AKP iktidarının, her sıkıştığı ve meselelerin üzerinden gelemediği dönemlerde tutunacak ve sarılacak bir can simidi haline gelen darbe iddiaları, sözde de olsa mağduriyeti artırmaktan başka bir sonuç ortaya çıkarmıyor. Artık bu kör dövüşü bitmeli ve iktidar gerçek gündem üzerinde halka hesap vermenin hazırlığını yapmalı...

Gördüğüm kadarıyla MHP lideri bunu çok anlamlı bir şekilde yorumlamış: "...Başarısızlığın ve beceriksizliğin bulanık sularında soluk alıp vermesi zorlanan hükümetin, imdadına gündemi alt üst eden ve zamanlama itibariyle çok düşündürücü olan iddialar yetişmektedir... Ancak bizi asıl düşündüren husus, ekonomik sıkışıklığın arttığı ve krizden çıkışın henüz görülmediği bir ortamda, gündemin işsizlik ve yoksulluk olması gerekirken, birden bire başka alanlara kayıyor olmasıdır..." (TBMM Grup Konuşması, 26 Ocak 2010)

Türk milletinin gerçek gündemi ne zaman ağırlaşsa, mutlaka yeni istismar alanları ortaya çıkıyor. Bu zamana kadar ne yazık ki gerek başörtüsü, gerekse de darbe iddialarıyla zihinler sürekli meşgul edildi. Ve son günlerde darbe haberlerinde tekrar bir yoğunlaşma gözlemleniyor.

Şimdi biraz geriye gidelim... Tarihçi Erhan Afyoncu'nun; Ahmet Önal ve Uğur Demir'le birlikte yazdığı; "Osmanlı İmparatorluğu'nda Asker İsyanlar ve Darbeler" isimli eserinde verdiği bilgiye göre; ilk darbe girişimi 1446 tarihinde Buçuktepe İsyanıyla başlar. Ayrıca 36 Osmanlı padişahından 12'si tahtını darbeyle kaybetmiştir. Bu gerçekten acı ve üzerine düşünülmesi gereken bir manzara... Bu gerçekler aynı zamanda şu sonuca ulaşmamızı da sağlar: Kabul etsekte etmesekte askeri girişimler her zaman olmuştur... Adeta bu durum Türk devlet geleneğinin gizli bir kuralı haline gelmiştir! Bunu inkâr etmiyorum... 

Özellikle modern dönem darbelerinin belirli sosyolojik ve tarihsel nedenleri olduğunu da gözden uzak tutmamak gerekiyor. Bunu söylerken darbelere kesinlikle gerekçe bulma arayışı içinde değilim. Ama bu gerçeği de göz ardı edemeyiz. Kurucu anlayışın, Cumhuriyet'i (askeri) bir zafer sonucunda ilan ettiğini hatırda tutmamız gerekiyor. Filvaki başka bir şansın da olmadığını iyi biliyorum. Yedi düvel üzerimize gelmiş ve bağımsızlığımıza pranga vurmaya kalkışmışken, onlara demokrasiyle birlikte sivillikten bahsedecek değiliz herhalde! Tahmin ediyorum, Thomas More'un Utopia isimli hayal ülkesinde bile böyle bir şey olmazdı; ya da Campenella'nın Güneş Ülkesi'nde...

Çok eskiye gitmeden, bugünkü sorunları anlayabilmek için mutlaka dünden intikal eden sosyolojik, ekonomik ve psikolojik içerikli faktörleri dikkate almamız gerekecektir. Başlangıç olarak şu tespitin yapılmasında yarar var. Elit merkezli, yukarıdan aşağıya inen hiyerarşik bir yapıya sahip, devlet odaklı, kurtarıcılık misyonunu içeren bürokratik içerikli Türk modernleşmesinin toplumsal bir karşılığı yeterince olmadı. Bunun için de, modernleşme süreçlerini pas geçen veya yeterince içselleştiremeyen bir toplumsal yapı ortaya çıktı. Bu nedenle, genel anlamda değişim ve dönüşüm süreçlerinin çok yavaş işlediğini ve entelektüel hayatın azgelişmiş olduğunu söylemem gerekiyor.

Buna rağmen belirli dönemlerde düşünsel anlamda bir hareketlilik yaşanmıştır. Mesela, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemleri olan; 1908-1918 yılları arasında canlı bir entelektüel iklim söz konusudur.

