Bir Danimarka gazetesinde çıkan Hz. Muhammed’e ilişkin aşağılayıcı karikatürler bağlamında başlayan tepkiler uluslar arası bir sorun niteliğine bürünmüş bulunmaktadır. Buna rağmen Danimarka Başbakanı Rasmussen ifade özgürlüğünü gerekçe göstererek anılan karikatürlerin yayınlanmasından dolayı özür dilemekten ısrarla kaçınmaktadır. Bu ısrar medeniyetler arasında süregelen tangonun son versiyonunu ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte Batı medeniyeti kendi inanç değerleriyle ilgili konularda nedense ifade özgürlüğü paranoyasına hiç kapılmamaktadır. Örneğin: 1994 yılında Avusturya’da Hıristiyanlığın temel inanç örgüsüne zarar verdiği gerekçesiyle bir filmi Avusturya Hükümeti yasaklamıştır. Buna karşılık film yapımcıları AİHM’ne giderek, yasağın kalkması talebinde bulunmuşlardır. AİHM ise, “ifade özgürlüğünün aynı zamanda inananların duygularına saygıyı da gerektirdiğini” belirterek davayı ret etmiş ve anılan filmin yasaklanmasını haklı bulmuştur. 1996 yılında İngiltere’de, Rahibe Teresa ile Hz. İsa’yı uygunsuz şekilde gösteren bir video filmini İngiliz Hükümeti yasaklamıştır. AİHM bu kararı da haklı bulmuştur.
class="MsoNormal" style="MARGIN: 0cm 0cm 0pt; LINE-HEIGHT: 150%; TEXT-ALIGN: justify"> AİHM kararında, “ ifade özgürlüğünün bazı görev ve sorumlulukları da beraberinde getirdiğini belirterek; din ve inanç özgürlüğü söz konusu olduğunda başkalarına zarar verecek nitelikteki söylemlerden ve saygısızlık oluşturacak davranışlardan kaçınılması gerektiğini ifade etmiş, ilke olarak büyük hayranlık ve sevgi duyulan dini değerleri hedef alan aşağılayıcı eleştirilerin yaptırıma tabi tutulmasının gerektiğini” açıklamıştır.
Son zamanlardaki gelişmeler İslam medeniyeti ile Hıristiyan medeniyeti(?) arasındaki gerginliği gün geçtikçe arttırmış, tabiri caizse iki medeniyetin uzlaşmaz bir şekilde karşı karşıya gelmesine sebep olmuştur. Bütün bu gelişmeler hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını göstermektedir.
Batı’nın tarihinde din merkezli savaşlar, kıyımlar, toplumsal infialler hiç eksik olmamıştır. Bu duruma verilebilecek en çarpıcı örnek; 30 yıl savaşları olarak da isimlendirilen ve 1618-1648 tarihleri arasında Batı’yı adeta kana bulayan mezhep savaşlarıdır. Bu mezhep savaşları 1648 tarihinde Vestfalya Anlaşması ile sonuçlanmıştır. Bu durum paralelinde Protestanlık Papalıktan kopmuş, ulusal nitelikli kiliseler kurulmuş, aynı zamanda ulus-devletin ortaya çıktığı yeni bir dönem başlamıştır. Batı’da din ve mezhep adına yaşanan dramlar insanlığın karanlık bilançosunu oluşturmuştur. Batı bu dönemde dramatik bir kaosu yaşarken Türk-İslam toplumu her açıdan dengeyi temsil etmiştir.
Diğer taraftan Batı insanın düştüğü bir anlam krizinin sonucu olan iki dünya savaşının sonunda milyonlarca insan ölmüş, milyonlarcası da mağdur olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı, mücadele zeminini Doğu’ya çevirerek kontrollü bir gerginliğin, düşük yoğunlu bir çatışma ortamının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu gerginlik ve çatışma ortamında, özellikle Balkanlar ve Orta Doğu’da toplumsal istikrara bir türlü ulaşılamamıştır. Bu dönemde Doğu toplumları arasında yaşanan gerginlik, çatışma büyük oranda Batı’nın tahrik ve teşvikiyle ortaya çıkmıştır. Nitekim Batı’nın istikrarı için, Batı toplumsal yapısındaki çelişkiler Doğu toplumsal yapısına aktarılmıştır. Bu doğrultuda tüketim talebindeki artış, değerlerdeki aşınmayla ters orantılı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Doğu toplumsal yapısında ortaya çıkarılan kendine güvensizlik süreci, toplumsal çatışmaları beslemiş; mevcut düzeni kabul etmeyen oluşumların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Batı toplumsal yapısından Doğu toplumsal yapısına kayan çatışmalar da amaç; Batı toplumunun uzun dönemli menfaatleridir. Yeni düzenin bu genel niteliği aslında bir 3. Dünya Savaşı özelliği taşımaktadır. Ama bu savaşı diğer dünya savaşlarından ayıran temel özellik, savaşın Doğu toplumları üzerinde yapılıyor olmasıdır. Ne yazık ki bu savaşın tek kaybedeni de önceden belirlenmiş, onunda Doğu medeniyeti olması kararlaştırılmıştır. Bu savaşın tartışmasız tek galibi ise Batı medeniyeti olmuştur. Aslına bakılırsa bu durum daha önceden medeniyetler arası savaş olarak formülleştirilmiş ve uygulamaya koyulmuştur. Bu savaşta Doğu toplumları arasındaki suni bölünmeler teşvik edilip desteklenmiştir. Böylelikle Doğu toplumları ötekine olan ihtiyacını kendi içyapısından ortaya çıkarmıştır. Ötekine karşı başlatılan gerilim ve çatışma ortamı Doğu toplumunu esir almış; bu durum dengesiz, istikrasız bir toplum yapısının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu süreçte toplumsal bölünmeleri arttırmak için; azınlık, mezhep, inanç, ideoloji gibi kavramlar maharetle hizmete sunulmuştur. Doğu toplumsal yapısındaki ötekine yönelik tepki, toplumsal bünyeyi tahrip etmiştir. Bu tahribat neticesinde, Doğu toplumsal yapısı inancının merkez üssünü kaybetmiştir. Küreselleşme bu yapıda önemli bir görev üstlenmiş, Doğu toplumunun ferdinin bilincinde krizin artmasına destek olmuştur.
