Türkiye kendi içinde birbirinden kopuk ve kutuplara ayrılan sosyolojik bir kırılmayla karşı karşıya. Bizim için hem bugün, hem de tarihte çok önemli olan düzen fikri ve ideali ciddi anlamda tahrip olmuş durumda.

Mesela Osmanlı İmparatorluğu'nda düzen bozucu işlere fitne çıkarmak deniyordu. Nitekim bugün, fitnenin endişe verici bir mesafe aldığı görülüyor...

Düzen elbette sadece Türk toplumunda sahiplenilen, ön plana çıkartılan bir hal/durum değildi. Batı toplumlarında da düzenin sağlanması öncelikliydi. Dayanışmacı felsefenin mimarlarından A.Comte düzeni; temel ilkelere dönük bir kararlılık olarak tarif etmiş, bunun da ancak bir toplumu meydana getiren üyelerin çoğunluğu benzer görüşlere sahipse söz konusu olabileceğini iddia etmişti.

Kendi toplum açımızdan düzen konusuna yaklaştığımızda şu tespiti rahatlıkla yapabiliriz: Türkiye'de uzunca bir süredir çoğunluğun benzer görüşleri ne yazık ki hiç dikkate alınmıyor. Çoğunluk, Türk kimliğine anlam ve ruh veren yegâne hâkim kültürel unsur olarak hayatiliğini her daim hissettirmiştir.

Çoğunluğu niceliksel bir üstünlükten daha çok, Türk milletinin taşıyıcı ve koruyucu değerlerini üreten, devamlılığını sağlayan dinamikleri harekete geçiren bir sosyolojik gerçek olarak görmek gerekiyor.

Ancak, çoğunluğun farkına varamadığı gücü, gemi azıya almış azgın bir grup tarafından sürekli zedeleniyor. Bu itibarla; ayrışma, bölünme, özerklik gibi tehlikeli kavramlar çoğunluğun gündemine etkili bir şekilde sokulmuş durumda!

Ne yazık ki çoğunluk ortaya çıkan tehlikeli gelişmeleri şaşkınlıkla izlemekle yetiniyor. Olanlara da çoğu zaman anlam veremiyor. Çıkartılan gürültü ve patırtının yersiz ve gereksiz olduğunu düşünüyor. Ancak, meselenin sanıldığından daha ciddi olduğunu bir türlü ya anlamak istemiyor ya da hayatın yol açtığı sosyo-ekonomik zorluklar nedeniyle anlayamıyor.

Gündelik siyasetin getirdiği angajmanlar ve polemikler analitik bakışı köreltmiş durumda. Bu nedenle, içinde kıvrandığımız sorunlara yönelik sağlıklı bir değerlendirme, kapsayıcı tahliller ve uzlaşmayla sonuçlanacak yaklaşımlar yapılamıyor. Bir de bunların üstüne ekonomideki alaborayı, krizin toplumsal yapının her yanına sirayet etmesini ilave ettiğimizde karmakarışık bir tablo karşımıza çıkıyor.

Sürekli kurulu düzenle çekişme halinde olan bir siyaset uygulamasının yaygarasıyla günlerimiz geçiyor. Siyasal bir hedef uğruna, bu zamana kadar bir aykırılık arz etmemiş olan farklılıklarımızı hatırlatarak; siyasi pozisyon güçlendirmesi amaçlayanlar gerçek anlamda birliğimizi ve Türk milletini oluşturan unsurlar arasındaki bin yıllık kardeşliği ateşe atmak üzereler!

Bu aşamaya milli kavramların, kuruluşların ve inanışların muhasara altına alınarak gelindiği vicdanını teslim etmemiş herkesin malumudur. Çekim alanı zayıflayan ve etkisizleşen milli değerler sonucunda, akıl tutulması her tarafı baskılamış durumda.

Ne zaman yüksek sesli demokrasi vurgusu yapılsa, arkasından mutlaka çalkantı, tartışma ve kamplaşma beraberinde geliyor. İnsanımızın, yaşadığı toplumsal çevre tarafından şekillendirilen idraki zayıflatıldığından çözüm, çare, çıkış, barış gibi kavramların gerçek hedefi anlaşılamıyor. Kürt meselesini en öncelikli sorun olarak tarif edip, bunun çözülmesi için harekete geçenlerin karanlıkta kalmış niyetleri de maalesef tam olarak anlaşılamıyor.

