Türk milleti tarihin her döneminde gururlu ve onurlu olmuştur. Büyük bir millete de yakışan zaten budur. Kaldı ki büyük millet olmak kolay ve hemen olacak bir durum da değildir. Toplumsal ve tarihi şartları bulunmaktadır. Bir milleti bizatihi kendisi büyük yaptığı gibi, temsilcileri, başka bir deyimle yöneticileri büyüklüğün sürekliliğini sağlar.

Bir keresinde İran Şahı Rıza Pehlevi, Mustafa Kemal'i ziyarete gelmişti. Mustafa Kemal ile Şah birlikte İzmir Öğretmen Okulu'nu ziyaret etmişler. Birlikte okulun kapısına geldiklerinde Mustafa Kemal nezaket gösterip Şah'ı önden buyur eder. Bunun üzerine Şah, Mustafa Kemal'e dönerek şunları ifade etmiştir:

"Yok, men leşkerem, serdarsın sen. Önden sen buyur." Bunun üzerine Mustafa Kemal önden içeri girmiştir.

            Bu tarihi misal Türk milletinin büyüklüğünden şüphe duyanlara bir tokat gibi inecek anlamlar taşımaktadır.

            Yine bir keresinde İran Şahı ülkesine dönerken, Atatürk'ün elini sıktıktan sonra şu tarihi sözleri sarf eder:

"Menim birader, bilesiniz ki şarkta bir kolordu kumandanınız hazır bekliyor"

             Nerden nereye!

            Machiavelli insanlığı ikiye ayırır: Tarihi yapanlar ve tarihin malzemesi... Bu bağlamda Türk milleti tarih sahnesine çıktığından beridir tarih yapmış, tarihe asla malzeme olmamıştır. İşte bu yüzdendir ki, milli onuru/gururu zedeleyen, tartıştıran her olay; özellikle Türk milletine mensubiyetten şeref duyanlar için derin bir üzüntü kaynağı haline gelmektedir.

Her birey düşüncelerini kendi dili üzerinden aktarır. Her milletin de yaşadığı olayları tarihine göre değerlendirmek yerinde bir yaklaşım olacaktır. Bu nedenle Cevdet Paşa'nın deyimiyle, her millet kendi tarihini muhafazaya mecburdur. Tarihi muhafaza etmek; milli kimliği, milli gururu, inançları, ülküleri muhafaza etmek demektir.

Ne yazık ki, değer ve kıymetlerimize Tanzimattan beri yoğun bir saldırı bulunmaktadır. Bu durum paralelinde Türk aydını da mukaddeslerini bir bir sorgulamış, bir an önce de onlardan kurtulmaya çalışmıştır! İman ve ideal fukarası nesillerin yetişmesi ve birçok yerde de sorumluluk sahibi olmasıyla Türk milletinin büyüklüğü algılanmamış, anlaşılmamış ve anlatılamamıştır. Zira bilmeyen bir şey anlatamaz. Sinsice pusuda bekleyen Türk milletine yabacı ve uzak ideolojiler, tıplı rahmetli Cemil Meriç'in dediği gibi, setleri yıkan ırmaklar gibi her tarafa yayılmışlardır. 

Kıtaları ipek kumaş gibi kesen, atıyla cihana korku salan büyük bir milletin bu yüzyılda ki fertlerine tarihlerinden utanmaları, kendilerine güvenmemeleri sanki ısrarla telkin edilmektedir. Bununla birlikte; tarihe, insanımıza, Türk'e karşı tahammülsüz olan içte ve dışta ki mihraklar; her milli düşünen kişiye, ya da milliyetçi yaklaşıma kızıl şal görmüş İspanyol boğası gibi saldırmaktadır. Bu saldırılar, genellikle masum ve mahzun kavramları paratoner olarak kullanmaktadır. Demokrasi, insan hakları, barış, hak, özgürlük gibi haklı ve herkesçe üzerinde mutabakat sağlanılan kelimeler üzerinden planlanan hain emeller bir bir Türk milletinin karşısına çıkmaktadır.

