Kişilerin hayalleri olduğu gibi milletlerin de hayalleri, kişilerin hayal kırıklıkları olduğu gibi milletlerin de hayal kırıkları vardır.
Kişilerin hayal kırıklığının sonucu mutsuzluk, huzursuzluk; milletlerin hayal kırıklığının sonucu ise ortaya çıkardığı medeniyetin tarih sahnesinden çekilmesi, en azından iddialı bir konumdan pasif bir duruma gelmesidir. Bu çerçevede kadim milletlerde her zaman bir beka, var olma, süreklilik kaygısı bulunmuştur. Türk milleti de kadim milletler içinde bulunmakta, belki de en eski millet olma özelliğini taşımaktadır. Buna rağmen Türk milleti yüzyıllardır, varlığından rahatsızlık duyan birçok unsura rağmen var olmuş, bundan sonrada olmaya devam edecektir.Türk milleti tarihsel süreçteki şartların aleyhine işlediği buhranlı zamanlarda, tarih içindeki varlığını farklı bir devlet modeliyle devam ettirmiştir. Ama bu durum Türk milletinin büyüklüğünden hiçbir şey kaybettirmemiş, bilakis devlet tecrübesini arttırarak geleceğe umutla bakmasını sağlamıştır. Sonunda Türk milleti büyük bir heyecan, şevk ve mücadele azmiyle; şanlı bir kurtuluş mücadelesi vererek son Anayurdunda sonsuza kadar yaşayacak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurmuştur. Cumhuriyet'in hafızası ve sahip olduğu kültürel birikimi, geleceğe yönelik var olma ideal ve kararlılığı tarihten aldığı mirasla yakından ilgilidir. Cumhuriyetin tarihten aldığı en büyük mirası da "Kızıl Elma" bilincidir. Kızıl Elma; bir hedef, bir ideal, bir amaçtır. Türk milletinin büyüklüğü hedeflerinin büyüklüğünden ileri gelir. Aleme nizam vermek iddiası böylesi bir hedeftir. "Kızıl Elma" bilincinin zayıflaması ya da ortadan kalkması Türk milletinin iddialı tavrının ortadan kalkarak, gelişmelerin bir nesnesi konumuna getirecektir.
Bugün gelinen aşamada Cumhuriyet'e yönelik karanlık niyetlerin sonucunda; Türk milletine duyulan kin bir veba salgını gibi yayılmakta; zaman zaman aydınlık yarınlarımızı tehdit edebilmektedir! Var olan tehdit algılamaları neticesinde iddialı hedefler tayin edilememekte, kendini bilmez çapulcu güruhun tehditleri ile medeniyetimiz meşgul olmaktadır.
Türk devleti ve Türk milletine yönelik tarihsel husumet ve kinleri bağlamında hareket eden karanlık niyetliler hayallerimizi, ideallerimizi; binlerce yıldan beridir oluşmuş devlet ve millet geleneğini ortadan kaldırmakla hedeflerine giden yolda ilk etabı tamamlamak istemektedirler. Kerkük'e yapılan saldırıyı, Diyarbakır'a yapılmış olarak değerlendirilmesi böyle bir isteği yansıtmaktadır.
Türk milletinin hep bir "Kızıl Elması" olmuş, hep bu "Kızıl Elma"nın aşkıyla yanıp kavrulmuştur.
Fatih Sultan Mehmet dönemi ve öncesinde "Kızıl Elma"dan anlaşılan; İstanbul'du. Özellikle Ayasofya'nın önünde at üstündeki Justinianus heykelinin bir elinde bulunan kızıl küreyi ele geçirmek, İstanbul'a sahip olmak anlamını taşırdı. Türkler'in İstanbul'un fethine bu kadar önem vermelerinin sebebi, Hz. Peygamber'in; "İstanbul bir gün fetih olunacaktır, onu fetheden emir ne güzel emir, onu fetheden asker ne güzel asker" mealindeki hadisi olduğu gibi, yine aynı hadisin şerefine mazhar olmak için Osman Gazi'ye atfedilen "İstanbul'u aç, gülzar eyle" vasiyetidir.
İstanbul'un fethinden sonra Kızıl Elma Roma'ya St.Pierre'nin kubbesine intikal etmiştir. Romanın fethedilmesi sonucu dünya hakimiyetinin de yolları açılacaktı. Gedik Ahmet Paşa'nın Puglia, Kanuni Sultan Süleyman'ın Korfu, Barbaros Hayrettin Paşa'nın Reggio seferleri dünya hakimiyeti için bir adım niteliği taşımaktaydı.
