Son Dönemde Ülkemizde Yaşanan Etnik Temelli Tartışmalara Dair Bir Değerlendirme
Özellikle “ön söz” yerine “son söz” söylemeye alışmış olanlar, gerçeği değil görüntüyü davranışlarının odağına koyarlar. Eylem ile söylem arasındaki açıklığın boyutunu ihmal edenler ile göründüğü gibi olma çabası içinde ol(a)mayanların değişmesi, gelişmesi zordur. Birey, sahnesi dünya, dekoru bütün doğa olan bir hayali ortamda rolünü oynamaya çalışan bir varlıktır. George Eliot, “Bir miktar rol yapmadan mümkün olan hiçbir eylem yoktur” derken bu duruma işaret etmektedir. Köle efendisinin, parya brahmanın, köylü toprak sahibinin, işçi patronunun karşısına gerçek niyetiyle çıkmaz çoğunlukla. Ödüllendirme ve cezalandırma kabiliyeti olan bir makamda bulunan kişilere gösterilen saygı ve sevginin yapmacık olduğu çoğu kez, o makamda oturan kişiler tarafından anlaşılamaz ya da anlaşılmasında zorluk çekilir. Bu durumda gerçek niyetlerle, görüntüde ki niyetler birbirine karışmış olur. Tespitteki maharet eylemin gerisindeki asıl niyetlerin teşhisi ile mümkün olacaktır. Tespitteki isabet ise, maskeli kimliklerin ortaya çıkmasına yol açarak cini şişeden çıkaracaktır. Türkiye son günlerde sosyolojik bir bunalım yaşamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsuru olan Türk kimliğinin manevi ağırlığı her geçen gün irtifa kaybetmekte, varlığı sorgulanmaktadır. Hal böyle olunca, farklı alt kimlikler Türk kimliğine itiraz ederek üniter yapıyı tehdit etmektedir. Fikret BİLA Milliyet Gazetesindeki köşesinde son dönemdeki gelişmeleri şöyle analiz etmiştir: “... İç ve dış politikada en duyarlı alan ‘ulusal bütünlük’, ‘üniter yapı’, ‘bölünme kaygısı’ oldu. Cumhuriyet en temel unsurlarından tartışmaya açıldı. Başlangıçta Türkiye Cumhuriyeti’nin tek olan dayanaklarının tümüne yöneltilen itiraz, yeni konjonktürde, milletin tekliğine yoğunlaştı. Kürt sorunu adı altında toplanan tartışmaların en şiddetlileri millet kavramı üzerine yapılıyor. Tek devlet, tek bayrak için kerhen de olsa kabul edilebilir denilse bile, tek millete kesinlikle itiraz geliyor... Etnik kökenli ayrışmanın siyaset alanından sosyolojik alana yayılması ve günlük yaşamı etkisi altına alması, asıl tehlike burada. Bu sorun siyasetten sonra bir sosyolojik kırılmaya da yol açarsa(ki ciddi bir olasılıktır) çözümü çok daha zor bir hale gelecektir.” (Fikret BİLA, Sosyolojik Kırılma Noktası, Milliyet, 24.08.2005)
Gerçekten, Ülkemiz sosyolojik bir kırılmanın eşiğinde bulunmaktadır. Maçka ve Seferihisar da ki olaylar bunun işaretinin verirken, Batman’da bir gurup tarafından güvenlik güçlerine yönelik hareket gelinen aşamanın önemini göstermesi bakımından anlamlıdır. Türkiye, etnik kökeni ne olursa olsun bir arada yaşamayı başarmış bir ülkedir. Bu paralelde, Fikret BİLA yine aynı makalesinde asıl felaketin; devlet-terör örgütü çatışmasından, toplumsal çatışmaya başka bir ifadeyle, Türk-Kürt çatışmasının oluşması şeklinde ifade etmiştir. Nitekim Mustafa Kemal ATATÜRK, “ ... Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun efradı ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluluğa dayanan cumhuriyet de kuvvetli olur... Cumhuriyetin dayanağı da Türk kültürüne istinat eden Türk topluluğudur. Kendini Türk gibi duymak bu topluluğun güçlenmesini yani milli dayanışmayı sağlar, bu da topluluktan meydana gelen cumhuriyetin güçlenmesi demektir. O halde bir siyasal yönetim biçimi olan cumhuriyet de aslında milli benliğe sahip, kendini Türk hissetme eğiliminin bir ürünüdür.” Orhan TÜRKDOĞAN, Ziya Gökalp, IQ Kültür ve Sanat Yayıncılık, 2005,s.194) diyerek Türk kimliğinin aslında ırki bir anlam taşımadığını ifade etmiştir. Bu bağlamda Yine Büyük Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk Milleti diyerek, Türklüğü bir üst birleştirici bir unsur olarak ortaya koymuştur. Aynı şekilde siyasal bir proje olan cumhuriyetin devamlılığı için alt kimliklerin bir üst kimlikte birleşmesi de zorunlu kabul edilmiştir.
