2 gündür ülkemizde yaşananları ve ihanet manzaralarını gördükçe denecek (en azından buraya yazılabilecek) bir söz bulamıyorum.

Bildiğiniz gibi, AKP'nin aslında ‘ PKK açılımı' olan "sözde Kürt Açılımına" destek amaçlı olarak, AKP döneminde İmralı'da krallar gibi yaşatılan terör örgütü elebaşı Apo'nun talimatı üzerine bir kısım PKK'lı terörist Türkiye'ye geldi. Dikkat ediniz "teslim oldu" demiyorum, geldi diyorum. Çünkü teslim olan insan elinde PKK'nın taleplerini taşıyan bir mektup getirmez, halayla zurnayla gelmez ve hâlâ PKK'nın emirlerine uymaz. Bu sebeple bu kişiler teslim olmamıştır, aksine Türkiye'yi teslim almaya gelmişlerdir.

Bu gelen PKK'lıların ellerindeki Türkiye Cumhuriyeti'nden taleplerinin yer aldığı mektupta neler olduğuna bir bakalım ve bu talep edilenlerden kaç tanesini AKP'nin yaptığını görelim.

1. Talep: Abdullah Öcalan'ın hazırladığı Kürt sorununun barışçıl ve demokratik siyasi çözümü için yol haritasının ilgili muhataplarına verilmesini ve tüm kamuoyuna açıklanması,

(AKP döneminde krallar gibi ağırlanan Apo içeride AKP'nin Kürt Açılımı için bir yol haritası hazırladı ve savcılara verdi)

2. Talep: Askeri ve siyasi alana dönük operasyonların durdurulmasını ve Kürt sorununun barışçıl ve demokratik siyasi çözümünün önünün açılmasını ve bu çözümün Türkiye'nin gerçek anlamda demokratikleşmesine bağlı olarak Kürt halkının özgür iradesini esas alma temelinde diyalog ve müzakere yöntemiyle gerçekleştirilmesini,

(Güvenlik güçlerimizin terörle mücadelesine engel koyacak, zorlaştıracak yasalar AKP döneminde çıkarılmıştır. Ayrıca, Başbakan Erdoğan defalarca bir çok konuşmasında yukarıda talep edilen sözlerle ilgili tavrını göstermiştir. Ve yine AKP'nin Kürt Açılımı süreci boyunca, hem Başbakan Erdoğan'ın hem de diğer AKP'li yetkililerin "Kürtlerin haklarının verilmesi", "Kürtlerin sorunlarının diyalogla çözülmesi", "demokratik çözüm" gibi cümlelerle attıkları adımları anlatmaya çalıştıkları da ortadadır.)

3. Talep: Türkiye demokratik ulusunun bir parçası olarak Kürt halk kimliğimiz temelinde ve anayasal güvenceye sahip olarak özgür, eşit ve birlikte yaşamak,

(Başbakan Erdoğan ve AKP'nin diğer yetkililerinin "Kürt kimliğinin tanınması" yönündeki açıklamaları kendi cümleleri ile sabittir.)

4. Talep: Anadilimiz olan Kürtçeyi her yerde özgürce konuşmak, öğrenmek, geliştirmek ve tarihi değerlerimizi, kültürümüzü ve coğrafyamızı anadilimizde yaşamak,

(AKP emriyle YÖK'ün üniversitelerde Kürtçe eğitim ya da Kürtçe dersleri ile ilgili çalışmaları ortadadır.)

5. Talep: Çocuklarımızı Kürtçe adlandırmak, Kürtçe eğitmek ve büyütmek,

(Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve diğer AKP'lilerin Güneydoğu'daki şehir isimlerini eski isimleri diyerek resmi isimlerini değil de PKK'nın istediği Kürtçe isimleriyle zikretmeleri ve bunu savundukları ortadadır)

6. Talep: Kürt halkı olarak tarihimizi, kültürümüzü, sanat ve edebiyatımızı özgürce yaşamak, geliştirmek ve korumak,

(Başbakan Erdoğan ve AKP'lilerin sözlerinde "Kürtlerin kültürünü yaşama hakkından" defalarca bahsedilmiştir.)

7. Talep: Kendi kimliğimizle demokratik toplumsal örgütlenmemizi geliştirmek, demokratik siyaset yapmak ve kendimizi özgürce ifade etmek,

(AKP döneminde PKK'lılar hapisten çıkarak, dağdan inerek DTP'den milletvekili olmadılar mı?)