            Her yeni gün demokrasi ve barış adına dayanılmaz bayağılıklar ve fitneler sahne almaktadır. Van'da düzenlenen ve adına barış mitingi denilen ihanet sahnesinde halen milletvekili olan, kocasının da dağda yaşayan bir cani olduğu basına yansıyan birisinin yaptığı konuşma gelinen aşamanın ciddiyetini göstermesi bakımından önemlidir:  "Herkesin bir ailesinin olduğu gibi bir PKK'lının da ailesi vardır. Onlar da demokratik açılımlarla ailelerine kavuşmayı bekliyor. Gelin bu demokratik açılımları gerçekleştirelim. Dağdaki PKK'lılar insin." İnanılacak gibi değil! Ama gerçek. Aynı gün barış adına toplantı yaptıkları propagandasını yapan ihanet şebekesi mensuplarının, güvenlik görevlilerine saldırmaları, bu güruhun barıştan ne anladıklarını da açık bir şekilde bir kez daha ortaya koymuştur. Güvenlik görevlilerine saldıranlara karşı, karşılık verilmesi anında konuşmaların yapıldığı kürsüden yapılan anons da; güvenlik görevlilerinin ortamı provoke etmemelerinin istenmesi küstahlığın ve riyakârlığın geldiği aşamayı göstermesi bakımından anlamlıdır.

Diğer taraftan Batman'da yapılan mitingde ise Leyla Zana isimli tescilli bölücü şunları söylemektedir: "Bizim irademiz, ne kadar güçlü olursa, dünyada bu iradenin karşısında hiçbir güç duramaz. 7'den 70'ine kadar herkes "Biz savaşa hazırız" diyor. Biz savaşı da biliyoruz, ancak beynimizde barış için adım atmak var. Bu barış nedir? Barışın içini dolduralım. Kimliğimiz anayasada yer alsın. Biz kimseye ihanet etmiyoruz, bize de kimsenin ihanet etmesini istemiyoruz. Yönetim kademesindeki herkese sesleniyorum. Buna bütün asker ve sivil yöneticilerde dâhil. Sabrımızı taşırmak istiyorsunuz. Biz sabırlı halkız. Bizim sabrımızla ve duygularımızla oynamayın. Küçük siyasi oyunlarınızı bizim üstümüze oynamayın."

Konuşmanın arasına yerleştirilen; savaş, sabrımız taşmak üzeridir, gibi ifadeler aslında niyetleri açıkça göstermektedir. Bu ve benzeri örnekler açıkça siyasette ki mahfillerle, dağdaki uzantılarının uyumlu bir biçimde zehir saçmaya devam ettiklerini kanıtlamaktadır. Ayrıca kimlik taleplerinin anayasada yer alması yönünde ki yaklaşımlar, sivil anayasa hazırlama iddiası ile ortalıkta dolaşanların gerçekte hangi istekleri uyandırdıklarının da bir göstergesi olmuştur.

Öte yandan, dağdaki hainlere, silahları bırakıp şehre gelmeleri ve siyaset yapmaları konusunda en üst seviyeden çağrılar yapılmaktadır. Bu kadar yoğun ve rahatsız eden ihanet tuzakları ortada ve belirgin haldeyken, yönetici mekanizmadan Türk milletini rahatlatıcı sert bir tepkinin gelmemesi, ayrıca düşündürücüdür.

Nitekim aman dağa çıkmasınlar, siyasette kalsınlar yaklaşımı yeni bozguncu ve ayrılıkçı niyetleri heyecanlandırabilme riski taşımaktadır. Hukuksal bir sürecin işlediği bir aşamada, parti kapatılmasına yönelik eleştirisel yaklaşımlar ise, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin uygulanabilirliğiyle ciddi bir biçimde çelişmektedir.

Yukarıda ifade ettiğim gibi, büyük millet olmak kolay değildir. Türk milleti tarihinin her döneminde vakarıyla ve haklı olarak büyük bir millet olma özelliğini her zaman korumuştur. Türk milleti büyüklüğünü masa başlarında değil, meydanlarda kazanmıştır. Ancak son dönem ortaya çıkan olaylar kaygı verici boyutta olup, her milleti imrendirecek tarihi gerçeklerle uyuşmamaktadır.

Oval Ofiste muhatap olunan Başkan Bush'un davranışları,  Suudi Arabistan Kralı ile birlikte ortaya çıkan manzara ve bölücü ihanet taraftarlarının onca faaliyetine rağmen, hala ciddi bir tepki verilmemesi, son zamanlarda yaşanılan üzücü ve milli onuru incitici bazı gelişmeler olarak tarihteki yerini almıştır.

            Görünen odur ki; Türk milletinin bu girdaptan kurtaracak olanlar, Türk milletine mensubiyetten gurur duyan Türkiye sevdalıları olacaktır. Yani milli gururun sarsıntısı mutlaka son bulacaktır. Türkiye sevdalısı olan Türk milliyetçilerinin, Türk milletiyle olan vuslatı çok yakında gerçekleşecektir. Bu durum sadece bir zaman meselesidir. O zaman da, tahmin edilenden daha yakındır...