3 Ekim 2005 tarihi, Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili müzakereler sürecinin başlama günü olarak ortaya konuldu. Bakalım belgeler ne diyor.
class="MsoNormal" style="MARGIN: 0cm 0cm 0pt; TEXT-INDENT: 35.4pt; TEXT-ALIGN: justify">Ülkemizde AKP’nin ve AB yanlılarının 3 Ekim’i bir “AB’ye Giriş” gibi göstermeye çalışmalarının aslında boş bir hayal olduğunu daha önceki yazılarımızda defalarca yazmamıza rağmen anlamayan bu “AB’ye Giriş” yalanına inanan çevreler şimdilerde bunun gerçekten bir “Giriş” değil, “Satış” olduğunu görmeye başladılar.Bizler, AKP’nin imzaladığı resmi belgelerle konuşurken, Tayyip Erdoğan “kuru gürültü” ile cevap vermeye kalkmaktadır. Sayın Başbakan imzaladığı belgelerin taviz olmadığına inanıyorsa çıksın o belgeleri göstererek konuşsun, belgeleri gizleyerek “AB Hayal Ticareti” yapmasın.
AKP’nin sadece “3 Ekimde müzakere süreci başlatılacak” kısmını seslendirdiği 17 Aralık Zirvesi’nde alınan kararların Türkiye ile ilgili maddelerine bakmamız iyi olacaktır.
19. Avrupa Konseyi, Türkiye’nin, yeni AB üyesi ülkelerin katılımını dikkate alarak, Ankara Anlaşması’nın uyarlanmasına dair protokolü imzalamak yönündeki kararını memnuniyetle karşılamaktadır.
Bunun ışığında, Türkiye’nin, “Türk hükümeti, Ankara Anlaşması’nın uyarlanmasına ilişkin Protokol’ü katılım müzakerelerinin fiilen başlamasından önce ve AB üyeliğinin mevcut durumu çerçevesinde gerekli olan uyarlamaların üzerinde anlaşmaya varılması ve tamamlanması ertesinde imzalamaya hazırdır” yönündeki deklarasyonunu memnuniyetle karşılamaktadır.
20. Avrupa Konseyi, iyi komşuluk ilişkileri kurulmasına yönelik açık taahhütler verilmesi gereğinin altını çizerek, Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerini geliştirmesini ve bekleyen sınır uyuşmazlıklarının Birleşmiş Milletler Şartı’nın uyuşmazlıkların barışçı çözümü ilkesine uygun bir şekilde çözüme kavuşturulması için ilgili Üye Ülke ile işbirliğine devam etmeye hazır olmasını memnuniyetle karşılamaktadır. Konuya ilişkin olarak, başta Helsinki’de alınmış olanlar olmak üzere, önceki sonuç bildirgeleri uyarınca, Avrupa Konseyi, bekleyen uyuşmazlıklara ilişkin durumu gözden geçirmiştir ve buna ilişkin istikşafi (açıklayıcı) temasları memnuniyetle karşılamaktadır. Bu bağlamda, katılım sürecini sekteye uğratabilecek nitelikteki çözümlenmemiş uyuşmazlıkların, gerektiği takdirde, sonuçlandırılmak için Uluslararası Adalet Divanı’na götürülebileceği yönündeki görüşünü teyit etmektedir. Avrupa Konseyi, kaydedilen ilerlemeler konusunda bilgilendirilecek ve konuyu, uygun görüldüğü taktirde, gözden geçirecektir.
23-4. Aday ülkenin Birliğe katılımının mali yönleri, uygulanan Mali Çerçeve kapsamında ele alınmalıdır. Bundan ötürü, müzakerelere henüz başlamamış ve Birliğe katılımı mali reform gerektirecek kadar büyük mali sonuçlar yaratacak olan adaylar ile müzakereler, olası önemli mali reformlarla birlikte ancak 2014 yılından sonraki dönemi kapsayan Mali Çerçeve’nin oluşturulmasından sonra tamamlanabilecektir.
23-5. Müzakerelerin ortak hedefi Birliğe üyeliktir. Sonuçları önceden garanti edilemeyen bu müzakereler açık uçludur.
Yani maddelere bakacak olursak, 19. maddede AB Türkiye’ye ‘3 Ekimde müzakere sürecini başlatacağız, ancak bu sürede ‘Ankara Anlaşmasına’ eklenen ek maddeyi yani Kıbrıs Rum Kesimini tanımanız gerekmektedir’ demiş.
