Mutlaka dikkatinizi çekmiştir: Aşağı yukarı yüz yıldır, hep yanı şeyleri tartışıyoruz. Benzer gerilimleri yaşıyor, birbirinden üremiş problem alanlarının kuşatılmışlığına muhatap oluyoruz. Üstelik toplumsal yapı yeniliğe ve değişime karşı son derece isteksiz...

Devamlı gerilimler üzerinden iktidar formülleri kuruluyor. Bana göre AKP iktidarı Türkiye'yi tam bir ‘buhranlar' ülkesi haline soktu. Toplum ve devlet hayatı derin bir krizin etkisi altında. Kurumlar arası tam bir kaos yaşanıyor. Buradan hareketle, her şey güllük gülistanlık demek için insanın aklını peynir ekmekle yemesi gerekiyor! Yapılacak bir genel seçimin her şeyi değiştireceğine, en azından topluma soluk aldıracağına inanıyorum. Nitekim MHP liderinin seçim talebini çok doğru ve yerinde görüyorum.

 Yüz yıldır değişmeyen kaderimiz sonucunda; yine darbe haberleri, siyasal gerilimler, ekonomik problemler vs alabildiğine gündemde... Hiç bitmiyor, bitecek gibi de görünmüyor...

 Türkiye, son günlerde ‘Balyoz' isimli bir darbe planıyla çalkalanıyor. Konunun detaylarına girmek istemiyorum. Çünkü amacım bu değil. Sadece şu kadarını söyleyeyim: 5-7 Mart 2003 tarihinde İstanbul I.Ordu Komutanlığı'nın bünyesinde yapılan bir seminer çalışmasında, iç tehdit tanımlaması yapılmış. Ve bununla birlikte, muhtemel irticai bir tehlikenin aldığı mesafe sonucunda askerin ne yapacağı kararlaştırılmış! İddialar arasında, askeri müdahalenin alt yapısını oluşturmak için provakatif eylemlerin bile planlandığı kamuoyuna yansımış durumda. Nitekim Çarşaf ve Sakal kod isimli eylem planlarına yer veriliyor. Darbe ortamı yaratmak için Fatih ve Beyazıt camilerine bombalı saldırı; bir Türk jetinin kendi uçaklarımız tarafından (Ege'de) düşürülmesi, toplumda gerginliği artıracak başka eylemlerin de planlandığı bir gazetenin manşetinden kamuoyuna duyuruldu. Planda 29'u general 133 subayın adı geçiyor...

Genel Kurmay Başkanlığı 21 Ocak 2010 tarihinde bu iddialarla ilgili bir basın açıklaması yaptı. Bu açıklamada; Söz konusu Plan Seminerinin 2003-2006 yılları Tatbikatlar Programında bulunduğu, Plan Seminerinin gayesinin, dış tehdide ilişkin olarak hazırlanan Harekât Planlarını geliştirmek ve ilgili personelin eğitimlerini sağlayarak, giderek tırmanan bir gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içerisinde uygulandığı ifade edildi.

Ama ortaya saçılan iddialar gerçekten çok ciddi! Sürekli olarak demokrasi dışı arayış varmış gibi bir hava yaratılması, arkası arkasına değişik isimlerle darbe oluşumlarının(?) deşifre olması haklı olarak sağduyulu her insanı kuşkuya düşürüyor. Ayrıca sürekli olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin darbeyle özdeşleştirilmesi çok yanlış ve tehlikeli bir ortama davetiye çıkarıyor. Ancak MHP lideri Bahçeli'nin çok yerinde bir tespitiyle; Türk Silahlı Kuvvetlerinin demokrasiye bağlılık konusundaki kuşkuları kaldırabilmek için kendi iç denetim ve adalet mekanizmalarını şeffaf ve bağımsız bir şekilde işletmesine çok ihtiyaç var.

Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz, Eldiven, Kafes tertipleri derken birde Balyoz darbe oluşumlarıyla ilgili haberler artık toplumun altından kalkamayacağı yük haline geldi. Her ne olursa olsun, yine Bahçeli'nin dediği gibi, sandıkla gelen sandıkla gitmelidir. Sandıktan çıkmayacak bir iktidarın meşruluğundan bahsetmek ve buna zerre kadar müsamaha göstermek mümkün değildir.

