Masum Milliyetçiliğin Makus Talihi ve Gerçekler...

Şovenizm en geniş anlamıyla; her hangi bir gruba olan aşırı, nedene dayanmaksızın oluşan bağlılıktır. Sıklıkla karşı gruba olan nefret ve kötü niyet duygularını da beraberinde getirir. Şovenizmin isim babası Nicolas Chauvin'dir. Adı geçen kişi Napoleon'un ordusunda asker olarak bulunmuş, 17 defa yaralanmasına rağmen Fransa için savaşmaya devam etmiştir.

            Irkçılık ise genel olarak çeşitli insan ırkları arasındaki biyolojik farklılıkların kültürel veya bireysel meseleleri tayin etmesi gerektiğini kabul eder. Doğal sebeplerle bir ırkın (çoğunlukla kendi ırkının) diğer(ler)inden üstün olduğuna ve diğer(ler)ine hükmetmeye hakkı bulunduğuna duyulan inançtır. Örneğin Nazi felsefesi bu inanca örnek verilebilir...

Irkçılık; sosyal ayrımcılığı, ırklar arasındaki fark gözetilmesini ve soykırıma kadar varabilen şiddeti haklı göstermektedir. Batı'nın olumsuz sicilinin bu konuda kabarık olduğuna tarih şahittir...

            Öte yandan milliyetçilik ırk bilincinden, ırk yakınlığından etkilenir. Ancak bu durum milliyetçiliğin ırkçılıkla eşleştirilmesini, aynılaştırılmasını haklı çıkarmaz. Kaldı ki özellikle Türk milliyetçiliğinde ırk bilinci milliyetçiliğin bileşen değerleri arasında önem derecesi itibariyle diğerlerinden üstün değil, bilakis daha azdır.

Aynı zamanda Türk milliyetçiliğinde ırk yakınlığından anlaşılması gereken biyolojik aynılıktan daha çok kültürel benzerlik hususudur. Bu itibarla Türk milliyetçiliği ırkçılığı (biyolojik) reddeder. Bu bağlamda şovenizm Türk milliyetçiliğine uzak; yabancı, sakat bir yaklaşımdır. Israrla Türk milliyetçiliğinin ırkçılıkla ve şovenizmle içi içe olması yönünde düşünsel ayin yapan sözde entelektüel zevat, aynı zamanda Türk milletinin gelişmesini inkıtaaya uğrattıklarının da farkındadırlar herhalde!

            Bir defa şovenizm ve ırkçılık menşe itibariyle bize ait kavramlar değildir. Bu iki kavramın teorik ve pratik kabulleri neticesinde Batı'da nehirlerin rengi kırmızı akmıştır! Türk milliyetçiliğine karşı kronik hazımsızlığı bulunan şebeke kadrosunun oluşturduğu, garabet görünümlü ihanet tiyatrosundaki maskeli komedi, drama dönüşmüş bir halde hızla devam etmektedir. Bu gruptaki kişiler Türk milliyetçiliğini bir borsa endeksi gibi düşünüp, milliyetçiliğin ideolojik endeksinin yükselip ya da azalmasına göre tavır almakta; milliyetçiliğin endeks değeri yükselirse savaş boyalarını sürüp, savaş çığırtkanlığı yapabilmektedirler. Bu kişilerin kabusu Elm Sokağı'ndaki Fredi'nin kabusuna hiç benzememektedir! Bu zevatın kabusu; Türk milliyetçiliğinin toplum nezdinde kabul görmesi, hak ettiği değere ulaşmasıdır.

            Bu söylenenlere paralel olarak milliyetçiliğin kabulleri arasında ırkçılığın ya da şovenizmin hakimiyetinden bahsetmek zaten mümkün değildir. Kaldı ki şovenizmin/ırkçılığın hakim unsur olduğu bir anlayışın milliyetçilikle özdeşleştirilmesi en nazik ifadeyle insafsızlıktır. Entelektüel namus adına dramatik çarpıtmaların temsilcileri milliyetçiliği Faşizm ile ilişkilendirmektedir. Özellikle, Faşizm ile Türk milliyetçiliğini aynılaştırmaya, değilse bile benzerleştirmeye çalışılması Türk tarihine, Türk'ün kültür ve ahlak mirasına ihanet olacaktır.