Orta Asya'nın çetin şartlarında yoğrulan Türk mizacı "Kızıl Elma" idealiyle mukaddes bir mecra bulmuştur. Bu ideal Osmanlı İmparatorluğu'nun cihat ve gaza politikasında çok önemli bir itici güç olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman'ın Yeniçeri Ocağı'nı denetledikten sonra hep bir ağızdan "haydi Kızıl Elmaya" denildiği tarihin derinliklerinde çınlamaktadır. Hedefe bu kadar inanan bir hükümdar ve onun ordusu üç kıtada at koşturmuş, tarihi kendi hedefleri doğrultusunda belirlemişlerdir. "Benim atımın ulaştığı yerlere, başka hükümdarların hayalleri ulaşamaz" sözü Türk'ün kudretini ifade etmesi bakımından çok anlamlıdır. Bu ifade tarzını millet olarak gerçekten çok özledik. "Kızıl Elma" bitmeyen bir rüya, ulaşılamayan bir hayal; ulaştıkça uzaklaşan bir sevdadır! Bir milleti büyük yapan hayalleridir. Türk milletinin hayalleri de her zaman büyük olmuştur. Bugün ise hayallerimizin dahi ufalandığı bir dönemden geçtiğimiz doğrudur. Zira Kızıl Elma anlayışına en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde hayalsiz bir toplum olmaya doğru giden yol milli düşünen her kişiye acı vermektedir.
Yaşadığımız zamanda yaşanılan çelişkiler kendimize olan inancımızın sorgulanmasına da neden olmakta, geleceğe ümitle bakmamızı engellemektedir. Bugün "Buzda Dans" ya da "Pop Star" tipi dramatik yarışmalar en çok izlenen programlar olmakta, bu yarışmalardaki çarpıklar topluma inanılmaz reklam cinlikleriyle pazarlanmaktadır. Rayting uğruna yapılan hareketler, tartışmalar, konuşmalar milli yapımızdaki ahlak barometresinin dip yapmasına neden olmaktadır. Sahte dünyanın büyülü yaşamı cazibe merkezi olarak sunulmakta, ne yazık ki talep de görmektedir!
Bu yarışmaların "Kızıl Elmadan" anlayacakları da pazarda satılan elmadan başka ne olabilir ki! Türk milletinin en çok izlenenleri, Türk milletini değerlerine karşı sanki Haçlı Seferi düzenlemektedir. Böyle bir durumda Kerkük'le Diyarbakır'ın kaderini örtüştüren ihanet odaklı yaklaşımlara nasıl cevap üretileceği de merak uyandırmaktadır? Artık değer ve çözüm merkezli toplum yapısından; erotizm merkezli kimliksiz ve kişiliksiz bir toplumsal yapıya doğru yelken açılmıştır. Bu yapı Türk milletinin düşünme yeteneğini ve geleceğe yönelik var olma idealini tehdit etmektedir. Bu durumda "Kızıl Elmayı" neye ve kime göre tarif edeceğiz? Gecelik ilişkilerin kutsandığı, günübirlik yaşamların hakim olduğu bir ortamda "Kızıl Elmadan" bahsetmek birilerine komik gelebilir(?), ancak tarihin onları bütünüyle haksız çıkaracağına inancım da çok kuvvetlidir!
Bununla birlikte şu anda Türk milletinin geleceğine kast edilmeye çalışılmakta, varlığı tartışılmakta; "Kızıl Elma" denildiğine Amasya elması mı, o da ne ki? Diyenlerin sayısı artmaktadır. Derin bir psikolojik operasyona tabi tutulan Türk milleti, milli ve manevi bir çözülmeye tabi tutulmuştur.
Böyle bir ortamda; "Kerkük'e yapılacak bir saldırıyı Diyarbakır'a yapılmış olarak değerlendiririz" diyen bir densiz, ihanet korosunun kirli bir yüzü ortaya çıkmıştır. Nitekim benzer açıklamalar daha önce de olmuş, toplumsal refleks ölçülmüş; bunun sonucunda böylesi bir açıklama gelmiştir.
Aynı zamanda Kerkük ile Diyarbakır'ın kaderini bir arada değerlendiren Talabani'de; "siz Kerkük'e müdahale edersiniz, Kürtler de Diyarbakır'ı ister", "Türkler eğer Kerkük'ün kapılarını açarsa, Kürtler de bunu Diyarbakır'da yapar" ifadelerini daha önceki zamanlarda kullanabilme cesaretini gösterebilmişti! Misakı Milli sınırları içinde bir ilimiz birileri tarafından tehdit olarak Türk devletine karşı kullanılmaktadır! Hep uzaklardaki hedeflere odaklanan Türk milleti, yanı başında ki hain tertibi görmeli, "Kızıl Elmasını" yeniden tarif etmelidir. Kameraların karşısına geçip değerlerimizle alay edenlerin; Türk milletinin hayallerinde yeri yoktur. Ahlakımızı, değerlerimizi tehdit edenlerin Kızıl Elma idealinde yeri olamaz. Gün iyi ve sadık bir Türk vatandaşı olma günüdür. Bunun için sorumluluk sahibi kişiler iki defa daha dikkatli ve itinalı hareket etmelidirler.
Bu yüzyıldaki "Kızıl Elma"nın tarifi geleceğe heyecanla bakılmasına sebep olacaktır. Buna rağmen bir "Kızıl Elma" bunalımı yaşandığı doğrudur. Hep bir ağızdan haydi Kızıl Elmaya demenin vakti gelmiştir... Nitekim yarınlar geç olabilir!