok bireyin düşlediği bir yaşam haline gelmiştir.
Şehirler köyden göç edenleri şehirli değerle buluşturacağına, şehirler köylüleşmektedir. Şehirlerde hızlı nüfus artışı sonucunda işsiz, eğitimsiz, yarına güvensiz, geleceğinden emin olmayan, endişeli insanların sayısı hızla artmaktadır. Yaş ve kişilik yapıları itibariyle toplumun en kırılgan kesimi olan genç nüfus bu olumsuz sürecin en önemli aktörleridir. Böylesi bir durumda bulunan bireyler özellikle medya aracılığıyla sunulan sanal ve sahte dünyaların içinde kaybolmakta ve farklı kişilik yapılarına bürünmektedir. Toplumsal, ekonomik statü ve gelir farklılıkların yaygın olduğu toplumlarda medya, hem sorunlardan kaçma, hem de ötekini takip etmek ve onun hayalini kurmak açısından son derece elverişli bir ortam sağlamaktadır. Milli ve manevi algılamaları yetersiz olan, kendine güveni ve yeterliliği sorunlu olan bireyler sanal dünyanın büyülü görüntüsünde kendisine yer bulmaya çalışmaktadır. Kimi zaman Polat Alemdar, kimi zaman güzel bir mankenle Laila'ya meşhur bir popçu ya da topçu olarak giden biri olarak kendini düşleyen bireyin içinde bulunduğu durum tam olarak bir anlam bunalımdır!
Düşünebiliyor musunuz? Bir tarafta Vatan için şehit olanlar, bir tarafta bir aya yakındır Hüsnü Şenlendirici denen klarnetçi ile popçu Deniz Seki'nin ilişkilerinin ne olacağının tartışılması! Bir yanda geleneksel değerlerimizin yüceliği bir tarafta Doğa Bekleriz isimli mankenin dans yarışmasındaki ahlaktan yoksun şovu ve boşandıktan sonra çocuk yapma isteğinin ortaya çıkmasına dair açıklamaları, bir tarafta yaşı seksene ulaşan Aysel Gürel denen ahlaki yozlaşmanın doruk noktasındaki kişinin ekranlarda bir gençle birlikte dramatik davranışları, bir taraftan eli yüzü nurlu, dili dualı büyüklerimiz! Bu kadar çelişkiler içeren toplumsal yapının bireylerinin değerlerden uzaklaşmaları halinde yaşamı anlamlandırmakta zorluk çekecekleri bir gerçektir. Bireyler günlük dertlerini kısa süreliğine, magazin programlarında izledikleri başkalarının yaşamındaki ilginçliklerle gidermeye çalışmaktadır. Ancak bu durum bir süre sonra bağımlılık yaratmakta, sanal dünyada benliğini kaybeden bireyi ortaya çıkarmaktadır.
Böylesi bir durumda anlam bunalımı yaşayan genç bireyler, kutsalların masumiyetini gerekçe olarak kullanarak bilinçaltı çelişkilerini bir cinayetle açığa çıkarmaktadır. Bu itibarla tehlike büyüktür! Diğer taraftan ailede başlayan eğitimde ebeveynler çocuklarının ne olduğu ile değil de ne olması gerektiği ile ilgilenince; erdemli ve iyi bir vatandaş olmak yerine şöhretli, zengin ve herkesin konuştuğu biri olmak yönünde bir mücadele başlamaktadır.
Toplumun kahir ekseriyeti mutsuz, yarınından umutsuzdur. Aile yapısında ve eğitim siteminde düşünme ve sorun çözme yeteneği öğretil(e)mediği için; hayatı anlamlandıramayan, içinde bulunduğu durumu tanımlayamayan bireyler ortaya çıkmıştır. Çocuklarını unvanlı ve zengin olarak düşleyen anne ve babalar; erdem ve mutluluk üzerine bir ruh eğitimini hayata geçirememektedir. Yaşadığı zaman diliminde anlam krizine konu olan birey, ezbere yaşadığı yaşamın dışında bir sorunla karşılaşınca bocalamaya başlamaktadır. Bu durum döviz kurunun istikrarı, Borsa'nın yükselişi ya da yabancı sermayeye ile çözülemez!
Farabi; mutluluğu duyusal hazların ötesinde bir olgu olarak tanımlar. Ona göre mutluluk bir his değil, bir haldir. Mutlu olmak, eşyanın hakikatine ulaşmakla mümkündür. Bu anlamda mutluluk mahsus (hislerle elde edilen bir şey) değil, makuldür (yani akıl ve tefekkür yoluyla elde edilir). Nitekim mahsus olan geçicidir, sınırlıdır. Dahası sınırlı olduğu için paylaşımı her zaman çatışmaya yol açma potansiyeline sahiptir. Oysa akli ve makul olan, paylaşıldıkça azalan bir şey değildir. Farabi; erdemli ve iyi yönetilen bir toplum, yine erdemli ve sorumluluk sahibi bireylerden oluşan bir toplumda mümkündür, derken de bireylerin içinde bulunduğu durumun ne kadar önemli olduğuna işaret etmiştir.
Bugün gelinen aşamada tehlikenin büyüklüğü ortadır. Kendisiyle ve çevresiyle uyumsuz bireylerin kutsalların arkasına sığınarak neleri yapabildiğini herkes görmüştür. Bu bağlamda mesele sadece işlenen cinayet ya da cinayetlerin şekli değildir. Sosyolojik ve ekonomik yapıdaki çelişki ve sorunlar her geçen gün yeni suç ve suçluların ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Tehdit büyüktür. Sanal ortamlarda kaybolan, değerlerinden kopan, anlam bunalımına girmiş bireylerden oluşan toplumsal yapının çözüm ve değer üretmesi söz konusu değildir! Bu itibarla ekonomik reformlardan önce sosyolojik reformlar hayata geçirilmelidir, vakit çok geçmeden...