Ancak Batı kültür ve toplum hayatında Faşizm, Nazizim gibi sosyolojik sapmalar meydana gelmiştir. Bu durum olsa olsa milliyetçiliğin bozguna uğratılmış hali olarak değerlendirilebilir.  Fakat bu sapmalar çoğu zaman milliyetçilikle anılmıştır!

Fransız İhtilali'nin de milliyetçilikle bağının kurulmaya çalışıldığı malumdur. Ancak Fransız ihtilali ve sonrası yaşanlara bakıldığından insanlıkla uyumlu olmayan olaylar yaşandığı görülecektir. Mesela Fransız İhtilali'nin uygulayıcılarından Jean Baptiste Carrier; "Fransa'yı kendi bildiğimiz gibi diriltmezsek bir mezarlık haline getireceğiz." diyerek, başı ile gövdesi arasında farklılıkları bulunanların övdükleri Batı'nın, olumsuz sicilini basit bir şekilde deşifre etmektedir. Carrier Konvansiyon üyesi olarak üç ay müddetle idare ettiği Nantes şehrinde kadın ve erkekleri birbirlerine bağlı olarak nehre atıp boğulmalarını izliyordu. Buna da cumhuriyet evlenmesi diyordu. Robespierre döneminde Fransa'da sanki cellatlardan ve kafası giyotinle vücudundan ayrılacak insanlardan geçilmiyordu.

Bu yıllarda şiddet bir cinnet haline gelmişti. Demokrasinin beşiği olduğu iddia edilen Fransa'da Joseph-Maria de Maistre; kalabalıkların pasif bir vasıta olduğundan hareketle itaata mecbur olduğunu ifade ederken, milli hakimiyet kavramının tarihe aykırı bir metafizik görüş olduğunu savunabiliyordu!

 Tkaçev, Lenin, Stalin, Hitler, Neçayef, Bakunin, Kropotkin, Musollin ve daha niceleri yaşadıkları toplumu kan denizine çeviren teorisyenler ya da uygulayıcılardır. Bu kişilerin eylemleri neticesinde insanlığın sağduyu yörüngesi yerinden oynamış, şiddet kültürü yaygınlaşıp kurumsallaşmıştır. Benzer olayları Türk tarihinde aramak nafile bir çaba olacaktır. Batı, bugünkü zaman diliminde kendi sosyal ve ekonomik üretimi sonucu ortaya çıkan ırkçılık ve şovenizmden şikayet etmektedir. Dikkat edilirse Batı'da yabancı düşmanlığı, ırkçılık, şovenizm gibi kavramlar, müstakil eğilimler olarak değerlendirilip, milliyetçilikle ilişkilendirilmezler, ya da milliyetçilikle bu anılan kavramların bağlantısı son derece zayıf tutulur.

Nitekim Batı bugünkü sosyal ve ekonomik seviyesine milliyetçiliğin katkısıyla ulaşmıştır. Zira feodalizmi yıkıp, Sanayi Çağını başlatan ideoloji milliyetçilik olmuştur. Bu bakımdan Batı düşünce yapısı özünde milliyetçilikle uyumludur, ama kendi dışında ki toplumların komprador yerli işbirlikçileri sayesinde dışa açılma, bağımsızlık, milliyetçilik, gibi bir meselelerinin olmamasını vaz'eder. Zira dışa açılmanın, uluslar arası işbirliğinin, küresel organizasyonların sakıncalı bir tarafı; ilişkinin eşit ve onurlu olması şartıyla bulunmamaktadır.

