Doğrusunu isterseniz, bu makalenin konusunu daha önceden planlamış ve hazırlıklarımı da o yönde yapmıştım. Ancak elimde olmayan bazı nedenlerden dolayı, siz değerli okuyucularıma ulaşmada biraz geciktim. Bundan ötürü anlayış göstereceğinize inanıyorum...

Şimdi asıl meramıma gelmek istiyorum. Bu giriş kısmı önemli olsa da, çok daha mühim başka konular olduğunu biliyorsunuz. Dediğim gibi, bu makalenin genel planını daha önceden kurgulamıştım. Son aşamaya yeni geldim ve sizlerle de paylaşıyorum. Konumuz malum, iktidar partisinin hazırladığı Anayasa değişlikleri...

134 yıldır anayasa konuşuyoruz. Bu kadar uzun bir zaman sürecine rağmen hala aradığımızı bulabilmiş değiliz. Bülent Tanör'ün yerinde deyimiyle, her anayasa bir bakıma da hazırlayanların zihniyetini yansıtmıştır. O zaman, anayasa hazırlayan zihniyetlerde sorun mu vardı? Bu soruyu sormak, en azından cevabı net ve belli olmasa da, tutarlılık gereğidir. Benim burada, kimseyi zan altında bırakmak gibi bir hedefim ve arayışım yok. Olmaz da! Ancak yine de zihniyet meselesinin anayasalarda ne kadar önemli olduğunu geride kalan uzun yıllara bakarak söylememiz mümkündür.

Anayasal gelişmelerle ilgili başlangıcın değişik tartışmalara sahne olduğu malum. Süreci 1808 Sened-i İttifak'a kadar götürenler bile var. Yine de ilk anayasa 1876'da hazırlandı. Hazırlık çalışmasının daha önceden başladığını söylemeliyim. Niyazi Berkes'in ‘Türkiye'de Çağdaşlaşma' isimli eserinde, Mithat Paşa'nın, II. Abdülhamit tahta çıkmadan önce ikamet ettiği Maslak'taki yalısına giderek, bu konuda kendisiyle görüş alışverişinde bulunduğuna dair bir bilgi var. Nitekim Abdülhamit Han, Anayasa'yı ilan edeceğine dair söz de vermiş. Bunun yanında, bir Meclis kurulacağıyla ilgili de karar söz konusu. II. Abdülhamit'in, tahta çıkınca sözünde durduğunu hepimiz biliyoruz.

Biraz hatırlatma yapalım. O dönemde, Anayasayı Padişah'ın tayin ettiği bir komisyon hazırlar. Komisyon iki ordu mensubu, üçü Hıristiyan on altı sivil bürokrat ve on ulema olmak üzere yirmi sekiz kişiden oluşmuştur. Komisyonda Mithat Paşa taraftarları azınlıkta kalmıştır. Nihai metin Padişah'ın desteklediği grup tarafından hazırlanmıştır. Ve Anayasa'nın (Kanun-u Esasi)  ilanı 23 Mart 1876'dır. Bu Anayasa'da göze çarpan en önemli özellik; sultanın mutlak yetkilerini sınırlandıracak bazı mekanizmalar içermesidir. Ayrıca ilk Osmanlı Meclisi'de 20 Mart 1877 tarihinde açılmıştır.

Ne var ki, Heyet-i Mebusan'ın 1878'de süresiz tatil edilmesiyle, Anayasa uzun bir süre askıda kaldı. Bilindiği gibi 1908'e kadar süren bu dönem, birçok siyasal ve ekonomik gelişmeye sahne oldu. Yine bu tarihte, Makedonya'da bazı askerlerin dağa çıkması ve artan toplumsal olaylar, Padişah tarafından Anayasa'nın tekrar yürürlüğe sokulmasını mecburi hale getirdi. İzleyen süreçte, 13 Nisan 1909 tarihinde 31 Mart İsyanın bastırılmasının akabinde, II. Abdülhamit tahttan indirilmiş ve Kanun-u Esasi'nin toplam yirmi dört maddesinde değişiklik yapılmıştır. İşte Anayasa üzerinde tadilat yapılması böyle başlamış ve bu alışkanlık bugüne kadar ulaşmıştır. Anlayacağınız bu gelenek bize tarihi bir mirastır ve anayasada değişiklik yapılınca her sorununun çözüleceğini sanma zihniyeti bu şekilde neşet etmiştir.

