Değerli okuyucularım, sizlerden hatırı sayılı bir zaman ayrı kaldım. Yazmanın disiplin ve kararlılık isteyen bir iş olduğunu biliyorum. Bundan ödün vermem söz konusu olmasa da Etik Haber'de sizlerle buluşmam biraz gecikti. Bu yüzden sizlerin affına sığınıyorum...

En son kaset istismarından medet umanlara bir hatırlatma yapmıştım! Ama aradan geçen aylar da öyle şeyler oldu ki... Hangi birisini yazacağımı şaşırdım...

Kanlı terörün cinayetlerini mi yazayım?

Türklüğe aynı hizaya girerek hakarete eden nankörlerden mi bahsedeyim?

Yeni anayasa sürecinde oynanan oyunları ve yapılan tezgâhları mı gündeme taşıyayım?

Bir tarafta ‘uyanış', diğer tarafta ‘bahar' olarak yutturulan Arap depremini mi yorumlayayım?

Yoksa Başbakan'ın ustalık dönemi diye takdim ettiği yıkım sürecinin son merhalesini mi değerlendireyim?

Karışık bir durum... Çelişkilerle bezenmiş ve ufku sisle örtülmüş bir Türkiye resmi...

Hiçbir olay dünden bugüne doğrusal bir halde gelmiyor.

Toplumsal olaylar düz bir çizgi üzerinde gelişmiyor. Mutlaka inişler, çıkışlar ve sapışlar oluyor...

Türk'ün kudretli olduğu asırları destanlardaki akislerinden rahatlıkla anlayabiliyoruz. Felaketleri üst üste yaşadığımız devirleri de menkıbe ve efsane halinde milli vicdanlarda yaşatarak bugünlere taşıyoruz.

İyiyi alıp, olumsuzu dışarıda bırakmak; ya da zafere sahip çıkıp da yenilgiyi görmezden gelmek bir topluluğu millet yapmıyor. Sevinç narası kadar ağıt sesi gök kubbeyi çınlatmazsa birlikte yaşama ülküsü kök salmıyor, salamıyor.

Belki de Türkiye'nin en büyük açmazı burada yatıyor.

Dünden bugüne intikal eden ne varsa; millet için önemli olan hangi değer bulunuyorsa linç ve tarumar ediliyor. Bunun sebebi de vatan toprakları üzerinde yaşayan insan varlığını her türlü operasyona ve spekülasyona açmaktır.

Dersim özrü bu minvalde yalnızca bir kilometre taşı. Arkasından neler neler gelecek...

Bizi bir arada tutan ve birleştiren tüm değerler zayıflatılıyor, güçten düşürülüyor. Oysaki Türk milleti için bunlar çok hayatidir ve ikamesi de asla söz konusu değildir. Bunlardan ilki birlik ruhudur, diğeri de töresidir...

Bir örnek vereyim...

Oğuz Han altı oğlu ile birlikte fütuhatın zirvesine ulaştıktan sonra ana yurduna döner. Bir "Uluğ Kurultay" toplar. Üç büyük oğlu Boz-Okları sağına, üç küçük oğlu Üç-Okları soluna oturtur ve der ki:

"Ey oğullarım! Çok savaştım; artık yaşlandım. Düşmanları ağlattım, dostları sevindirdim. Gök Tanrıya borcumu ödedim."

Ve hepsinden önemlisi de töreye ve birliğe bağlı kalınmasını vasiyet eder.

Türk devlet felsefesinin özü ve ruhu bunlara dayalıdır.

Bugünkü tehlikenin hedefi de işte bu tarihi ve muazzam ecdat mirasını yıkmak ve arkasından Türk milletini çökertmektir.

Ufku sisle örtülmüş bir Türkiye resmi derken kastım budur.

Velhasıl süreç bu kadar tehlikelidir...