Türk milletinin bin yıllık kardeşliğinin bozulması, parçalanması, sonlanması elbette öncelikle milleti oluşturan unsurlar arasına nifak ve ayrılık tohumlarının saçılmasıyla gerçekleşecektir!

Bu gerçek ortadayken, Türk milletinin içinden, etnik kimlik farklılıklarını ileri sürerek, başka bir sosyal ve kültürel sisteme aitliği doğal ve kaçınılmaz bir süreç olarak gören güruhun cesaretlendirilmesi, önünün açılması herkesin gözü önünde cereyan etmektedir.

Anthony Smith, etnik grup isteklerinin devletin verdiğinden daima bir fazla olacağını söyler. Etnik grup ile devlet arasındaki karşılıklı anlaşmalarda devam eden sürecin, masum kültürel isteklerden otonomiye ve ayrı bir devlete giden bir sürecin kapısını aralayacağı uyarısını yapar. Bu şekilde ilerleyen aşamaların, etnik grubun hayallerini süsleyen tam bağımsızlık halini gerçekleştireceğini iddia eder.

Bu kapsamda, Kürt kardeşlerimizin etnik bir grup olarak görüp, onları 36'da bir olarak tanımlayan sorumlu siyasi anlayış, çok tehlikeli bir ortama zemin ve fırsat hazırladığını acaba hiç düşünmüyor mu?

Bana göre bilinmesi gereken bir başka gerçek şudur: Asırlarca Türk milletinin ayrılmaz bir parçası olarak yaşamış olan, kültürel olarak belirgin bir farkı bulunmayan, sosyal hayat itibariyle ayrışmamış olan Kürtleri; sadece mahalli dil farklarını ileri sürerek, etnik bir grup olarak tasnif etmek en azından kavramsal açıdan doğru olmayacaktır.

Bir merakımda, etnik kimlikleri sayma ve bunları sürekli hatırlatma gibi kötü bir alışkanlığı olan Başbakan'ın, etniklik üzerinden yapay bir millet oluşumunun önünü açtığını çevresinde hatırlatan olup olmadığıyla ilgilidir...

Şunu kabul ediyorum: Doğu'da dağlarda yaşayan Kürtler, yerleşim yerlerinde yaşayan Kürtler kadar Türk milletinin ana kültür yapısına mensubiyet duymayabileceklerdir. Ayrıca, bölgenin toplumsal yapısının aşiretlerden oluşması da bir dereceye kadar kültürel etkileşim kanallarını zedelemiştir.

Ancak buna rağmen, 26 uzun yıldır süren terör belasına rağmen Türkler ile Kürtler arasında kalıcı bir düşmanlık çok şükür ki ortaya çıkmamıştır. Ancak son zamanlarda, spor müsabakalarında bile bir ayrışma, öfke ve tepki hali görülmeye başlanmıştır. Bu durum da, Devlet Bahçeli'nin dediği gibi, açılım süreciyle yakından ilgili ve ilişkilidir.

Asırlarca karşılıklı etkileşim sonucunda, Türk-Kürt ayrımından bahsetmek mümkün olmamıştır. Bu hal yalnızca mahalli olarak ortaya çıksa da, bir bilinç düzeyinde, kimlik hissiyle belirginlik kazanmamıştır. Bu nedenle hiç kimsenin kökeninin ne olduğu merak edilmemiş, Kürtler de tabii olarak diğer gruplar gibi toplum, devlet ve iş hayatında çok önemli yerlere gelmişlerdir. Dinin, kültürün, müşterek hatıraların ve gelecekte beraber yaşama hedefinin birleştirici özelliği sayesinde, acımız bir olmuş, anımız bir olmuş, sevincimiz bir olmuştur.

Türkler ile Kürtlerin yüzyıllardır süren karşılıklı kültürel münasebetleri ve oluşan benzerlik neticesinde; bir bütünün bu iki ayrılmaz parçası ülkülerde, değerlerde ve tutumlarda ayrılıklarından çok, müştereklikleriyle bir araya gelmişledir.

Elbette, bir önceki makalede, Kürtlerin etnik bir topluluk olmadığı yönündeki tespitlerim tartışmaya açıktır. Ancak, alışageldiği gibi, etnik kavramı yoğun olarak kullanılmakta, bu kullanım daha çok ve doğal olarak bölücülüğe izafe edilerek yapılmaktadır.

Etnik bölünmeyi arzu eden ve bunu hedef olarak belirleyen terörizm ülkemizin uzun yıllardır gündemindedir. Türkiye'yi etnik kimliklere ayıran ve bundan bir bütün çıkarmayı düşünenler, esasen bir yönüyle etnik bölücülüğün de lojistik ihtiyacını karşılamaktadırlar.
Son olarak şunu söylemek istiyorum: Cumhuriyet'in kuruluşuyla beraber, Kürtlerin ikincil kimlikleri asla yok edilmek istenmemiş, Metin Heper'in deyimiyle, sadece birincil kimliğe dönüşmesi engellenmeye çalışılmıştır. İşte etnik terörün, etnik tahrikçilerin amacı da burada ortaya çıkmaktadır. Kürt kimliğinin, Türk kimliğine eşit bir konuma getirilmesi, anayasaya iki kurucu halkın sokulmak istenmesi, Kürtçenin kamusal alanda kullanımı ve özerkliğin tanınması bu amaçlardan sadece görünen bazıları olmuştur. Fitne ne kadar görünür olursa olsun, etnik tahrikler ne kadar coşkulu yapılırsa yapılsın, farklılıklar demokrasi aracılığıyla ne kadar hatırlatılırsa hatırlatılsın Devlet Bahçeli'nin 2 Ekim 2005 Başkent Ankara Mitinginde dediği gibi; "...Biz Horon kadar Karadeniz, Zeybek kadar Egeyiz. Karşılama kadar Trakyalı, halay kadar, bar kadar, semah kadar Doğuyuz, Güneydoğuyuz, Anadoluyuz. Müştereklerimiz ayrılıklarımızdan çok üstündür. Bütün Türk illerini de kapsayan büyük bir aileyiz. Biz büyük Türk Milletiyiz..."