Bu durum medeniyetler arasında ki bir mücadeleden daha çok; bir medeniyetin-ki bu Doğu medeniyetidir- kendi iç örgüsündeki karşılıklı mücadele olmuştur. Doğu medeniyeti Batı medeniyeti ile mücadele zannıyla, kendisiyle mücadele etmektedir. İşte bu bağlamda bu durumu medeniyetler arenasındaki son tango olarak nitelendirmek mümkündür.
Buradaki amaç çok açıktır: Doğu toplumsal yapısındaki suni bölünmelerle, Batı’nı hegemonik etkisini sürdürmek… Bu uğurda her türlü kutsalın ayaklar altına alınması, değer(ler)in iğdiş edilmesi ve inançların sorgulanması sağlanarak Doğu toplumsal yapısının irtifa kaybetmesi amaçlanmakta, kişilerin bilinçleri esir alınmak istenmektedir. Bu durum karşılığında kaçınılmaz olarak, Doğu toplumsal yapısı bir tuzağa düşmektedir. Medeniyetler arası arenada Doğu toplumu kendisiyle mücadele etmekte, karşındaki ötekini de kendi içyapısından üretmektedir. Bu adaletsiz ilişki sürdürülemez bir medeniyetler arası diyaloğu yansıtmaktadır! Bu çerçevede Doğu toplumsal yapısı, medeniyetler ittifakı denen garabet bir oluşumla meşgul edilmektedir. Eğer ittifak olacaksa, bu ancak tarafların eşit iradesi ile mümkündür. Bu da söz konusu olmadığına göre her ittifak girişimi yeni ihtilafların ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır.
Diğer taraftan medeniyetler arasındaki sözde birliğin bozulabileceği endişesinin Trabzon’da ki 16 yaşındaki bir çocuğa ihale etmeye çalışmak gülünç olmanın ötesinde, hazin bir çelişkiyi de yansıtmaktadır! Ne yani Rahip Santoro’yu öldüren çocuk mu her şeyin mesebbibi? Bu cinayeti işleyen çocuğu suça iten sosyolojik ve psikolojik faktörlerin araştırmasını yapmadan, olabilecek medeniyetler arası karşıtlığın senaryosunu çizmeye çalışmak çok gülünç bir manzarayı ortaya çıkarmaktadır. Peki bir kaşık suda medeniyetler krizi çıkarma çabasında olanlar bölgede yıllardır süren misyonerlik çalışmasına ne diyecekler acaba? Aziz Paul’un yeni tip versiyonlarının bölgede cirit attıklarını duymayan kalmadı.
Ezcümle, yaşanılan medeniyetler arası ihtilafın aslında tek taraflı bir mücadeleden ibaret olduğu ortadadır. Bu tek taraflı mücadelenin tarafı da, öteki de Doğu medeniyetidir. Bu bağlamda dünya medeniyetler arasındaki son tangoya sahne olmaktadır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Doğu insanın kutsallarının ayaklar altına alınması bilinçli bir taktik süreçtir. Bu süreçte kutsallara yönelik gerçekleştirilen tahribata kontrollü bir tepki vermek gerekmektedir. Kontrolsüz tepkilerin sonucunda birçok sorun ortaya çıkacaktır. Aslında gösterilen tepkilerin geri planında İslam medeniyetinin son mevzisini savunma gayreti bulunmaktadır. Bu aslında en masumane tepkidir. İnsanlığa sevgiyi tebliğ eden Yüce Elçi’nin, bu karikatürü yapanlara karşı bile hoşgörüsü vardır. Çünkü İslam Dininin özünde bağışlamak esastır.
Doğu toplumun sağduyulu insanı Batı’yı vicdanlarında uzun zaman önce mahkum etmiştir. Bunun sebebi iki medeniyet arasındaki eşit olmayan, tek taraflı ilişkidir. Bunun sonucunda ittifak adına girişilen her çaba yeni ihtilafların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu eşitsiz ilişkiyi tersine çevirebilecek tek yaklaşım Türk-İslam anlayışıdır. Türk- İslam anlayışının etkin olabilmesi için birlik ve bütünlüğe her zamankinden daha çok ihtiyaç bulunmaktadır…