Terörizmin Sosyolojisi ve Terörle Mücadelede Uygulanabilecek Yöntemler
class="MsoNormal" style="MARGIN: 0cm 0cm 0pt; LINE-HEIGHT: 150%; TEXT-ALIGN: justify"> Aslına bakılırsa bu haftaki yazımın muhteviyatını daha farklı bir konu için düşünüp planlamıştım. Ancak Ülkemizde tırmanan terör, her gün gelen şehit cenazeleri, yanan ocaklar, akan gözyaşlarını görüp yaşanan dramları yüreğimde hissettikten sonra bu konuya daha fazla ilgisiz kalamayacağımı anladım. Evet, terörizm;Ülkemizin ve insanlığın karşı karşıya kaldığı büyük sorun...Elbette yazacaklarım duygularımdan çok bağımsız olmayacaktır. Zira, aydın olma iddiası taşıyan herkes öncelikle tarafını belirlemelidir. Sözde aydın taifenin ne olduğu belirsiz tavırları, kimden yana nasıl bir taraf belirlediklerinin bulanık ve belirsiz olduğu bir dönemde, kendi tarafımı daha belirgin ifade etme mecburiyetim bulunmaktadır. Bu milletin değerleriyle kavgalı olanların topluma aydın olarak takdim edilmesini de inanın anlamak mümkün değildir! Aydın olmak için; İnsan Hakları Derneği gibi bir takım organizasyonlara üye olunması, toplanan maksatlı belgelere imza atılması ve milli-manevi değerlerle mesafenin bulunması sanki görünmez kural olarak sunulmaktadır. Öte yandan,demokrasi ve insan hakları eksenli ahkamlar kesilmekte, birileri tarafından terör örgütüne silah bırakılması tavsiye edilip, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde sivil arayışların hızlandırılması istenirken, birileri tarafından da askeri çözümlerin hafifletilmesi talep edilmektedir.
Ülkemizde her gün vatan evlatları, Vatan için toprağa düşerken hiçbir insan hakları havarisi de kalkıp tepki göstermemektedir(?)Yani dağdaki eşkıya ölürken insan hakkı oluyor da, bu vatan için şehit olan açısından insan hakkı söz konusu olmuyor! Olmaz böyle bir şey. Birileri ısrarla Türk Milletinin sabrını denemektedir. Ancak bu Millet; onların tahmin edemeyeceği kadar güçlü ve sabırlıdır. Zamanı geldiğinde de tepkisini mutlaka gösterecektir.
Latince kökenli olan ‘terör’ sözcüğü, büyük korku ya da korkudan titreme anlamına gelmektedir. Terörizm ise, toplumun direncini kırmak için “ortak korku yaratmak”, başka bir deyişle “dehşet salmak” amacına yönelik bir faaliyet olarak tanımlanabilir. Terörizm, zayıf olanın seçtiği bir tür “siyasal şiddet” yöntemidir. Terörist-zayıf olduğu için-kendisini gizler. Beklenmeyen bir anda vurup kaçmaya çalışır. Çünkü devletin gücü kendisinden kat ve kat üstündür. Adi şiddette amaç bir varlığa zarar vermek ya da onu yok etmektir. Oysa terörist için şiddet amaç değil bir araçtır. Örneğin, bir katil, bir insanın ölmesini istediği için öldürürken, terörist için önemli olan insan ya da insanlar değil, onları öldürdüğü zaman toplumda yaratacağı etkidir. Aslına bakılırsa terör eylemlerinde, psikolojik sonuçlar fiziksel hedeflerden çok daha önemlidir. Zira, terörizm hesaplı bir şiddettir. Amacı çok insan öldürmekten daha çok kitlelerin eylemlerden etkilenmesini sağlamaktır.