Bu yıllarda düşünsel hayat, yaşanılan birçok olumsuzluğa rağmen diri bir özellik gösterir. Bu yıllar aynı zamanda geleceği şekillendiren ve biçimlendiren bir niteliğe sahiptir. İttihat ve Terakki'nin siyaset stratejileriyle, bitmeyen iktidar oyunlarıyla, Meclis-i Mebusan'daki muhalefet-iktidar çekişmesiyle, komplo iddialarıyla, askeri muhtıraların verilmesiyle birlikte önemli olayların yaşandığı bir tarih kesitidir...

Dönem itibariyle, millilik Türkçülükle hem örtüşen, hem de ona canlılık kazandıran bir algılamadır. Bu haliyle Türkçülük kültürel bir uyanışın yanı sıra, İttihat ve Terakki siyasetinin yayılmasında ve aktarılmasında ana rolü oynayacak olan burjuvazinin de kurucu unsuru olmuştur. Bu kapsamda, İttihat ve Terakki'nin öncelikle siyaseti ekonomik planda kendini göstermiş ve bu milli ekonomi yaratma çabası olarak somutlaşmıştır. Mesela bu dönemde Ziya Gökalp milli tasarrufun öneminden bahseder. Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp Müslüman Türk burjuvazisinin oluşturulmasını çok önemli görürler. Gerçekte, Cumhuriyet dönemi devletçilik prensibi, milli burjuvaziyi ortaya çıkarmanın değişik uygulamalarından birisidir.

Nitekim parçalanma ve dağılmanın eşiğinde olan bir imparatorluğun kurtuluşu, artık devletten daha çok, Türklüğün kurtuluşuyla gerçekleşeceğine inanılmıştır. Elbette bu aşamaya hemen gelinmedi. Bunun çoğunlukla tepkisellik içinde geliştiğini biliyoruz. Bu tepkiselliğin ana kaynağı ise, farklı etnik ve kültür(?) gruplarının Osmanlı'dan koparak bağımsızlıklarını oluşturmalarıdır. Bunun ilk örneği de, 1820-1829 arasında cereyan etmiş olan Yunan isyanıdır. Mesela Balkan Savaşlarından sonra, Anadolu coğrafyası, Türk aydını açısından elde kalan ve her ne pahasına olursa olsun muhafaza edilmesi gereken son coğrafya olarak görülmüştür. Bu inanç bir bakıma Kurtuluş Savaşını yapan kurucu kahramanlara ilham kaynağı olmuştur. Bunun için de Anadolu insanı Türklük konusunda bilgilendirilmelidir ve hatta bilinçlendirmelidir. Bu süreçte herkes üzerine düşeni yapmaya çalışmıştır. Bir örnek vermek gerekirse; Genç Kalemler, 1910 yılında dilde Türkçülük akımını başlatmışlardır...

İttihat ve Terakki'ye yönelikte müdahale niyetleri olmuştur. Bunların belki de en önemlisi, bugünlere kadar gelen alışkanlığı ortaya çıkarmıştır. Ordu içinde; Halaskar Zabitan grubu ismiyle gizli olarak örgütlenen bir oluşum, özellikle Arnavutluk isyanını ve dönemin sıkıntılarını gerekçe göstererek hükümetin istifa etmesini istediler. Hatta bunlardan 12'si Manastır'da önceki zamanlara özenerek, dağa çıktılar. Bu örgütün başı, Erkan-ı Harp Binbaşısı Gelibolulu Kemal (Şenkıl) idi. Örgütün amacı sözde; İttihat ve Terakki baskısını yok etmek, Meşrutiyetin işlerliğini sağlamak ve bunda sonrada ordunun siyasetten tam olarak uzaklaştırılmasını sağlamaktı. Bakın Halaskar Zabitan'ın muhtırası hangi ibarelerden oluşuyordu: "Memleketimiz, Devletimiz, Hufra-i Inkiraz ve Pençe-i Izmihlal'dedir." (Memleketimiz, uçurumun kenarında ve yıkımın pençesindedir.)

Gerçekten de, geçen bir asra rağmen değişen bir şeyin olduğunu ileri sürmek mümkün değil. Nitekim merkezde bulunan tarihsel ittifakla (ordu-bürokrasi-aydın) çevrenin mücadelesi birçok kırılmalara, dönüşümlere neden oluyor. Zaman zaman ittifakta çatlamalar da oluyor.

Devam edeceğim...