Cumhuriyetimizin 85.yıl dönümünü geçtiğimiz günlerde büyük bir gururla kutladık. Her milliyetçinin, vatanseverin yaşatılması konusunda kuşku götürmez bir kararlılığa sahip olduğu Cumhuriyet, 85.yıl dönümünde de beka düzeyinde sorunlarla uğraşıyor. Ancak tuzakların varlığı ne denli etkili olursa olsun, Cumhuriyet fikrine ve sistemine Türk milleti her şeyiyle bağlı ve sadık.

Büyük milletimiz, vatanın kutlu varlığını müstemleke yapmak isteyen işgalci mihraklara karşı, dört yıl boyunca verdiği ve hepimizin iftihar ettiği istiklal mücadelesiyle bağımsızlığını elde etti. Bununla kendi geleceği hakkında tek söz ve yetkinin yine kendisinde olacağına dair sarsılmaz azmini herkese bir kez daha gösterdi. Dâhili ve harici tesirleri çok büyük olan bu muhteşem mücadele sonucunda milliyetçi ecdat, heyecanını ve gücünü Türk milletinden alarak Cumhuriyet'i ilan etti. Milli kurtuluş mücadelesinin her safhasında; manevî kuvvet ve mukavemetin yegâne kaynağının, Türk'ün hayatîliğine ve ebedîliğine olan inanç olduğu böylece tescillendi.

Cumhuriyetle birlikte, Türk Milletinin millî bağımsızlığını ve haysiyetini koruma esasları somutlaşıp ilam edildi. 29 Ekim 1923 tarihinde alınan son ve kesin milli kararla; asil milletimizin bundan sonra hiç kimsenin tutsağı olmayacağı, mukadderatına kendisinin hâkim olacağı, geçmişte olduğu gibi gelecekte de tam bağımsız yaşayacağı tereddüde mahal bırakmayacak bir biçimde açıklanmış oldu.

Ne var ki, rakamlarla Cumhuriyet kurulacağını düşünebilecek kadar basiretini kaybedenlerin, toplumun kabul ettiği en temel müşterek kavramların savunma hattında, Cumhuriyet'i sulandırarak yıkım emellerini hayata geçirmeye çalışanların mevcudiyeti, Cumhuriyet'in devamlılığına yönelik tahammülsüzlüğü göstermesi bakımından dikkate değerdir.

Bilindiği üzere, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü ile çok sayıda millet kendi devletini kurmuştu. Türkiye Cumhuriyeti de İmparatorluğun yıkılışıyla kurulan, işgallere ve esaret prangalarına teslim olmayan muhteşem bir devlet olarak tarihteki yerini aldı.

Cumhuriyet, gücünü kültürel devamlılıktan ve tarihi birliktelikten alan, gelecekte bir arada yaşama ideali olan Türk milletini oluşturan unsurların yekvücut olmasıyla kurumsallaştı. İmparatorluktan sonra Türkler ve başka etnik kökene mensuplar binlerce yıllık kardeşlik hukukunun gereğince, beraber yaşamayı tercih ederek Cumhuriyet'e birlikte ruh verdiler.

Aslına bakılırsa, baştan beri ayrışma kaygısı duyan Cumhuriyet'in kurucu kahramanları, alt kimliklerde oluşabilecek bir kimlik talebini önleme amacıyla "Türk milleti" tanımıyla kapsayıcı bir millet, laiklik ile de mezhep üstü bir şemsiye tanımı getirdiler. Nitekim Türkiye ismi hâkim unsurun izini taşırken, Türklerin adı Türkiye'den değil, Türkiye'nin adı Türklerden gelmiştir.

Bugün birçoklarının görmezden geldiği bir gerçeği tekrar etmede fayda mülahaza ediyorum: Cumhuriyet'in kuruluşunda milletleşme sürecinin katalizörü "Türk ve Türk Milleti" anlayışı olmuştur. Duyguya, hissedişe ve tamamen kültürel bir tercihe dayalı bu anlayış, Türkiye Cumhuriyeti'nin omurgası ve hayat veren değerler sistemini temsil etmektedir.