Balyoz darbe planıyla ilgili ortalığa dökülen iddiaların arasında, akıllara durgunluk verecek eylem hedeflerinin açığa çıkması toplumu gerçekten temelden sarsmıştır. MHP lideri Devlet Bahçeli'nin 26 Ocak 2010 tarihli TBMM Grup konuşmasında, buna yönelik sözleri, bana göre ibret vericiydi. Şöyle diyor Bahçeli: "...Adına ne denirse denilsin, ister plan, ister tatbikat, ister tasarı, isterse tahayyül bizim kendi milleti üzerinde harekât planlayan bir anlayışı gerekçesi ne olursa olsun hoş görmemiz mümkün değildir. Dileriz ve ümit ederiz ki bu zırvalar gerçek değildir, hepsi birer iftiradır. Türk Silahlı Kuvvetleri asla hak etmediğini düşündüğüm bu ağır ithamlardan ve vebalden derhal kurtulmalıdır..."

Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ da, halkına karşı komplo düzenleyecek bir ordunun söz konusu olmadığını söyledi. Başbuğ Paşa aynen şunları ifade etti: "...Talimnamelerimizden baktığımız zaman özellikle hücum bölümü, hücum bölümü ne demek? Taarruzun en son safhası. Biz askere ne dedirttiriyoruz biliyor musunuz? "ALLAH, ALLAH" diye askere taarruz ettiriyoruz. Yani şimdi ben size soruyorum, vicdansızlara soruyorum. "ALLAH, ALLAH" diye askerine hücum ettiren, taarruz eden bir ordu, nasıl ALLAH'ın evi Camiye bomba atmayı düşünür. Vicdansızlıktır. Lanetliyorum bunları..." Bu sözler yeterli mi? Peki, böyle bir şey yoksa TSK'yı zorda bırakmak için sürekli faaliyet içinde olanlara hak ettikleri karşılık, delileriyle birlikte ne zaman verilecek? Bahçeli'ye göre Genel Kurmay Başkanlığı'nın sözleri tatmin edici değil... Elbette yapılan açıklamaların doyurucu ve meselenin açıkta kalan taraflarını ortadan kaldıran bir içeriği yok.

Niyetim polemiğe girmek değil. Ve asla Türk Silahlı Kuvvetlerinin yıpranmasına ve yıpratılmasına en ufak müsamaham kendi adıma söz konusu olmaz. Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri de, kendisiyle ilgili ortalığa dökülen anormal iddiaları şüpheye yer bırakmayacak biçimde açıklığa kavuşturmalı.

Her şeye rağmen, Türk askerinin toplum nezdinde gözden düşmesi için işletilen ve sürdürülen asimetrik psikolojik operasyonun adım adım ilerlediği gelişmelerden daha iyi anlaşılıyor. Bu sürecin, 1 Mart 2003 tezkere süreciyle yakından ilgisi olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca, Irak'tan çekilme hazırlığı yapan ABD'nin ve küresel güç merkezlerinin, el altından (hükümete) bazı dayatmalar yaptığını, içinden geçtiğimiz süreçte kendini aklama derdine düşen ordunun ise meşgul edildiğinden, dayatmalara karşı iç direnç merkezlerinin zayıflatıldığına inanıyorum. AKP iktidarı sıfır sorun adı altında, başka başkentlerin jeopolitiğinden olaylara bakarak uluslar arası ilişkilerde ara bir unsur olmayı içine sindirmiş halde! Arkası arkasına servis edilen ABD projelerine iştahla sahipleniliyor. Suriye ile İsrail, Pakistan ile Afganistan, Irak ile Suriye, Irak'ta ve Lübnan'da çeşitli dinsel veya etnik gruplar arasındaki aracı rollerine soyunan AKP iktidarının, başka başkentlerde yazılan senaryolarda gönüllü figüran olmayı kabullenmiş olduğu anlaşılıyor. Bu listeye Balkanlar'daki son girişimleri de eklemek gerekiyor. Davutoğlu, Ocak ayının ikinci haftası Zagreb'e, oradan da Belgrad'a gitmişti. Bu defa da amaç; Bosna-Hersek ile Hırvatistan'ı ve Bosna-Hersek ile Sırbistan'ı uzlaştırmak...