Terörizm, tarih boyunca toplumları ve devletleri tehdit etmiş, zaman içinde farklı amaçlar taşıyarak farklı araçlar kullanmıştır. Örneğin, MÖ.73-66 yılları arasında yaşamış “Sicariiler”, Romalılara karşı terör yöntemlerini kullanmışlardır. Sicariiler, hedeflerini kalabalık yerlerde öldürdükten sonra, kalabalığa karışıp kayboluyorlardı. Manastırları ve Kudüs’ün su kanallarını yıkıp, buğday ambarlarını yakmışlardı. Diğer taraftan terörizmin çağdaş anlamıyla kendisini gösterdiği ilk oluşum Hasan SABBAH tarafından kurulan ‘Batıni Tarikatı’ olmuştur. Hasan SABBAH, korkunun düşünce ve mantık süreçlerini bozarak insanları sürüleştireceğini anlamıştı. Hasan SABBAH, örgütünün üyelerini dokuz aşamalı bir deneyim ve eğitim süzgecinden geçirerek seçiyordu. Katı disiplin içinde, verilen emre uyarak düşünmeden ölüme atılmak temel ilkeydi. Hasan SABBAH, disipline uymadı diye kendi oğlunu bile acımasızca öldürmüştü. Bununla birlikte amaçlarına ulaşmak için haçlılara bile yardım etmişti.
Diğer taraftan, 1990’ların başından itibaren “küreselleşme” olarak adlandırılan olgunun etkileri yoğun bir şekilde hissedilmeye başlanmıştır. Teknoloji alanında, özellikle iletişim ve bilgi teknolojilerinde, önemli ilerlemeler kaydedilmiş; sermaye, işgücü, fikirler, deneyim ve bilgi sınırlar ötesine daha kolay ve hızlı bir şekilde hareket etme kabiliyeti kazanmıştır. Küreselleşmenin bu imkanlarından terörist örgütler de, kendi amaçları doğrultusunda yararlanmasını bilmişlerdir. Bununla birlikte küreselleşmenin doğurduğu eşitsizlikler ve yoksulluğun artması gibi olgular, terörist örgütlerin Soğuk Savaş döneminde kominizm gibi ideolojilerden aldıkları desteğin yerine geçen yeni paradigmalar olmuştur. Tüm bunların sonucunda, terörizm yalnızca bazı ülkeleri tehdit eden bir olgu olmaktan çıkmış, dünyayı tehdit eden bir yapıya kavuşmuştur.
Liberalleşme olarak küreselleşme, sınır-ötesi terörizmin hem kaynağı, hem de daha etkin eylemlerin gerçekleştirilmesine meydan veren bir etken olarak ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda küreselleşme, bir yandan gelir dağılımındaki adaletsizliğe ve zengin ile fakir arasındaki uçurumun açılmasına sebep olarak hayal kırıklığı ve öfke yaratmak suretiyle teröre motivasyon sağlamakta; diğer yandan ise teknoloji alanındaki gelişmeler ve bunların yaygınlaşması sonucunda sınır-ötesi teröristlerin eylemlerini gerçekleştirmelerini kolaylaştırmaktadır. Bu açıdan terörizmle mücadele de öncelikle küreselleşmenin olumsuzluklarını gidermek gerekecektir.
Öte yandan, terörizme karşı verilen mücadelede öncelikle göz önüne alınması gereken üç nokta bulunmaktadır:
1. Tek başına silahlı mücadele hemen hiçbir zaman terörü sona erdirmeyeceği gibi, terörün silahsız çözümü de yoktur. Zira hiçbir ödünde teröristi tatmin etmeyecektir.
2. Gerçek dünya ile teröristin dünyası arasında büyük farklılık bulunmaktadır. Teröristin inançları ile gerçek olaylar ve olgular arasındaki çelişkiler somutlaştıkça teröristin direnci azalacaktır.