Yine 20. maddede Türkiye’nin dış politikasının, AB’nin istediği yönde olmak zorunda olduğu, AB’nin istemediği bir politikanın kabul edilemeyeceği belirtilmiştir.
23-4. maddesinde ise müzakere sürecinde Türkiye’nin ne yaparsa yapsın 2014’ten sonra Türkiye’nin üyeliği ile ilgili asıl görüşmelerin başlayacağı belirtilmiş
23-5. maddesinde ise, yine Türkiye ne yaparsa yapsın müzakere sürecinin ucunun açık olduğu, süreç sonunda Türkiye’nin AB üyesi olamayacağı ihtimalide özellikle belirtilmiştir.
17 Aralık’ı Kızılay Meydanı’nda “Zafer” gibi kutlayan AKP, aslında 17 Aralık Zirvesi’nin “Rezalet” olduğunu saklama ve aldatma amacıyla kutlama yapmış, Türk Milletinin gözünü boyama çabası içerisine girmiştir.
O günden, bugüne kadarda AKP her türlü tavize evet derken, yanlısı medya bu “göz boyama” taktiğine uygun biçimde görevini yapmıştır.
AKP’nin limanların açılması ise Rum Kesimini fiilen tanımayı kabul etmesine karşılık AB bununla yetinmemiş Kıbrıs’ı resmen tanıma şartını yinelemiştir.
29 Temmuz 2005’te Dışişleri Bakanlığı hukuki bir anlam ifade etmeyen bir deklarasyon ile buna cevap vermiştir. Ancak, AB’nin gecikmeyen karşı deklarasyonu, 21 Eylül’de şu ifadelerle onaylandı.
1- Avrupa Topluluğu ve üye devletleri, Aralık 2004 tarihli Avrupa Konseyi Zirve sonuçları uyarınca, bir tarafta Topluluk ve üye devletleri diğer tarafta Türkiye olmak üzere taraflar arasında ortaklık ilişkisi kuran Anlaşma’ya ilişkin Ek Protokol’ün Türkiye tarafından imzalanmasını teyit eder. Avrupa Topluluğu ve üye devletleri, Türkiye’nin, Protokol’ün imza aşamasında Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ilişkin bir deklarasyon yayınlamaya gerek görmesini esefle karşılar.
2- Avrupa Topluluğu ve üye devletleri işbu deklarasyonun tek taraflı olduğunu, Protokol’ün bir parçası olmadığını ve Türkiye’nin Protokol’de yer alan yükümlülükleri üzerinde hukuki bir etkisi bulunmadığını açıkça belirtir.
3- Avrupa Topluluğu ve üye devletleri, Ek Protokol’ün tam ve ayrımcılık yapmaksızın uygulanmasını ve ulaştırma araçlarına getirilen sınırlamalar da dahil olmak üzere malların serbest dolaşımına ilişkin tüm engellerin kaldırılmasını bekler. Türkiye, Protokol’ü tüm üye devletlere bütünüyle uygulamalıdır. AB bunu yakından takip edecek ve 2006 yılında tüm uygulamayı değerlendirecektir. Avrupa Topluluğu ve üye devletleri, ilgili başlıklarda müzakerelerin başlamasının, Türkiye’nin anlaşmadan doğan yükümlülüklerini tüm üye devletlere karşı yerine getirmesine bağlı olduğunu vurgular. Yükümlülüklerin bütünüyle yerine getirilmemesi müzakerelerin genel seyrini etkileyecektir.
4- Avrupa Topluluğu ve üye devletleri, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1 Mayıs 2004 tarihi itibariyle Avrupa Birliği üyesi olduğunu hatırlatır. Uluslararası hukuk konusu olarak sadece Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıdıklarının altını çizer.
5- Tüm üye devletlerin tanınması katılım sürecinin gerekli bir parçasıdır. Buna uygun olarak AB, Türkiye ve tüm üye devletler arasındaki ilişkilerin biran evvel normalleşmesine verdiği önemi vurgular.
6- Konsey, 2006 yılında, tüm bu konulara ilişkin kaydedilecek gelişmelerin takibini temin edecektir.