Gerçekten ülkemiz bir çiçek bahçesini andırmaktadır. Bu çiçek bahçesine ayrılık tohumu atanların emellerine ulaşmaması için herkes çok dikkatli olmalıdır. Yüzyıllardır bir arada yaşamış olan, birbirinden kız alıp kız veren, derin tarihi kökleri olan Türk ve Kürt unsurlarını çatışma ortamına çekmeye çalışmak, cumhuriyetin her zaman karabasanı olmuştur. Terörün geri planındaki ana amaç artık siyasal bir projedir. Bu amacın gerçekleşmesi içinde, Kürt unsuru tahrik edilmekte ve bunun karşısında reaksiyon gösteren bir Türk unsuru tasavvur edilmektedir. Yüzyıllardır birçok badireler atlatan Türk Milleti bu sorunun da üzerinden gelmesini bilecektir.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün milliyet tanımı ve onun unsurları da Türk ulusunun kuruluşunda etkili olan doğal ve tarihsel gerçeklerdir. Bunlar: a) siyasal varlıkta birlik, b)dilde birlik, c) yurt birliği, d)tarihsel yakınlık, d)ahlaki yakınlık, e)Köken birliği.
Öte yandan Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nın 66. maddesi; Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür diyerek birleştirici unsuru Türk kimliği olarak işaret etmiştir. Burada Türklük ırka dayalı bir anlam taşımamaktadır. Türkiye Cumhuriyetini, Türk kimliğini oluşturan bireylerin birlikte yaşama ideali ve ortak kaderi paylaşan birlik olma iradesi kurmuştur. Bu itibarla, Türkiye Cumhuriyeti bu birleştirici ve bütünleştirici temel üzerinde şekillenmiştir. Milli birlik ve bölünmez bütünlüğümüzün dayandığı temeller; tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil ülküsüdür. Etnik, din ve dil farklılıklarını özendirilerek bu temel ilkeleri ortadan kaldırmaya yönelik her davranış bu ülkenin üniter yapısını tehdit edecektir. Son tahlilde yapılması gereken Kürt ya da başka etnik kökene dayalı sorun varmış gibi davranmak yerine, tek bayrak, tek devlet, tek millet, tek dil ülküsü üzerinde mutabakat sağlamak olmalıdır.
Temelleri Ziya GÖKALP tarafından belirlenen ve Atatürk tarafından gerçekleştirilen milli devlet sistemi, Osmanlı toplum yapısından genç Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolda kanlı çatışmalar ve fikir kavgaları sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bugün, demokrasinin genel nitelikleri bir kenara itilerek, milli birliği parçalamada adeta birbiriyle yarış edercesine birileri kavgaya tutuşmuş durumdadır. Atatürk’ün ileri sürdüğü, aynı ortak geçmiş, tarih bilinci, ahlaki benzerlikle gibi değerlerin bu milleti daha çok birbirine bağlayan bir alın yazısı oluşturabileceğini unutmamak gerekmektedir. Aksine davranışlar, toplumumuzu yeniden bir bumerang eğrisi içine atar ki bu da milli birliğimizin her gün biraz daha yara alması demektir. Gün, temel müştereklerimiz ve vazgeçilmezlerimiz etrafından birlik olma günüdür. Her şeye rağmen Türk Milleti bu sorunun üzerinden de gelmesini bilecektir.