Davutoğlu, "The Times" gazetesine verdiği bir demeçte, "Taliban'ı Afganistan'da yeni siyasi süreçte yer almaya ikna edebiliriz" diyerek bu kez de Kabil ile Taliban'ı uzlaştırmaya hazır olduğunu açıkladı... Manzara böyle... Kendi içinde yangın yerine dönmüş bir ülkenin, dışarıda hasım güçler arasında arabulucu olmaya çalışması son derece düşündürücü! Bu tirajı komik gelişmeler içerideki kurumlar arasında şiddetlenen ve infilak aşamasına çok yaklaşan çekişmeleri hafifletmiyor.

Bence Türk milleti ve devleti muazzam bir şekilde oyalanıyor. Bölgemizde kartlar yeniden dağıtılıyor ve stratejik denklemler yeniden kuruluyor. Bunun ekonomik alt yapısı bile yavaş yavaş oluşuyor. Bu yılki Davos zirvesinde, Neo Liberalizmin hücuma uğraması, yeni bir sistem, yeni bir para birliğinden bahsedilmesi ve devlet müdahalelerine devam edilmesi yönündeki düşünceler tasarlanan yeni ekonomik modelin işaret fişekleri. ABD Başkanı Obama'nın, vergi mükelleflerinin paralarını bankalardan geri alacağını söylemesi başka gelişmelerin habercisi. Kaç gündür Dünya Ekonomik Forumundan edindiğim izlenimler başka bir şey düşünmeme imkân vermiyor.

İçte ise Cumhuriyeti kuran kurumsal unsurların zayıflatılması, dermanlarının kalmaması için her şey yapılıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin altının boşaldığı ve üniter yapıyı ayakta tutabilmek için alan savunması ve bire bir markaj yapacak milli güç unsurlarının yıpratıldığı bir zaman dilimini yaşıyoruz.

Bu süreci hızlandırmak için, Türk Silahlı Kuvvetlerinin içinde yeşermiş olan demokrasi dışı bir takım yönetim heveslilerinin organizasyonları maalesef tüm kuruma ihale edilerek, ordunun darbeci bir kuruluş olarak gösterilmesi sağlanıyor! İç ve dış gelişmeler sistemli bir şekilde Türkiye'nin aleyhine cereyan ederken, milli kurumların etkisizleştirilmesiyle iç direnç mekanizmaları çökertiliyor.

Bana göre ihmal ettikleri veya sızamadıkları bir yer var: O da takdir edersiniz ki MHP'dir. Ve bugün MHP'nin en büyük şansı Devlet Bahçeli gibi bir lidere sahip olmasıdır. Demokrasiye bağlılığıyla, millete olan sarsılmaz inancıyla karanlık dehlizleri ustaca geçen, kurulan tuzakları sabırla bozan, şaibeli hiçbir ilişkiye müsamaha göstermeyen ve böylesi kişilere partinin kapılarını kapatan Bahçeli, milli kaygıları olanların tek seçeneği haline geldi. Bahçeli'nin darbe iddiaları karşısındaki tutarlı duruşu ve demokrasiden asla ödün vermeyişi izlediği milli siyasetin de bir gereğidir.

Tedbirli ve dirayetli yönetim anlayışıyla Türk milletinin bütün değerlerini siyasetinin merkezinde buluşturan Bahçeli'ye, dışarıdan tertiplenen tezgâhlarında işlemesi şu haliyle mümkün değil... Ve sonuç olarak, bu kadar gerilimin ve toplumsal düzlemdeki anlam kaymasının sonucunda, tek seçenek artık Bahçeli liderliğinde MHP olmuş durumda... 

Devam edeceğim...