Hep düşünmüşümdür; yüz yıl sonra, içinden geçtiğimiz süreç acaba ne şekilde yazılacak? Olaylar nasıl yorumlanacak?

Kimin haklı, kimin haksız olduğu sağlıklı bir biçimde yapılabilecek mi? Çoğunluğunuzun ‘bırak şimdi yüz yıl sonrayı, bugüne bak' sözlerini duyar gibiyim! Elbette böyle bir itirazın da kendi içinde haklı yanları var, ama bir milliyetçi olarak asla yarını da ihmal etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Aksi halde, sorumsuz ve duyarsız bugün algısı, yarınlarda Türk milletini, tıpkı bugünlerde olduğu gibi çok zor durumlara sokabilir!

Tabii gelecekle ilgili beklentilerimin içinde korkularım da var. Hatta öngörülerimi bu korkular biçimlendiriyor. Bundan bir türlü yakamı kurtaramıyorum. Shakespeare'in ‘Bütün dünler bugünleri aydınlatan fenerlerdir' sözü takılıp kalıyor zihnimin tam merkezine... Eğer, içinden geçtiğimiz zaman dilimi, yarınları da belirleyecek, en azından ışıtacaksa o zaman vay halimize!

Bildiğim ve inandığım bir şey var: Geçmiş, geleceğine ilişkin amacı, gelecek ise geçmişine dair hissi ve fikri olan milletler için bir anlam ifade eder. Yoksa bu iki tarihsel blok arasındaki kapanmaz ve onmaz uçurumlar emin olun ki, millet hayatında tarifsiz yaralar açar. Bunun sancılarını ise yüz elli yıldır yaşadığımız tartışmasız. Belki, bu tarihi değerlendirmeyi biraz daha geriye götürmemiz bile mümkün. Ama ne olursa olsun karşımızda hala temel müştereklerde bir araya gelememiş, asgari uzlaşma alanlarını inşa edememiş ve temel kaidelerde buluşamamış bir toplumsal yapı var. Ve bu yapının ürettiği siyaset ve ekonomi modeli(?) çözüm ve çare alanında son derece başarısız. Başka türlüsü de zaten çok zor olurdu...

Bugünkü çağda meselelere yaklaşımdaki görüş, anlayış ve kavrayışta çok ciddi sorunlar bulunuyor. Bu itibarla her konu toplumu, anında değerlerin mihmandarlığında cephelere sevk ediyor ve toplum birbirinden hızla ayrışıyor. Merakım, hiçbir ana ve hayati meseleler üzerinde, bu kadar birbirinden uzaklara düşmüş bir toplumsal yapının uzun süreli var olup, olamayacağı noktasında düğümleniyor. Toplumsal amentünün zedelendiği bir ortamda, başka bir şey aklıma inanın gelmiyor...

Bakın Anayasayı konuşuyoruz. Ve Türkiye hızla bir referanduma gidiyor. İktidar partisinin ülkemizi sokmuş olduğu dar patika ve karanlıklarla dolu süreçte, anayasa değişikliklerinin akıbeti; ‘Evet' ve ‘Hayır' arasındaki bir tercihle (düelloyla) belli olacak. Ben ilke olarak bu anayasa değişikliklerinin hiçbir faydasının ve anlamının olmadığını, böylesi bulanık ve karmaşık bir dönemde, toplumsal sözleşmede yapılacak kısmi bir yenileşmenin hepimizin yararına olacak bir sonucu ortaya çıkarmayacağını düşünüyorum. Bu konuda MHP lideri Devlet Bahçeli'nin tüm görüşlerinin ve itirazlarının çok haklı gerekçelere dayandığına inanıyorum. Ve ‘Hayır' kampanyasının hedefine ulaşmasını, millet varlığının bütünlüğü için vazgeçilmez görüyorum. Tabii benim bunu görmem yetmiyor, Türk milletinin kahir ekseriyetinin de böyle düşünmesi gerekiyor...