Bugünde, anayasa değişikliğiyle ilgili bir süreci yine yaşıyoruz. Gerçi bu zamana kadar yapılan beş anayasa ihtiyaçları hiçbir şekilde karşılamamış; anayasaların yeniden hazırlanması ya da içeriğindeki yapılacak değişikliklerle sorunların aşılacağı düşünülmüştür.

Bu dinmeyen anayasa iştahsızlığı, daha doğru bir deyimle açgözlülüğü, toplum olarak arzu ettiğimiz refah ve mutluluğu bir türlü sağlayamamıştır. Belki de olağan dönemlerde anayasa yapılmış olsaydı bazı şeyler daha farklı olabilirdi. Ama olmadı...

Çoğunlukçu siyasi alana ülkeyi kıstıran ve meşruiyetini buradan sağlayan AKP iktidarı da, anayasayı değiştirerek demokrasinin tam olarak yerleşeceği zehabına kapılmıştır.

İnandığım bir gerçek var. Kişiye ya da kurumlara yönelik olarak cereyan eden anayasa değişiklik çabaları, gerçek anlamda hayırlı bir sonuç sağlamayacak ve ülkemiz düştüğü açmazlardan kesinkes çıkamayacaktır.

2003 yılını bir hatırlayın lütfen! Anayasada, CHP desteğiyle kişiye yönelik bir değişiklik yapılıp, milletvekili seçilme şartlarında yeniden bir düzenlemeye gidilerek, AKP Genel Başkanı R.Tayyip Erdoğan'a nasıl Başbakanlık yolu açılmıştı! Bir de şu vereceğim tarihi misale bakın: Mustafa Kemal'in prestijinin dorukta olduğu bir dönemde, Meclis'in Cumhurbaşkanı'nı tarafından feshedebilme yetkisine yönelik bir öneriyi reddetmiş olması gerçekten ibretliktir. Saruhan Milletvekili Reşat Bey'in bu konuyla ilgili sözleri de, Gazi Meclis'in haleti ruhiyesini çok iyi yansıtır...

Çoğunlukçu ya da Rousseau'cu demokrasi anlayışı egemenliğin, milletin genel iradesi olduğunu ve bu özelliği itibariyle bölünmez ve mutlak bir nitelik taşıdığını vaaz eder. Bu anlayışa göre; temsili sistemde genel anlamda yasama organı, özel anlamda yürütme gücünü elinde bulunduranlar, milletin gerçek iradesini temsil ettiklerine inanırlar. Dolayısıyla yasama organının yetkilerini sınırlandırmak, doğrudan doğruya milli iradenin sınırlanması anlamına gelir. İşte buna dayanarak, sayısal ve siyasal çoğunluğu elinde bulunduran iktidarlar her istediklerini ve dilediklerini millet nam ve hesabına yapmaya girişmektedirler. Bunun en son örneğini Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin uygulamalarında görmemiz mümkün. Bilmem hatırlatmaya gerek var mı, ama modern demokrasi teorisi genel irade gibi anlayışlara çok mesafelidir ve bunu da sorgulamaktadır.

AKP iktidarının her sorunun müsebbibi gibi takdim etmeye çalıştığı 1982 Anayasası bu zamana kadar on beş defa deşikliğe uğradı. Hatırlayabildiğim kadarıyla, yürürlükteki anayasanın toplam yetmiş yedi maddesi değişti. Buna rağmen daha huzurlu, daha mutlu ve daha müreffeh bir Türkiye tablosu ortaya çıkmadı. Zira çıkmazda... Böylesi bir beklenti çok zorlama olur ve gerçeklerden kaçanların sloganı haline gelir. Öyle de oluyor...

MHP lideri Devlet Bahçeli'nin şu sözleri aslında söylediklerimizi açıklıkla ve kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde hülasa etmektedir. "...Hükümet yıllardır sağlayamadığı huzurun, refahın, kalkınmanın ve adaletin sorumlusunu yedi yılın sonunda bulmuş ve anayasayı işaret etmiştir... Zannedersiniz ki, anayasa değişince bolluk bereket yağacak, yolsuzluklar önlenecek, yandaşlar kayırılmayacak, terör ve bölücülük son bulacak,  AKP zihniyetinin isteyip de bir türlü yapamadığı iyi şeylerin önündeki tek engel de ortadan kalkacaktır. Oynanmak istenen oyun budur. Bugüne kadar başarısızlıklarına maddi ve manevi bahaneler ve istismar alanları bulabilen hükümetin denemediği son istismar alanı Anayasa kalmıştır ve şimdi de bu şansını denemeye çalışmaktadır..." (TBMM Grup Toplantısı, 19 Ocak 2010)

Söyleyeceklerim daha bitmedi...