Yüzyıllık Sevr zihniyetinin fay hattında, bugün meydana gelen çatlamaların; Türk milli kimliğinde ve asırların olgunlaştırdığı millet hayatında yarattığı sarsıntılar çoğunluğun huzurunu alabildiğine kaçırmış durumdadır.

Kürt açılımı adıyla son günlerde dillendirilen konu, bu anlattıklarımın son versiyonu niteliğindedir. Bir defa, Kürt sorunu gibi söz ya da tanımlamalar en başta toplumsal yapının bütünleşme yeteneğini yok edici bir özellik taşımaktadır. Sürekli olarak Kürt ile Türk'ün birbirinden farklılığını vurgulamak, ayrıntıları ya da farklıkları abartmak; buna karşın benzerlikleri küçümsemek veya ihmal etmek bin yıllık kardeşliğe vurulacak en büyük darbe olacaktır!

Çok detaya inmeden, bugün içinde çıkış aradığımız sorunların birçok sebebinin dünden miras kaldığını,  şekil ve kılık değiştirerek bugünkü iktidar zihniyetine zemin hazırladığını ifade etmek istiyorum.

Açılım, çözüm, tabuların yıkılması, anaların artık ağlamaması gibi hassas kavramlarla üstü örtülmeye çalışılan sürecin etnik bir kangrene dönüşmesi kuvvetli bir ihtimal olarak karşımızda durmaktadır.

Bir defa şunu açıklıkla belirtmek istiyor ve tarihe not düşüyorum: Kürt meselesi olarak tarif edilen süreç, öyle ya da böyle bölücü terörü aklayacak ortamı beraberinde getirecektir.

İmralı'da yatan caninin meşrulaşması ve siyasette hukuki (fiilen var zaten) pozisyon alabilmesi için çok yoğun bir süreç Türk toplumunu beklemektedir.

Er ya da geç; bölücülüğün siyasi uzantısının mensupları tarafından dile getirilen ve küresel mahfiller tarafından projelendirilen Kürdistan'ın kurulması için her yol denenecektir.

Ancak, bu süreç çoğunluğun inisiyatifi ele almasıyla tamamen farklı bir mecraya geçebilir.

Eğer çoğunluk; tarihi ve milli gerçeklerimizden kopuk, meşruiyeti başka yerlerde arayan zihniyet yapılanmasını demokratik yollardan tasfiye ederse içinde sürüklendiğimiz süreç tamamıyla başka bir mecraya çevrilebilecektir.

Her türlü değerin erozyona uğradığı bu dönemde, sistematik bir plan dâhilinde yürütülen propaganda ile birbirinde şüphe duyar bir hale gelen Türk toplumu; müşterek milli değerlerin çevresinde birleşerek gerçek gücün kimde olduğunu son bir gayretle gösterebilir.

Bu tarihi sorumluluğun farkına varılabilmesi için; milli düşünen, milli kaygıları olan, birlik ve bütünlükten yana tavır alanların bilinçli eylemleri belirleyici olacaktır.

Bu kutlu topraklarda namusumuzla, haysiyetimizle ve Türk milletinin bir ferdi olarak yaşayacaksak başka yol ve yöntem artık kalmamıştır. İhanetin cüret kazandığı, hatta küstahlaştığı bu zaman zarfında yeni bir milli silkiniş ve ayağa kalkış mutlaka gerçekleşmelidir.

Devlet Bahçeli'nin dediği gibi; "Türk milletinin, üzerine oynanan kirli oyunları, engin sağduyusu, birlik ve dayanışma ruhu ve geleceğine sahip çıkma şuuruyla bozacaktır. Türkiye'nin etnik kutuplaşmalara ve kardeş kavgalarına sürüklenmesini amaçlayan tahrikler karşısında Türk Milleti bir bütün olarak ayağa kalkacaktır. Çünkü beraberce, mutlu günlere doğru kat edeceğimiz daha çok yüzyıllar vardır, ancak verilecek toprağımız, terk edilecek ilimiz, çizilecek sınırımız, vazgeçilecek insanımız yoktur." (Basın Toplantısı, 11.8.2009)

Ne Mutlu Türküm Diyene...