8. Talep: Kürdistan'ın köy, kasaba ve şehirlerinde özel harekâtçı, korucu ve polisin baskı ve zulmünden uzak, yeterli imkânlara kavuşmuş ve güvenlik içinde yaşamak,

(Adamlar açıkça Kürdistan derken, ülkemizin emniyet güçleri bunları seyrediyor idi. Gerçi Başbakan ve Cumhurbaşkanı da Kürdistan ifadesini kullandıktan sonra kanun, hukuk ne yapsın?)

9. Talep: Türkiye'nin demokratikleşmesini ve bunun için sivil-demokratik bir anayasanın hazırlanmasını istiyoruz.

(Her fırsatta AKP'li yetkililer anayasa değişikliği nutukları atmıyorlar mı?

10. Talep: Bu taleplerimiz temelinde, Kürt sorununun demokratik çözümünü, Türkiye'de barış ve demokrasi isteyen herkesle tartışmak ve birlikte çalışmak için bu adımı atıyoruz. Biz bu adımımızla tarihi yaşamaya geliyoruz.

Yukarda sayılan talepler zaten AKP tarafından yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir.

Ayrıca MHP Genel Başkanı'nın son grup toplantısında tekrar dile getirdiği Tayip Erdoğan'ın 1991'de hazırladığı Kürt Raporu'nun da PKK talepleri ile birebir örtüştüğü görülmektedir.

Bahçeli, bu benzerlikleri grup konuşmasında şu şekilde açıklamıştı:

"Hala ikna olamamışlar var ise yalnızca vereceğimiz şu örnekler PKK-AKP arasındaki benzerliğe dikkatinizi çekmeye yetecektir.

1978 yılında PKK'nın hazırladığı "Kürdistan Devriminin yolu-Manifesto" denilen temel broşürde ve 1995 yılındaki PKK parti programında sözde "Türk sömürgeciliğinin hakimiyetine son vermek" iddiası yer almıştır.

1991 Erdoğan Raporunda ise "Türkiye`de 75 yıldan beridir resmi ideolojinin Kürt meselesinde inkârcı, asimilasyoncu, baskıcı davranışının sorgulanması" istenmektedir. PKK ve Erdoğan Raporu arasındaki şaşırtıcı benzeşme ortadadır.

Yine PKK parti programı denen dökümanda yer alan "sömürgeci eğitim ve kültür kurumları yerine ulusal eğitim ve kültür kurumları oluşturulacaktır." "Kürtçe lehçelerden birinin, ulusal dil haline gelmesi teşvik edilecektir." şeklindeki ihanet fikirleri ile 1991 raporundaki "Kürt kimliğinin kabul edilmesi ve Kültürel hakların tanınması" teklifi aynı sonucun başka bir ifadesidir.

Ve 1990 tarihinde Lübnan'da gerçekleştirilen PKK II. Konferansında yer alan "Kültürel faaliyetler ve Kürtçe'nin geliştirilmesi konusunda çalışmalar başlatılması" yönünde Bölücübaşı şehirdeki uzantılarına  direktif vermiştir.

Aynı doğrultuda terörle sonuç alamayacağını anlayarak siyasallaşmaya yönelen PKK'nın 15 Kasım 2001"de "ulusal" diyerek yaptığı 6. Konferans'taki "sivil itaatsizlik" adı verilen isyan aşamalarından birinin de "ana dilde eğitim"e yönelik kampanya olduğu bilinmektedir.

Ne tesadüftür ki, Başbakan'ın 1991 raporundaki "ana dilde eğitim" isteği ve "Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Kürtçe'nin öğrenilmesi ve öğretilmesi için yasal imkânların hazırlanması" önerisi PKK kararlarının benzeridir.

Yine bu kapsamda, 2000 yılının Şubat ayında sözde 7. Kongresini yapan PKK'nın, İmralı'da davası devam eden Bebek katili'nin yeni dönem için önerdiği "Demokratik Cumhuriyet ve Barış projesi" ile hükümetin sözde "Kürt açılımı" adını verip sonradan "demokratik açılım" daha sonra "milli birlik projesi" dedikleri" "yıkım" kavramının uyuşması dikkat çekicidir.

Nitekim bu kongrede yer alan PKK'nın "Kürtçenin üniversitelerde seçmeli dersler arasına girmesi" isteği ile hükümet destekli YÖK'ün üniversitelerde etnik dillere yer verme çabaları, aralarındaki fikri işbirliğini ele vermektedir.

Özellikle İmralı Canisi'nin yakalanışından itibaren terörü siyasal emellerinin yedeğine alan ve ihtiyatta bekleten PKK'nın yeni hedefinin hükümetin zaaflarından istifade ile toplumsallaşma olduğu bilinmektedir.