Aslında "Türk milleti" tanımı, Türk etnik kimliğinden ziyade, gevşek ve daha ılımlı ve kapsayıcı bir kimliğe çağrıdır. "Ne mutlu Türküm diyene" sözü ile formüle edilen bu çağrı; Türk milletinin kardeşlik adına gösterdiği müsamahanın üst sınırı, bir arada yaşamak için ortaya konulan samimi ve gerçekçi bir duruşun kendisini ifade eder.

Bu söz, Türk milletini oluşturan bütün unsurların eşit ve onurlu bir aidiyet bilincine sahip olmasının tezahürüdür. Bu durum, aziz millet oluşumuna ruh ve heyecan katan unsurların kendi kültürel geleneklerini inkâr anlamına da gelmeyecektir. Üst ve birleştirici bir kimlik olarak ülke bütünlüğünün teminatı olan Türk milli kimliği, her türlü ayrılıkçı ve etnik tahrike karşı en büyük güvencedir.

Ancak gelinen bu zaman sürecinde, geniş ve kapsayıcı "Türk milleti" anlayışına sürekli itirazlar, sistemli karşı duruşlar bir vaka halini almıştır.

Heyecanlanan ve kutlu vatan bütününden bir şey koparacağına dair umutları yeşeren mihraklar; etnik ve kültürel kimlik taleplerini, mensup oldukları topluluğun sanki özlemiymiş gibi, peşi sıra dillendirmeye başlamışlardır. Bu arada, dayanılmaz bir aşamaya gelen bölücü terör de kimlik taleplerini somutlaştırmanın, siyasallaştırmanın bir kirli vasıtası olarak kullanılmaktadır.

Yeri gelmişken bir hatırlatma daha yapmayı uygun görüyorum. Modern milletleri bir değer olarak yaşatan üç faktör vardır: Ülke (coğrafya), millet ve devlet. Bugünkü sosyal ve siyasal şartlar altında, bunların terkibinden rahatsız olanlar, demokrasi kılıfıyla, ülkemize bazı seçenekler dayatarak, bunlardan birisinin kabul edilmesini beklemektedirler.

Bazıları, Türk milleti kimliğinden taviz verilerek, yeni kimlik taleplerinin önü açmaya, sonuçta da, çok milletli yeni bir Türkiye'nin doğmasını dilemektedirler! Bunun için de, yapılması yönünde ısrarların olduğu yeni anayasada, iki millet tanımının yer alması talep edilmektedir.

Bir kısım ihanet meşreplileri de; tavizin, milletten değil de ülkeden olmasını isteyerek, toprakların ve Türk olmayanların bir kısmından vazgeçilmesini dillendirmektedirler. Bu halde; şehit kanıyla kurulmuş aziz Cumhuriyet'in sahip olduğu mukaddes toprakların elden çıkabilme tehlikesi baş gösterecektir. Gavur Dağı-Sivas hattının doğusunu içine alan haritaların varlığı meşum niyetlerin somutlaştığına işaret etmektedir. Bilindiği üzere MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli, bu ihanet haritalarını teşhir ederek, tehdidin büyüklüğünü gözler önüne sermişti.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti'ne dayatılan sinsi projelerinin özünde, işte bu ikili ihanet niyeti vardır.

Türklük ve Türk milleti anlayışını çözmek isteyenlerin, bunun yerine koymak istedikleri bir başka birleştirici unsur iddiası ise içi cemaatleşme yaklaşımıyla doldurulmuş ümmet tabanlı bir hedeftir. Özellikle Küreselleşmenin kültürel kimlikleri ortaya çıkarma siyasetinin de kışkırtıcı rol oynadığı bu ortam, Türk milli kimliğinin ve milli devletin aleyhine işlemektedir.

"Ortak payda" adı altında yapay ve gevşek oluşumların ana amacı; Türk milli kimliğinin aşındırılmasını hızlandırmaktan başka bir şey olmayacaktır. Geldiğimiz ve ilerlediğimiz süreç yalnızca Türk olmayanların kimlik kazanımlarına değil, maalesef asırlar içinde kazanılmış Türklük inancını da yıpratma riski taşımaktadır.