7- Bu deklarasyon bağlamında, Avrupa Topluluğu ve üye devletleri BM Genel Sekreteri’nin, ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararları ve AB’yi kuran temel ilkeler doğrultusunda, soruna kapsamlı bir çözüm getirme yolundaki çabalarına destek verilmesinin önemi hakkında ve adil ve kalıcı bir çözümün bölgede barış, istikrar ve uyumlu ilişkilere katkıda bulunacağı konusunda mutabıktırlar.
Görüldüğü gibi, AB Kıbrıs’ı resmen tanıma şartını getirmiş, bu tanımayı 2006’ya kadar yani 3 aylık dönemde tanıma mecburiyeti getirmiştir. Aksi takdirde 2006 yılı içerisinde yapılacak incelemelerle müzakere sürecinin kesileceği işaretini vermiştir.
AB’nin yapacağı şudur. Müzakere süreci adı altında Türkiye’nin elinden Kıbrıs’ı, Ege’yi alacak, tarım vs. gibi bütün ekonomik işlevlerimizi durdurarak Türkiye ekonomisini direk AB bağımlısı yapacak, PKK’nın siyasi parti olarak görülmesini sağlayacak, Türkiye’de Kürtler federasyon kurulmasını sağlayacak, Türkiye’de bir iç savaş çıkaracak daha sonra da iç savaşı bahane ederek Türkiye’ye müdahaleyi bile düşünecek duruma geleceklerdir.
Bu saydıklarımız verilecek tavizlerin sadece birkaçıdır. Ancak bu söylediklerimizin gerçekliğini zaman gösterecektir.
Bütün bu tavizler AKP ve yanlısı medya tarafından milletimizden gizlenmiştir. Ancak milletimizin gözünden kaçmaması gereken şu hususları tekrar hatırlatmak isterim.
AKP ile birlikte, Türkiye’nin AB sürecini desteklediğini resmen açıklamış bazı gruplara ya da kişilere bakalım.
PKK, resmen AKP dönemindeki AB sürecini desteklediğini ve hatta bu sebeple, AB sürecine zarar vermemek için sözde ateşkesini uzattığını açıklamıştır.
Avrupa Parlamentosu “Kürt Konferansında” konuşma yapan ayrılıkçı unsurlara ait kişilerin hepsi, AKP çizgisinde Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediklerini söylemişlerdir.
Kıbrıs Rum Kesimi Dışişleri Bakanı Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediklerini, AKP çizgisini takdir ettiklerini söylemiştir.
Yunanistan Başbakanı’da AKP’nin izlediği AB politikalarının olumlu olduğunu ve desteklenmesi gerektiğini söylemiştir.
Yine, MHP’nin 2 Ekim’de Ankara Tandoğan’da düzenleyeceği “Başkent Ankara” mitingine karşılık, AKP tarafından yönlendirildiğini düşündüğümüz ve PKK yanlılarının AKP’ye ve AB’ye destek amaçlı düzenlenen başka bir mitinginde Diyarbakır'da yapılması başka bir örnektir.
Ülkemiz içerisinde ne kadar ayrılıkçı varsa, ne kadar Türk düşmanı varsa hepside bir ağızdan AKP’nin izlediği AB politikasını desteklemekte ve AKP’nin elinin güçlendirilmesi gerektiğini söylemektedirler.
Şimdi soruyorum siz değerli okuyucularımıza:
* Bu AB süreci kimin hayrınadır?
* Neden bütün Türk düşmanları AKP ile aynı çizgide konuşmakta, AKP’yi desteklediklerini açıklamaktadırlar?
* AKP’nin sizlere uyguladığı “göz boyama” taktiğini daha ne kadar yutacaksınız?
* Tepkinizi hukuki dille göstermek için daha ne bekliyorsunuz?
Son olarak çağrım ülkemizin tüm vatanseverlerinedir.
Siyasi görüşünüz ne olursa olsun, daha önce kime oy vermiş olursanız olun, içinizde biraz vatan sevgisi varsa hep birlikte MHP’nin “Başkent Ankara” mitinginde olalım.
Türkiye’yi AB’ye satanlara karşı, Diyarbakır’dan bölücü çevreleri mutlu eden açıklama yapanlara karşı, bu ülkeyi bölmeye çalışanlara karşı; Türkiye’nin Başkenti’nin Ankara olduğunu tekrar hatırlatmak için, tek ses, tek yumruk olmak için Türk Bayrakları ile 2 Ekim’de Tandoğan’da olalım.
Ben orada olacağım. Ya siz?