Milliyetçiliğin karakteri onur, davranışı heyecan, yaklaşımı eşitlik, kuralı sevgi(ait olunan milleti), sonucu ise bağımsızlıktır. Kaldı ki Türk milliyetçiliği bu özelliklerin bileşkesinde filizlenmiştir. Türk milliyetçiliğinin en önemli özelliği tam bağımsızlık vurgusu ve emperyalizmin karşısında aldığı onurlu tavırdır. Mustafa Kemal ve arkadaşları Türkiye Cumhuriyeti'ni böyle kurmuştur. İşte son zamanlarda Türk milliyetçiliğine yapılan kamıkaze türü saldırılıların hareket merkezinde Türk milliyetçiliğinin bu iki özelliğinin ortadan kaldırılması, en azından etkisizleştirilmesi amaçlandığı görülmektedir.

Türk milletinin bağımsızlık savaşını veren Türk milliyetçiliği, Cumhuriyet kuran bir ideolojidir. Bu sebeple Türk milliyetçiliğinin tehdit algılaması yüksek, bunun karşılığında savunma psikolojisi etkindir. Türk milliyetçiliği hiçbir zaman saldırgan olmamış, değişim ve gelişimlere direnmemiştir. Bu anlamda Türk milliyetçiliği dinamik bir özellik arz etmiştir. Türk milliyetçiliği yabancı düşmanlığı (zenofobi) gibi sapkınlıkları her zaman dışlamıştır. Bu sebeple Türk milliyetçiliğini faşizm olarak algılayan aydın taciri sözde gelişmiş beyinlerin yanılgısı burada başlar.

 Kaldı ki, Türk milliyetçiliğini faşizmle bir tutmak Türk-İslam tarihine yabancı olunduğunun bir göstergesidir. Türk tarihine yabancı kalan sözde aydınlar; demokrasi, insan hakları, hukuk gibi masum ve haklı birçok kavramın merkezi olarak gördükleri Batı'da faşizm, jenosit, zenefobi, şovenizm gibi anormalliklerin fazlasıyla yer bulduğunu nedense hiç dikkate almazlar! Aydın taciri sözde gelişmiş beyinler bu çıplak gerçeği bir türlü gör(e)mezler!

Yeri gelmişken şunu söylemek her namuslu Türk aydını için kuraldır: Batı toplumsal yapısında ortaya çıkmış olan; Tkaçev, Lenin, Hitler, Neçayef, Bakunin, Kropotkin, Carrier, Robespierre karakterlerine karşılık, Türk toplumunda; Yunus Emre, Mevlana, Dede Efendi, İbn-i Sina, Fatih Sultan Mehmet, Nasrettin Hoca, Akşemsettin, Ziya Gökalp ve Mustafa Kemal yetişmiştir.

Geçmişte Batı'da cana kıyıcılar topluma hakim olurken, Türk toplumunda cana can katanlar var olmuştur. Batı'da giyotin, Türk toplumunda ruhani ve cismani aşk yer almıştır. İşte Türk milliyetçiliğinin kaynağı aşktır, sevdadır... Bu sebeple Türk milliyetçiliği en insani anlayıştır.

Bu zaviyeden konuya yaklaşıldığında milliyetçiliği şiddetle anmanın, faşizmle müşterek ortak payda yaratma gayretlerinin hesaplı yaklaşımlar olduğu görülecektir. Yasin Doğan'ın Yeni Şafak gazetesinde 26.01.2007 tarihinde neşrettiği, "milliyetçilik ve şiddet" isimli makalesi de böyle bir anlam taşımaktadır. Doğan, söz konusu makalesinde yeni milliyetçi anlayışın farklılıkları yok sayan, dünyadan kopuşu savunan, demokratik çoğulculuğu tehlike olarak gören bir özelliği olduğunu belirterek, yeni milliyetçiliğin toplumsal çatışma ve gerilim üretme riski taşıdığını ifade ederek, milliyetçilik tartışmalarında farklı ve kabul dışı bir yaklaşımı ortaya koymuştur.