Meselenin hazin tarafı, Türklük ve Türk anlayışı; sorumluluk mertebesinde bulunanlar tarafından bir alt kimlik olarak sunulmaya çalışılmakta, büyük ve asli unsur Türkler; neredeyse kendi kurdukları devletlerinde bile göçmen, sığıntı, marjinal etnik kalıntı muamelesine maruz kalabilmektedir.

Bu zamana kadar Türkler asli ve egemen unsur olmaları nedeniyle, ayrışmama adına kabullerinden sürekli taviz veren taraf olmuşlardır. Aynı zamanda sabırlı ve vakur tavırlarını asla bozmamışlardır. Ancak bu tavizin son sınırı artık belirlenmelidir.

İçi boşaltılmış millet oluşumunu hararetle savunanlar, Anadolu'nun istilası için uzun vadeli ve itinayla işlenen psikolojik harekâtın son perdesinin figüranı olduklarını bir türlü anlamamakta, hala bu konuda da umut verici bir gelişme görülmemektedir.

Türklerin, milli kimlik ve kültürünü muhafazası, ancak Türk milliyetçilerinin müdahalesi ve uyarısı ile olacaktır. Aksi halde Türk milletinin milli refleksleri, sistemli saldırılar ve tahrikler karşısında zayıflayabilecektir. Bu konuda Türk milliyetçileri en önemli ve biricik güvencedir.

Her şeyden önce dilini doğal olarak kullanmaya başlayan ve kullanım alanını her geçen gün artıran alt kimlik unsurları, bir süre sonra yalnızca kültürel temsili yeterli bulmayacaklar, özellikle AB sürecinin teşvikiyle yeni hakları almak için mücadeleye girişebileceklerdir.

Dil ile başlayan ve özerk yönetime ya da federasyona doğru ilerleyen bu süreçte; aydınların ve ülke gündemini belirleyen bazı kişilerin önerileri maalesef geldiğimiz noktada bize dayatılanların kabulünden başka bir sonuç doğurmayacaktır.

Diğer taraftan, Türk milletinin milli reflekslerini zayıflatan en önemli iki faktörden birisi yoksulluktur. Yoksulluk ve doğal sonucu olan işsizlik milli kimliliğimizi aşındırmakta, hassasiyetlerimizi yıpratmaktadır.

Türk milli kimlik erozyonunun diğer ayağı ise sağlıksız bir şekilde yerleşen ve gelişen cemaatleşme ve gettolaşmadır. Bu durum, Türk milletini milli reflekslerinden uzaklaştırmakta, milli konulardaki duyarsızlığını artırmaktadır. Özellikle sözüm ona, milli çözülmeyi önlemek için önerilen Türkiyelilik tezi, aslında ileride kaşımıza çıkacak önemli bir sorunun şimdiden telaffuzu ve hatta hızlandırıcısı olmaktan başka bir anlam taşımayacaktır.

Her şeye rağmen Türk milleti kurgulanan oyunun farkındadır. Ortalıkta cirit atan güruhun sinsi faaliyetleri ne denli yoğun olursa olsun, tehdit süslü kavramlarla ne kadar yakına gelirse gelsin; Cumhuriyetimizi yıkmaya, sıfatlandırmaya, başına numara vermeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.

Vatan sevdalıları bu tuzakları bozacak cesaret ve azme ziyadesiyle sahiptir. Türk milletinin birliğinden ve beraberliğinden rahatsızlık duyanlara en anlamlı karşılık öncelikle, asırlardan beri katıksızlaşan kardeşlik hukukuna sahip çıkmakla gösterilebilecektir. Son tahlilde, ‘Ne Mutlu Türküm', söz ve inancına sahip çıkmanın, bu coğrafyada var olabilmemizin en temel şartı olduğunu akıllardan asla çıkaramamak yerinde olacaktır...