Dersim isyanı, belki döneminde bile bu kadar konuşulmamıştı! Bunun üzerinden yapılan istismar ise şirazesinden çıkmış durumda!

AKP meseleyi tam bir siyaset malzemesi yapıyor. Başbakan'ın ağzından "Evlad-ı Kerbela" ifadesi hiç eksik olmuyor. Ancak, Dersim isyanının doğrudan doğruya bu deyişle bir alakasının olmadığı açık. Geride kalan bir kalkışma adeta devletle ve tarihle hesaplaşmaya dönüştürüldü. Çok tehlikeli sonuçları olabilecek böylesi bir sürecin; etnik gerginliklerin yanında, mezhep temelli ayrışmalara da kapı aralayacağı ortada.

Bu kadar kara propagandadan sonra, Dersim hadisesinin nasıl çıktığı ve yayıldığı ve ne şekilde bastırıldığıyla ilgili birkaç şey söylemek sanıyorum yerinde olacaktır.

Bu kapsamda ilk müracaat edeceğim kaynak; isyan sürecine tanık olan, merhum Dış İşleri Bakanı İhsan Sabri Çağlanyangil'in anılarıdır. Çağlayangil'in anıları Bilgi Yayınevinden 2007 tarihinde çıktı. Kitabın 65. sayfasından itibaren Dersim olayları anlatılıyor.

Yıl 1937... Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer, bir gün İhsan Sabri Çağlayangil'i çağırarak(ki o dönemde kendisi emniyet müdürüdür) Gazi Mustafa Kemal'in, Diyarbakır'da Singeç Köprüsü'nü açmaya gideceğini söyler. O tarihlerde de, Seyit Rıza Dersim'de çok fazla adı duyulan ve kendisinin Peygamberimizin soyundan geldiğini iddia eden bir kişidir.

Fırat nehrinin, Şeytan Köprüsü denilen bir mevkide dört metreye kadar daralan bir bölümü vardır. Buraya geçişi sağlamak için bir köprü yapılır. Köprünün başında ise bir karakol vardır. Karakolda da otuzüç asker bulunmaktadır. Komutan olarak da İsmail Hakkı isimli bir yedek subay görev yapmaktadır. Köprüye Dersimliler baskın düzenler. Karakol yakılır ve otuzüç askerimiz ve İsmail Hakkı asteğmen şehit edilir. Bu olay Dersim isyanının başlangıç tarihidir. Atatürk ise olayın hemen akabinde, meselenin kökünden halledilmesi için emir verir.

Elazığ'da o tarihlerde Müfettiş-i Umum-i Hüseyin Apdullah Paşa görev yapmaktadır. İhsan Sabri Çağalayangil'de Malatya Emniyet Müdürlüğü'nden Ankara'ya tayin edilmiştir. Ve İhsan Sabri Çağlayangil bölgeyi tanıdığından Elazığ'a gönderilir. Daha sonra, isyancıları durdurmak ve ele başlarını yakalamak üzere Tunceli'ye geçerler. Bu ele başlar arasında Seyit Rıza da vardır.

Dönemin hükümeti, düzenlenecek harekâttan önce, bölge insanının olaylara katılmasını önlemek maksadıyla mesajlar içeren bildiriler dağıtır. Bu mesajlar yöre halkı üzerinde etkili olur ve teslim olmalar başlar. Başlangıç itibariyle isyana 20-30 bin kişi katılmışken, kısa sürede bu sayı azalır. Seyit Rıza ise, kendisine yönelik harekâtın etkili olacağını anlayınca İngiltere Dış İşleri Bakanı Antony Edene'den yardım ister.

25 bin kişilik askeri bir birlik, isyanı bastırmak üzere dağların etrafını çevirerek, isyancıları sıkıştırır. Bunun üzerine birçok aşirette teslim olur. Yalnız kalan Seyit Rıza, isyanın kışkırtıcıları arasında yer alan Alişir isimli kişiden, İran ya da Irak'a iltica ederek kurtulmaları için İngiltere ve Fransa'ya yardım çağrılarında bulunmasını ister. Ancak Alişir'in 9 Temmuz 1937'de öldürülmesiyle bu istek gerçekleşmez. Bu esnada Suriye'den gelerek isyana destek vermeye çalışan teröristler etkisizleştirilince, Seyit Rıza iyice köşeye sıkışır ve 10 Eylül 1937 teslim olur.