Bir defa milliyetçiliğin eskisi ve yenisi olmaz. Tıpkı alçalıp ya da yükselmeyeceği gibi... Çünkü milliyetçiliğin yükselmesi için düşmesi gerekir; oysaki milliyetçilik Türk tarihinin hiçbir döneminde düşmemiştir ki! Şunu da ifade etmek gerekirse; özellikle Türk milliyetçiliğinde farklılıklar bir zenginlik olarak kabul edilir. Bu nedenle milliyetçiliğinin çatışma üretip, toplumsal gerilimi beslemesi makulü aşan bir iftiradır. Bu düşüncelerin nedeni ise, milliyetçiliği şiddetle bir arada görmenin ve değerlendirmenin özlem ve ihtiyacından başka bir şey değildir.

            Diğer taraftan Türk milliyetçiliğinin savunması genelde fertlerin dağınık tepkilerinden oluştuğundan, milliyetçiliğe yönelik tehditlere bütünlükçü ve anlamlı cevaplar üretilememektedir. Bu iş aslında aydınların görevidir. Bu bağlamda milliyetçilikle ilgili değerlendirmelerin ve gelişmelerin uyumlu bir şekilde koordinasyonu yerli aydın tarafından sağlanmalıdır. Türk milliyetçiliğini savunacak, yeni yaklaşımları ortaya koyabilecek, Türk milliyetçiliğine yönelen tehlikeleri fark edip fikirsel tedbiri alacak aydın(lar)a çok ihtiyaç bulunduğu bir gerçektir.

Tam bu anlamda Serdar Turgut'un, "milliyetçilik kötü müdür?" isimli makalesi söylediklerimiz doğrular niteliktedir: "...Türk aydını, milliyetçi olmayı neredeyse bir hakaret olarak görür. Ona göre milliyetçilik mutlaka aşılması gereken bir tavırdır. Çünkü Türk aydının kafasında milliyetçilik ile faşizm özdeşleştirilmiştir... Türkiye'nin muhafazakarlıkta olduğu gibi milliyetçilikte de modern yorumları bir an önce hayata geçirmeye ihtiyacı vardır... Bunu başarılabilmesi için önyargılardan kurtulmayı başarmış entelektüellere ihtiyaç vardır..." (Akşam, 26.01.2007)

            Serdar Turgut mezkur makalesinde, Türk aydının milliyetçilikle barış yapması gerektiğine işaret etmiştir. Turgut, Milliyetçiliğin yorumsuz bırakılması halinde, kontrolünün içgüdüsel olarak yaşayan kitlelerde olacağını belirtirken, aydınların her söyleme teorik müdahalede bulunması gerektiğini ifade etmiştir. Serdar Turgut'un unuttuğu bir gerçek var: Her Türk aydını milliyetçilikle ihtilaflı değil, milliyetçilikle sorunu olanların sebebi de milliyetçilik değildir. Ancak geniş bir sözde aydın grubunun milliyetçilikle bir meselesi olduğu doğrudur. Bu zevatın milliyetçiliği suçlamadan önce bu topraklara ait olmayan, bu topraklarda yaşayan insanların tarzına benzemeyen ilişkiler ağından bir an önce kurtulmaları gerekmektedir. O bakımdan, bu aydın güruhunun fiziki ve akli mesafelerinin ortadan kalkması aydın namusu gereğidir. Kendisi İstanbul'da yaşayıp, aklı Newyork ya da Paris'de olan bir aydının milliyetçiliği sakıncalı görmesi kadar tabii bir durum olamaz.

            Bütün bu söylenenlerin yanında, Türk insanın en doğal tepkisi ve sahip olduğu en değerli kıymeti Türk milliyetçiliğidir.

Bir kere düşünün: Ülkemizin tehdit algılamaları artmış, Sevr tekrar tartışılır hale gelmiş, sınırların değişebileceği dillendirilmeye başlanmıştır. Bu yaklaşımlar en masum ve sağduyulu Türk insanın da bile öfkeye neden olmaktadır. Örneğin; Kopenhag Kriterlerinde olmamasına rağmen, Ülkemizin AB müzakere sürecinde Kıbrıs'ın ana sorun haline getirilmesi, yaklaşımlardaki adaletsizlikler, belirli süreler içinde değişik ülkelerin parlamentolarında Ermeni katliamının kabulünün yasalaşması, bir de her türlü tavize rağmen AB üyeliğinin gerçekleşmeyeceği beklentisi zihinlerde infial yaratmıştır.