3. Terör gurubunun tümden inançlarını değiştirmek zordur. Bunu yerine tek tek teröristler üzerinde etkili olunacak yöntemler geliştirilmelidir.(A.Taner Kışlalı, “Siyasal Çatışma ve Uzlaşma”, s.44)
Terörist gurubun taleplerini kabul etmek, tehdide boyun eğmek anlamına gelecektir. Bu durum yeni terör eylemlerini özendirmekten başka bir sonuç ortaya çıkarmayacaktır. Dolayısıyla, silah ve şiddet karşısında toplumun boyun eğdiğini göstermek terörle mücadelede yeni sorunların çıkmasına sebep olacaktır. Ancak, bu yaklaşım terörü yaratan ortamın değişmesi için gerekli demokratik atılımın ortaya çıkmasını da engellememelidir. Diğer taraftan, resmi ya da özel kitle iletişim araçlarının, şiddet eylemlerini teröristlerin bir etkinliği ya da toplum açısından bir panik havasında sunulmasından kaçınılmalıdır. Terörü en çok özendirecek anlatım biçimi ise, terörizmin bir savaş olarak nitelendirilmesidir. Böyle bir nitelendirme, teröristin kendisine ve inancına olan saygısını artıracaktır. Kaldı ki bir terörist grup asla bir savaşın tarafı olamaz. Devletin, teröre karşı mücadelesini iki tarafın savaşı olarak ifade edenler terörün amacına hizmet etmekten öteye geçemeyeceklerdir. -Özellikle Ülkemizin doğusunda cereyan eden terörizmle mücadeleyi birileri savaş olarak takdim etmeye çalışmaktadır.-
Teröristin direncini kıran iki temel faktör bulunmaktadır. Bunlar; temel inancına yönelik kuşkular duymaya başlaması ve silahlı mücadelenin başarısızlığa mahkum olduğu bilincine varması... Bu bakımdan terörist bir saldırının karşısında sivil çözümler aramayı tavsiye edenler aslında terörizmin amacının gerçekleşmesine bilerek ya da bilmeyerek hizmet edeceklerdir. Hiçbir zaman devlet terör gurubuyla masaya oturmaz. Bu bakımdan, terörle mücadelede etkinliğin ilk yolu silahla terörü ortadan kaldırmak, sonrada terörün ortaya çıkış nedenlerinin sosyolojik ve ekonomik nedenlerinin araştırmasını yapmak olmalıdır.
Ülkemizde terör her geçen tırmanmakta, masum onca insanın hayatına mal olmaktadır. Bir senedir yaklaşık 150’ye yakın şehit vermiş bulunmaktayız. 15 Haziran 2005 tarihinde bir gurup sözde aydın, PKK terör örgütünün silah bırakmasını-önkoşulsuz-istemiş, Hükümetten de kalıcı barışın sağlanması ve herkesin demokratik toplumsal hayata katılabilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi(?) istenilmiştir.
Demokrasinin kurallarıyla işlediği ülkemizde herkesin demokratik toplum hayatına katılması haktır. Zira, herkes de bu hakkını doğrudan doğruya kullanmaktadır. Hal böyleyken, demokratik toplum hayatına katılma talebi acaba kimler için istenilmektedir? Yapılacak yasal düzenlemelerin sınırı ne olacaktır? Son tahlilde aydın gurubunun kast ettiği nedir? Ayrıca, bu vatan için mücadele edenlerin psikolojik, sosyolojik ve ekonomik şartları üzerine düşünmeden, dağdakini topluma kazandırma projelerinin ne kadar gerekli olduğunu da birilerinin izah etmesi gerekmez mi? Bu Vatan için canını ortaya koyanlar; demokrasi havarilerinin Beyoğlu’nda, Laila’da daha iyi gezmesi ve eğlenmesi, şurda burda memleket meseleleri üzerine ahkam kesmeleri için mücadele vermiyor. Diğer taraftan sözde aydın gurubu barıştan bahsetmektedir. Barış kavramının ortaya çıkması için bir coğrafyada, bir bölgede karşılıklı savaşın olması gereklidir. Oysa Ülkemizin Doğusunda savaş mı var ki barış olsun? Terörist saldırıları savaş olarak takdim etmeye çalışmanın iyi niyetli hiçbir tarafı bulunmamaktadır. Bu ifadeler böylesi nazik ve hassas bir dönemde, Türk Milletini derinden etkilemektedir. Aydın-düşünür- olma sorumluluğu taşıyanlar yıllardır kanla beslenen terör örgütünden öncelikle zihinsel, fikirsel hesabı sormalı, vicdanlarında bu vampirleri yargılayıp asmalıdırlar.
Ayrıca, teröre karşı alternatif toplumsal tepkiyi oluşturmak gereklidir. İspanya’da metroda patlayan bomba sonrasında milyonlarca insan bir araya gelerek terörü lanetlemiş ve terörizmin amacına ulaşamayacağını haykırmıştır. Bizde böylesi bir tepkiyi neden vermeyelim?
Terörizmle mücadelede tüm kesimler-inanışı ne olursa olsun- bir arada olmalıdır. Geleceğimizi karartma peşinde olanlara asla taviz verilmemeli, mücadele sonuna kadar sürdürülmelidir. Huzurlu bir Türkiye’de tüm sorunlar çözülecektir. Huzurlu ve mutlu yarınlarımıza kimse ipotek koyamamalıdır.