Jacgues Derrida milliyetçiliği modern bir kavram olarak değerlendirmektedir. Ona göre; Ulus-devlet olarak bilenen şeyin aslında ulusçuluk-devlet olduğu da söylenebilir. Bu anlamda modern devleti oluşturan esas unsurun ulustan çok milliyetçilik olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
E.Gellner de milliyetçiliğin milleti meydana getirdiğini ifade ederek Derrida ile aynı noktada buluşmaktadır. Millet bilincinin olduğu yerde milliyetçiliğin olması tabiidir. Milliyetçilik de millet bilincinin ortaya çıkmasına sebep olur. Bu itibarla millet ve milliyetçilik birbirlerine karşılıklı etkileri olan modern kavramlardır.Milliyetçilik düşüncesi ve millet olma fikri bir bilinç işidir. Bu bilinç eğitim ve şehirleşmeyle yakından ilgilidir. Kabile halinde yaşayan topluluklarda milliyetçilik eğilimi yok, ama aidiyet duygusu vardır. Kabile anlayışına sahip topluluklarda öncelikle bireyin güvenliği esastır. Bir kabileye ait olmak, kabilenin ferdi için önemlidir. Ancak bireyin bireysel hedefleri, kabilenin müşterek hedefinden önceliklidir. Bireyin yaşaması, kabilenin yaşamasından önemlidir. Bu anlamda kabilecilikte içgüdüsel bir davranış söz konusudur. Bireyin aidiyeti sadakat ve sevgisinden dolayı değil, kişisel güvenliğini sağlama anlayışından dolayı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle kabilecilik pre-modern dönemi oluşumudur.
Milliyetçilik; bir millete ait olma fikrinin bireyde ortaya çıkardığı sistemli inanç bütünüdür. Milliyetçilik mensup olunan milletten duyulan gururun ideolojiye yansımış halidir. Bununla birlikte milliyetçilik; bireysel pragmatik endişelerin geri plana bırakılıp, ait olunan milletin menfaatini ön plana çıkarılmasını sağlar. Milliyetçilik bu anlamda katılımcı, kolektif, fedakar bir özellik ifade eder.
Son zamanlarda milliyetçilik ile kabilecilik arasında benzerlikler kurma çabalarının olduğu görülmektedir. Bir defa bu benzerlik kurma niyet ve çabası millet, milliyetçilik bilincinden rahatsızlık duyan özürlü zihinlerin hezeyanlarıdır. Kabilecilik anlayışı, millet olmanın önündeki ciddi bir engeldir. Kabilecilikle ilgili teorik yaklaşımların da arttığı bir süreçten geçilmektedir. Bu bağlamda John Naisbitt, ‘Global Paradoks' isimli eserinde kabileciliği şöyle tanımlamaktadır:
"...Kişinin ortak etnik kökeni, dili, kültürü, dini, hatta son zamanlarda mesleği paylaştığı gruba sadık kalmasıdır. Bu bağlılık git gide güçlenmekte ve yaygınlaşmaktadır. Zira bu hususlar kişinin gruba ait olmasını güçlendirmektedir..."
Bu ifadelere göre kabilecilik eğiliminin arttığını söylenebilir. Bu anlamda millet ve milliyetçilik yaklaşımlarına karşı düşmanca tutumun genetik kodundaki gerekçe, kabileciliğe olan özlemden başka bir şey değildir. Bu tanım kabileciliği sevimli gösterme çabası olarak düşünülebilir. Ancak kabile halinde ortaya çıkmış topluluklarda müşterek heyecan, müşterek hayal kırıklığından bahsetmek olanaksızdır. Bununla birlikte John Naisbitt'in kabile tanımında ileri sürdüğü unsurlardan önce; kabileciliği ortaya çıkaran husus; fertlerin güvenlik endişesidir.
Kabilecilik iptidai bir yaklaşımdır. Buna aşiretleşmeyi de ilave etmek gerekmektedir. Kabilecilik anlayışı Türklere yabancı ve uzak bir oluşumdur. Bu bağlamda Türkler kabilecilik anlayışını her zaman dışlamışlardır. Kabilecilik anlayışında çatışma ve kaos egemendir. Kabileler arasında bitmek bilmeyen çatışmalar, toplumsal gelişmenin önünde ki en önemli engeldir. Zira 200 milyondan fazla nüfusa sahip Arap toplumunda kabileci bir eğilim olduğundan dolayı iç kargaşalar ve çatışmalar hiç eksik olmamaktadır.
Türk milliyetçiliği ile kabileciliğin özdeşleştirilmeye çalışılması, Türk milletine yönelik tarihsel tahammülsüzlüğün ve hasmane tutumun bir dışa vurumudur. Bu durumun sonunda Türk milletinin millet dahi olmadığı tezinin tartışılmaya açılabileceğini unutmamak gerekmektedir. Bu sinsi oyunun özenli bir şekilde planlamasının yapıldığı, toplumsal denkleminin kurulduğu uzunca süredir malumdur. Türk milliyetçiliğinin kabilecilikle özdeşleştirilmeye çalışılmasının sonunda, doğal olarak Türk milleti tartışılmaya açılacaktır. Kimlik tartışmaları, devletin tartışmaya açılması, kabile reislerinin Türk devletine karşı konuşabilme cüretini göstermeleri bu anlamda tesadüfi değildir!
Nereye ve kime hizmet ettikleri belli olan kabile reisleri ve vahşi Batıda ki silahşörleri aratmayacak derecede yargısız infaz meraklısı kalemşörleri fırsat buldukça Türk milletinin tüm değerlerini aşağılamaktan geri durmamaktadır! Bu zevatın en önemli hedefi de Tük devletinin bölünmez bütünlüğü, egemenliği, dili, hülasa varlık nedenleridir. Bu itibarla Türk devletinin varlığına kast edenlerin Türk milliyetçiliğine saldırmaları normaldir. Ait oldukları kabilelerin hokkabazları olabilecek kişiler, büyük Türk devletinin milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak istemektedirler. Bu oyunda kartlar dağıtılmış, herkes tarafını belirlemiştir.
Türk milliyetçiliğinin toplumsal itibarının düşürülmeye ve sosyolojik kaynaklarının eritilmeye çalışıldığı tehlikeli bir zaman diliminden geçilmektedir. Türk milletinin doğal savunma refleksi olan Türk milliyetçiliği, etkisiz ve çaresiz bırakıldığı takdirde; hain emeller kolaylıkla vücut bulacaktır.
Son tahlilde kabilecilikle, milliyetçiliğin müşterek hiçbir tarafının bulunmadığını söylemek doğru olacaktır. Kabilecilik mantığıyla milliyetçiliği izah etmeye kalkışmak, atı arabanın arkasına bağlayıp, sonrada arabadan hareket beklenilmesi kadar komik ve saçma bir durumu ortaya çıkaracaktır! Bu itibarla milliyetçiliğin kendine özgü muhteviyatı ve teorik iç örgüsü içinde, kabileciliğe yer yoktur. Zorlama tanımların, maksatlı yakıştırmaların, suni kavram birlikteliklerin ortaya çıkardığı bulanık zihin fetişizminin çözebileceği toplumsal sorunlar bu zamana kadar olmamış, bundan sonrada olmayacaktır...