Srebniça Katliamının Yıl Dönümünde Küresel Düzendeki Çelişkiler
Bob Geldof 1985 yılının Temmuz ayında büyük bir konser organize etmişti. Konser çok ses getirdi. Konserin sonunda yaklaşık 100 milyon paund para toplandı. Toplanan yardımlar başta Etiyopya gibi ülkelere ulaştığında bu ülkelerde ki halk yoksulluktan kırılıyordu. O yardımların neticesinde de bir küçük kızın hayatı( Birhan Waldou) kurtulmuştu. Her 3 saniyede 1 çocuğun öldüğü, yoksulluktan her gün 50 bin kişinin yaşama veda ettiği, her gün 3 bin kişinin sivrisinek ısırıklarının yol açtığı hastalıklardan hayatını kaybettiği Afrika’nın içler acısı hali yine Bob Geldof’un girişimleriyle Live 8 adı altında, G8 Liderler Zirvesi öncesi dünya gündemine taşındı. Temmuzun ilk haftası dünyanın ayrı ayrı 10 kentinde Afrika’daki yoksulluğa karşı, kısa adıyla G8 olarak bilinen 8 zengin ülkenin liderlerinin ve dünyanın dikkatini Afrika’daki yoksulluğa çekmek için düzenlenen ‘Live 8’ konserleriyle dünya gündeminin ön sıralarına taşınması, G8 ülkelerinin İskoçya’nın Gleneagles Kasabasında toplanmadan öncesine rastladı.Bugün yoksulluk sadece Afrika’nın sorunu değildir. Küreselleşme, sermayenin sınırlar ötesinde ki karını her geçen gün arttırırken, aynı ölçüde yoksulluğun, adaletsizliğin, eşitsizliğin çözümüne katkıda bulunmamaktadır. Sermayenin sınır tanımadığı bir dünyada emek gücüne sınırlamalar getirilmesinin hakkaniyetli bir tarafı bulunmamaktadır.
Live 8 organizasyonuyla Afrika’daki yoksulluğun ve sefaletin dünya gündemine taşınmasına şüphe ile bakanlar da bulunmaktadır. Newyork Üniversitesinden Prof.William Easterly konu ile ilgili olarak, “ Nihayet bir çok insan Afrika trajedisine dikkat çekmeye başlaması gayet güzel. Ama tarih ne yazık ki büyük planların öngördüğü çözümlerin hiç de kolay olmadığını gösteriyor. 1960 ile 2003 yılları arasında Afrika’da yoksulluğu yenmek için tam 568 milyar dolar(bugünkü kurla) harcadık. Ancak Afrika’nın sefaleti de, yoksulluk ve ekonomik çıkmazı da fazla değişmedi.” Demiştir. Diğer taraftan Kenyalı bir kahve üreticisi Washington Post muhabirine şöyle yakınmış: “ Önemli olan, yardımdan çok, ticaretin koşullarını değiştirmektir. Bunlar değişmezse, yardımlar Afrikalı devlet yetkililerini zenginleştirir, öbür yandan çokuluslu kahve şirketlerini. Borçları silip yardımları devlete verirseniz, sokaktaki insan bundan yararlanamaz”
Öte yandan yapılacak yardımlarla ilgili bir Senegalli yardım yerine yine ticaretin önemini vurguluyor ve ekliyor: “ Biz Afrika’da çok iyi pamuk yetiştiriyoruz. Ama Batı bizim pamuğumuzu almıyor. Kendi üreticilerini destekleyip bizim pazarlarda fiyat kırıp damping yapıyorlar. Ayrıca, yoksulluktan kurtulmamızın yolu, çok daha fazla çalışmaktan geçiyor, daha fazla yardımdan değil.”(H.Cemal, “Milliyet”,6/07/2005)