Türkiye bu sürece ağır bedeller ödeyerek geldi. Hiçbir konu, kavga ve gerilimden uzak bir şekilde toplum gündemine ulaşamadı. AKP'nin tek taraflı ve dayatmacı tavrı ve yıkım projesindeki inat ve ısrarı attığı her adıma kuşku ile yaklaşılmasına neden oldu ve oluyor da. İktidar partisi kiminle sorunu varsa, bu sorunu demokrasi ve özgürlükler alanında imal ettiği siyasi kalkanlarla karşılamaya çalıştı. Anayasa değişikliği süreci de böyle... Adına açılım denilen ve millet varlığını alt etnik öbeklere ayırarak bölücülüğe umut veren yıkım projesinin toplumsal yapıya yedirilmesi ve sindirilmesi için anayasa değişiklikleri bir vasıta olarak kullanıldı. Maksat aslında daha fazla özgürlük, daha çok demokrasi ve daha etkili bir hukuk falan değil. Gerçekten de bir düşünmek gerekiyor, biz yazılacak bir anayasa metniyle mi daha huzurlu olacağız? Daha üst bir refah ve gelişmişlik seviyesine ulaşacağız? Gelişmeyi ve birlikte yaşamanın vazgeçilmezlerini kanun metinlerinde mi bulacağız? Eğer bir siyasi iktidar, tüm sorunları anayasa değişikliğine kilitlediyse -ki öyle- o zaman aczini de itiraf etmek ve yönetme konusunda tam bir başarısızlık örneği sergilediğini kabullenmek durumunda. Sorun aslında ne anayasada, ne de kanunlarda... Elbette buralarda da problemler var, ama sorununun kaynağında asıl uygulama kusurları ve garabetleri bulunuyor. Demokrasiyi yalnızca kendisiyle ilgili konularda hatırlayan ve savunan, toplumsal gelişme ve ilerleme konularında hiçbir değerli katkı sağlayamayan bir hükümet modelinin bahaneler üretmesi ve oralara sığınması sağlıklı bir durum değil.

Bir tarafta, köksüz kimliklere duygusal bir boyut kazandırılacak ve alt kimlikler kültürel temelde seferber edilecek; öbür tarafta da ‘biz biriz, beraberiz' hezeyanlarıyla toplum ayakta tutulmaya çalışılacak!

Bir tarafta, mahalli düzeydeki bir dilin kamusal alana devlet kanalıyla taşınması sağlanacak, diğer tarafta tek milletten bahsedilecek ve resmi dilin Türkçe olduğu iddia edilecek!

Bir tarafta, millet otuz altıya bölünerek, farklılık ekseninde tanımlanacak,  başka bir tarafta da bu parçalardan bir bütün çıkarılmaya uğraşılacak!

Bir tarafta alt etnik(?) grupların kültürel hakları hatırlatılacak, başka bir tarafta da Türk milletinin devamlılığından bahsedilecek. Allah aşkına bunlar nasıl olacak, nasıl sağlanacak? Ve bu dağılmanın oyun kurucusu da demokrasi olacak! Böyle ilan edilip, bu şekilde takdim edilecek... Tam bir deli saçması... Tam bir zırva...

Bana göre, bu iddiaların tarafları Türk ve Türk milleti kavramını anlamıyorlar. Ya da bunlara inanmıyorlar. Türk olmanın his, bilgi ve bilinç işi olduğunun farkında bile değiller. Millet olmanın ise kutlu ve eşsiz manasını idrak dahi edememişler gibi görünüyorlar...

Anayasa değişikliklerine gelesiye kadar meydana gelen tüm gelişmelere bakın ve birbirinden kopuk gibi görünen hatları lütfen birleştirin. O zaman oyunları birer birer görebilirsiniz...

Anayasa değişiklikleri konuşulurken, vatan evlatları al bayrağa sarılı bir şekilde baba ocaklarına dönüyordu.

Hükümet Anayasa değişiklikleriyle oyalanırken, bölücü hainler dağlarda kan kusuyordu. Anayasa gündemdeyken, birlikte yaşayıp, yaşamayacağımız konuşuluyordu. Demokrasi ve gelişmişlik nutukları atılırken, işsizlik, yoksulluk ve sefalet toplumu felç ediyordu.Köylü perişandı, emekli tükenmişti ve esnaf can çekişiyordu. Böylesi bir ortamda anayasa değişikliği için referandum yapılıyor. Yani bütün kusurların müsebbibi anayasa, tüm sorunların kaynağı anayasa hükümleri! Buna kargalar bile gülmez...

Ne kadar kolay suçlu bulmak ve ilan etmek. Sorumluluktan kaçmak ve biriken sorunların merkezinde Anayasa'yı görmek! Bu kafa yapısına göre, 12 Eylül'den sonra bambaşka bir Türkiye olması gerekiyor. Ama böyle olmayacağını ve sorunların artarak devam edeceğini bilmem söylememe gerek var mı?

Biz; özgürlük, eşitlik ve kardeşliği önce zihinlerde oluşturmalıyız. Metinlere, kanunlara anlam katan ve onu uygulayan insan faktörüdür. Bunu gözetmeden, toplumun her alanını propagandanın malzemesi yaparak bir değer üretmek mümkün değildir. Bu millet daha çok demokrasiden önce, daha çok iş, aş ve refah istiyor. Bunu beceremeyenler, cambaza bak taktikleriyle milleti uyuşturuyor. Ve asıl niyet ve maksatlarını gizliyorlar. Anayasa değişikliği MHP lideri Bahçeli'nin sözleriyle ifade edecek olursak yıkım projesinin bir aşaması. ‘Hayır'ın, ‘Evet'le olan 12 Eylül tarihli düellosu ise çok çetin geçecek ve ‘Hayır' galip gelecektir... Çünkü ‘Hayır' hazırlıklıdır ve haklıdır...