Bundan sonra da olaylar durulmamıştır. 2 Ocak 1938'de pusuya düşürülen askerler şehit olmuştur. Ayrıca karakol baskınları da sürmüştür. Bunun üzerine de yeni bir hareket başlamış, olaylar bastırıldıktan sonra, bölgede yasak alan oluşturulması, 5 ila 7 bin kişinin batı bölgelerine nakledilmesi, silah arama-taramalarının yapılması gibi hükümleri içeren kararlar 6 Eylül 1938 tarihinde uygulamaya konulur.

Son tahlilde, Dersim isyanı, yerel çıkar gruplarının menfaatleri gereği merkezi otoriteye karşı gerçekleştirmiş olduğu terörist bir harekettir. Bu bir Kürt isyanı ya da mezhep temelli bir kalkışma değildir ve asla da olmamıştır. Bu olayda; İngiltere'nin, Fransa'nın, İran'ın, Ermenistan'ın ve Rusya'nın tahrik, yönlendirme ve kışkırtmaları çok fazla etkili olmuştur. Bir defa dönemin şartlarını düşünün: İsyanın çıktığı zaman süreci; Montrö Anlaşmasıyla Boğazların durumunun netleştiği ve ilerleyen zamanda Hatay'ın anavatana katıldığı yılardır. Doğal olarak, bu meseleler üzerinde etkili olmaya çalışan dış mihraklar, içteki uzantılarını kolaylıkla ve tıpkı Şeyh Said isyanında olduğu gibi kullanmışlardır.

Şimdi tekrar Çağlayangil'in anılarına dönerek, Seyit Rıza'nın idamına giden süreci nakledelim:

"Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı. ‘Asacaksınız', dedi ve bana döndü: ‘Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin.' Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. ‘Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz'dedi. Bu sırada Fındık Hafız asılıyordu. Fındık Hafız asılırken, Seyit Rıza görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız'ın idamı bitti. Seyit Rıza'yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza meydan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti: ‘Evladı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir." dedi... Seyit Rıza asılırken ilerden oğlunun sesi geliyordu: ‘Kulun kölen olam. Sığırtmacın olam. Gençliğime acıyın, öldürmeyin beni!' (s.72-73)

İşte bir isyanın bastırılmasının kısa hikâyesi bu şekilde. Tunceli olayı, esasen yukarıda da değindiğim gibi, bölgenin sosyal ve ekonomik şartlarını ıslah etmek üzere geliştirilen reform programına, daha önceden elde ettikleri haklarını kaybetmekten endişe duyan yerel aşiret ve feodal unsurların silahlı bir itirazıdır. Şimdi bu isyan hadisesini bugüne taşıyarak, Alevi İslam inancına sahip insanlarımızın tahrik edilmesi ve onlarla ilişkilendirmeye çalışılması, yeni bir dış kaynaklı oyunun daha sahnelenmeye başladığını göstermektedir. Nitekim, bu meselenin sıcaklığını koruduğu bir sırada, Brüksel'de AB Parlamentosunda Dersim isyanını konu alan bir konferans düzenlenmesi, bu tespitlerimi doğrular niteliktedir.

Bana göre gelecek perspektifinden koparılmak istenen bir millet ancak ve ancak bu şekilde geçmişteki olaylara odaklandırılır ve meşgul edilir. Bu tehlikeyi artık hepimizin görmesi ve anlaması gerekmektedir. Bir zaman sonra Şeyh Said isyanıyla ilgili bir tartışma başlarsa inanın hiç ama hiç şaşırmayacağım. Artık, neredeyse istismar edilmedik, çarpıtılmadık ve tartışılmadık hiçbir konu kalmadı. En sonunda Türkler neden bu coğrafyadalar ya da nasıl buraya geldiler meselesi demokrasi kılıfıyla konuşulmaya başlanırsa hiç sürpriz olmayacak... Ama Türk milleti bunlarla da başa çıkabilecek güç ve iradeye sahiptir. Yeter ki, milli tarih şuurunda olan ve millete mensubiyetten gurur duyanlar sorumluluk sahibi olsunlar...