Bu istikamette olmak üzere, 2001 yılının Ocak ayında Paris'te yapılan PKK'nın siyasal yöneliş toplantısında Türkiye'yi de aşan cüretle sözde "Kürdistan halkının yaşadığı tüm ülkelerdeki siyasal ve toplumsal yaşama kendi kimliği ile yasal olarak katılması için mücadele edileceği" kararlaştırılmış ve en önemlisi olarak "yasallaşmanın" sağlanması hedeflenmiştir.

1991 Erdoğan Raporunda "Kürt kültürünün geliştirilmesi için engelleyici tüm yasaların kaldırılması" olarak gördüğümüz PKK ile örtüşen talep şimdilerde Başbakan'ın ve hükümetinin Anayasa değişikliği arayışları ve uygun zamanı kollama gayretleri ile PKK istekleri arasındaki irtibatın eskilere kadar dayandığını da göstermektedir.

Bilineceği gibi terör örgütü cinayetlerini maskeleyip kendisini aklayabilmek için 2002 Nisanında yaptığı sözde 8. Kongre ile KADEK adı almıştır. Bu ihanet toplantısında da öncekiler gibi yıkım ve ayaklanma, kan ve gözyaşı getirecek tartışmalar yapılmıştır.

Ancak en önemlisi Türkiye Cumhuriyeti'nin sözde "imha ve inkâr politikalarından vaz geçirilmesi" "Kürt kimliğinin anayasal güvenceye kavuşturulması" yönündeki karar ve taleplerdir.

Bugün PKK taleplerinin tamamını toplumun tepkilerine göre aşamalar halinde kabule yanaşan AKP zihniyetinin aradan geçen yedi uzun yılda bölücülüğe nasıl kucak açtığı ve Anayasada nasıl değişikliler aradığı gün gibi ortadadır.

Ve daha da önemlisi bu birbirinden ayrı gibi görünen zihniyetlerin nasıl aynı kaynaktan beslendiklerini ve dar bir ırkçı kadronun siyasal İslamcılığı nasıl kullandığını ortaya koymaktadır.

Unutmayalım ki, Sevr'de yarım kalmış emellerin uzantısı olan PKK silahlı saldırılarla devletten parça kopartmayı hedefliyordu.

Bunun imkânları azalınca "demokrasi" adını verdiği kendince bir yöntemle, şimdi milleti kopartmak istemektedir.

Ve bu konuda dışta küresel gelişmeler ve içte hükümet aynı yönde çalışmalarla süreci desteklemektedir."

Bu yukarıda yazdıklarımızın hiçbiri siyaset uğruna yapılan safsata değildir, tamamen gerçektir. Recep Tayyip Erdoğan bu raporu hemde PKK'nın siyasi kanadı olan kapatılan HADEP'de Genel Başkan Yardımcılığı yapan ve aynı zamanda kendi danışmanlığını da yapmış olan Mehmet Metiner'e yazdırmıştır. Tayyip Erdoğan'ın yazılı raporu ortadadır, AKP'nin attığı adımlar ortadadır, PKK'nın talepleri yazılı olarak ortadadır ve zafer kazanmış edasıyla davul-zurna ile karşılanan PKK'lılar da ortadadır.

Yine son olarak Tayyip Erdoğan'ın bu gelen PKK'lılarla ilgili olarak bir çağrısı oldu. Erdoğan "olayı provoke etmeyin, şova dönüştürmeyin" dedi. Bu sözler ne anlama geliyor biliyor musunuz?

Erdoğan PKK'lılara demek istiyor ki, "Biz zaten her istediğinizi yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz ama bunu böyle şova dönüştürerek milletin gözüne parmak sokar gibi göstermeye gerek yok. Uyuyan milleti uyandırmayın. Siz sakin olun biz her şeyi yapıyoruz." demektir.

Bu saatten sonra yapılacak bir şey daha var. Tayyip Erdoğan PKK'ya başkan olsun. Çünkü Apo'nun bugüne kadar yapamadıklarını bile yaptı. Artık "Sayın Öcalan" olarak gördüğü kişinin yerine "Sayın Erdoğan" olarak oturmasının zamanı geldi de geçiyor bile...


Not: Bazı internet sitelerinde "başka sitelerde ya da gazetelerde başka isimlerle yazı yazdıgıma" dair yorumlar bulunmaktadır. EtikHaber dışında hiçbir yerde, Mete Kılıç ya da başka isimler altında herhangi bir yazım yayınlanmamıştır. Sadece EtikHaber'de bana ait yazıları bulabilirsiniz.