İngiliz The Economist dergisinde ise yoksulluk ve yapılan yardımlar ilgili olarak şu görüşler dile getirilmiş: “Yoksulluğun yenilgiye uğratılması konusunda yakın tarihin örneklerine bakmak gerekir. Bunların hiçbirinde yoksulluk yardımlar sayesinde ortadan kalkmadı. Çin 1978 yılında Pazar ekonomisine açılmaya başladı. Hindistan’ın ise, özel girişimciliğe açılma tarihi 1982 yılıdır. Bu ülkeler, reform politikalarıyla, kendileri para kazanarak zenginleştiler, yoksa dışarıdan para alarak, yardım alarak değil…”( Helping Africa help itself, The Economist, 2/07/2005,s.11)
Yeni küresel düzen de sınırlı sayıda kazanan karşısında çok sayıda kaybeden bulunmaktadır. Bu yüzden yoksullukla ilgili Batı toplumsal tavrın neden diğer konularda da gösterilmediği de tartışılmalıdır. Kaldı ki, sermayenin küreselleştiği bir süreçte eşitsizlik, yoksulluk da inatla küreselleşmektedir. Yoksulluk yardımla değil, üretimle çözülecek bir konudur. Batı, kendisi dışındaki dünyanın sürekli kendisine bağımlı olmasını istemektedir. Oysa Kara Afrika’daki yıllardan beridir devam eden iç savaşlar, yolsuzluklar ve bunun tabii sonucu olan yoksulluktan Batı ülkelerinin hiç mi kabahati yoktur? Kendi güç mücadelelerini başka coğrafyalarda sürdürmeye çalışan Batı devletleri insan haklarını da işlerine geldiği gibi yorumlamaktadırlar.
Londra’da 7/7/2005 tarihinde 4 ayrı yerde teröristlerce konulan bombalar patladı. Terörizmden çok çekmiş bir ülke olarak geçmişte bir türlü Batı’dan istediğimiz desteği alamamıştık. Batı ülkeleri bu konuda çifte standart tavrını her daim hissettirmişti. Şu anda Batı ülkeleri terörizm karşısında birlik mesajları vererek, terörizmin amacına ulaşamayacağını söylüyorlar. Peki Türk Milleti binlerce evladını teröre kurban verirken neredeydiniz? Srebreneçi’da, Sırpların yaptığı katliama 10 yıl önce neden tepki göstermediniz peki? Batı Parlamentoları histerik nöbete girmiş hasta gibi her yeni gün Ermenilerin Osmanlı Devleti tarafından tehcir edilirken uğradığı sözde zulüm masallarıyla uğraşacağına İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan en büyük kitle katliamı olan Srebreniça katliamı üzerine neden düşünmez? Halen Karadziç ve Mladiç’in orta yerde elini kolunu sallayarak gezmesine neden tepki göstermezler? Yoksa ağızlarından düşürmedikleri demokrasi, hukuk ve insan hakları sadece kendileri için mi geçerlidir?
Diğer taraftan Avrupalı ırkçılar, 16-18 Eylül 2005 tarihinde Yunanistan’ın Mora Yarımadası’ndaki Meligala Kasabası yakınlarında kampa girmeye hazırlanmaktadırlar. Ana sloganın, “ Türkiye Avrupa’dan dışarı” olacağı ifade edilmektedir. Bu çerçevede, Batı medeniyeti karşısına ortaya konabilecek bir alternatif toplumsal düzen olmalıdır. Batı toplumsal düzeni kaos ve adaletsiz gelişmeyi durmadan ihraç ederken bizlerin tefekkürü hiç eksik etmemesi gerekmektedir. Halen Viyana hesabı yapan, Viyana Seferini akıllarından çıkaramayanlarla nasıl olur da ortak bir medeniyet felsefesini paylaşırız?
Bu gelişmeler çerçevesinde iyi düşünüp doğru kararlar alınması gerekmektedir. Alınan ve uygulanacak kararların milli ve vicdani olması her şeyden daha önceliklidir…