 Çifte standart niteliğindeki yaklaşımlar, hepimiz Dink'iz, ya da hepimiz Ermeniyiz ifadeleri hoşgörüsü Ağrı Dağı kadar olan Türk insanını öyle incitmiş, öyle kırmıştır ki! Kuzey Irak'taki gelişmeler, Kerkükteki fecaatler, katil devlet sloganları, Ege sorunu, şehit olan vatan evlatlarına karşı ilgisizlik, Edirne'den Kars'a kadar ağıda konu olmaktadır.

Türküm demenin ayıplanıp, çağdışı bir anlayış olarak takdim edilmeye uğraşıldığı garabet bir ortamda Türk insanı halen sağduyusunu kaybetmeden, güvercin tedirginliğinde olup biteni izlemektedir!

            Zamanın yavaş ilerlediği dönemlerden geçiyoruz. Türk milletinin varlık değerleri gün be gün sorgulanıp, al aşağı edilmeye çalışılmaktadır. Buna rağmen bile Türk milleti olgun ve itidalli tavrını bozmamaktadır. Ancak Türk milletinin doğal refleksi olan Türk milliyetçiliğine, ırkçılık ve şovenizm bağlamında yapılan saldırılar; aslında Türk milletinin kendisine yapılmaktadır. Hedef gerçekte Türk milletidir. Bu nedenle Türk milliyetçiliğinin çarpık ve insanlık dışı unsurlarla birlikte anılması sonucunda; Türk milletinin sahip olduğu doğal savunma hattının ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır. Bu süreçte Türk milletinin kendine olan inanç ve güveni ortadan kaldırılıp, her türlü operasyona açık hale getirilmesi amaçlandığı apaçık oradadır.

İşte vahim bir örnek daha: "katil devlet" sloganı... Tarihte devletle kaderini Türk milleti kadar özdeşleştirmiş, aynılaştırmış başka bir millet yoktur. Bu nedenle devlet anlayışı kutsal bir özellik ihtiva eder. Anadolu'da duaların içinde; "Allah devlete, millete zeval vermesin" ifadesi vardır. Bu sebeple devlet anlayışımıza da yapılan saldırı artık kabul edilmez boyuta gelmiştir. İhanetin, meşrepsiz düşük mensupları katil devlet diyerek, kutsalımıza dil uzatabilmektedir. Ne hazin bir manzara!

            Yüzyıllardır nice çileler yaşamış olan Türk milleti, bir yerlerde aleyhine tezgahlanan oyunu bozacak güce, kudrete, tarihsel birikime sahiptir. Bu bağlamda Türk milletine yönelik tuzaklar, Türk milletine mensubiyetten şeref duyanlar tarafından mutlaka boşa çıkarılacaktır. Öncelikle bunun yolu birbirimizi sevmekten geçiyor. Sevginin merkez üssü de ailedir...

Yarınların bağımsız, aydınlık, müreffeh ve büyük Türkiye'si için her birey üzerine düşeni yapmalıdır. Mutlaka her bireyin yapacağı bir şey vardır. Önemli olan niyettir. Bugünden itibaren Türk milletinin aile yapısında küsler barışmalı, birbirini sevmeli, sağlıklı bir orta sınıf oluşması niçin gereken çaba harcanmalıdır.

Son yurdumuz Anadolu'da Türkiye Cumhuriyeti adı altında sonsuza kadar yaşama iradesine her Türk milleti ferdi katkı sağlamalı, ‘Ne Mutlu Türküm' ifadesi sonsuza kadar bu coğrafyada yankılanmalıdır.

 

Ne mutlu Türküm diyene...