Cumhuriyetimizin kuruluşunun 84. yıldönümünü kutladığımız şu günlerde, millet olarak sabrımızın sorgulandığı, varlığımızın kuşatıldığı, geleceğimizin tartışıldığı olay ve sorunlarla yüz yüze kalmış bulunmaktayız.

lign="justify"> Türk milletinin binlerce yıldır sürdürdüğü tarihi mevcudiyetinin yok edilmeye uğraşıldığı, en azından zayıflatılmaya çalışıldığı sorumlu ve duyarlı her Türk vatandaşının malumudur. Yol ve yöntem olarak ise bölücü terör ve yandaşlarının kimi zaman sinsi, kimi zaman da açık eylemleri kullanılmaktadır. Etnik temelde yükselen, iç ve dış bağlantıları olan ayrılıkçı ve bölücü terör örgütünün etkisi ve hain eylemleri son zamanlarda ciddi boyutlara ulaşmıştır. Son günlerde terörist saldırılar sonucunda; milletimizin birliği ve bağımsızlığı, devletimizin varlığı için görevleri başında şehit olan kahraman Mehmetçiklerimizin acıları artık dayanılmaz noktaya gelmiştir.

Bölücü terörün hain faaliyetleri gerçek anlamda Türk milletinin sabrını taşırmıştır. Ülkemizin dört bir yanında; işyerleri, evler, caddeler, arabalar gelincik tarlasını andırır bir şekilde bayraklarla süslenmiş, teröre karşı tepki ve nefret ortaya konulmuştur. Aynı zamanda yüz binlerce insanımız her diyarda sokaklara dökülerek terörü ve yandaşlarını lanetlemiştir. Türk milleti, sevindirici bir şekilde teröre karşı tek yürek, tek ses olmuştur. Ancak millet olarak teröre karşı duyulan bu tepkide geciktiğimiz de ortadadır. Nitekim terörün hain saldırıları yeni değildir. Terör fiilen 23 yıldır işbaşındadır ve 30 bine yakın insanın hayatına mal olmuştur. Zamanında, teröre millet olarak kararlılıkla karşı dursaydık belki de olaylar bu aşamaya gelmeyecekti.

Teröre karşı durmanın yanında, teröre yönelik onurlu mücadele veren güvenlik görevlilerine de yeterince sahip çıkılmadığına değişik dönemler şahit olunmuştur. Geçmişte, bölücü teröristlere karşı kahramanca mücadele veren güvenlik görevlilerinden bir bölümünün, sahip oldukları ideolojileri üzerinden fırtınalar koparılmasının yansımaları hafızalarda ki tazeliğini hala korumaktadır. Dağda Vatanımıza göz dikenlere karşı uyumadan, yemeden, içmeden, canını feda edenlerin üzerinde taşıdığı silahlardaki bozkurt arması bile birçok kişiyi huzursuz etmişti. Demokrasi ve insan hakları maskesiyle her türlü fitnenin taşeronu olan kişi ya da gruplar, bölücü teröre aman dedirtenlere adeta savaş açmışlardı! İşte o zamanlar hayatlarını Vatanımıza hediye etmekten bir an olsun tereddüt göstermeyen kahramanlara sahip çıkılmak yerine, toplumsal linç duygusuna sessiz kalındı.

Herkes sıcak evinde eşi ve çocuğuyla ya da boğazın lüks mekânlarında demokrasi mavrasıyla yemeklerini yiyip keyifli bir şekilde yaşamlarını sürdürürken; günlerce, aylarca, dağda, ovada; kış, yaz demeden sevdiklerinden uzak bir şekilde Vatana göz dikenlere hadlerini bildirmek için iman ve inançla dolaşanlara gereken özeni ve desteği bir türlü gösterememiştik.

Yani, aslında bu kitlesel tepkilerde biraz geç kaldık. Şu anda, az da olsa zamanında tepki koymamanın bedelini ödüyoruz. Nedense bayrağı hep böyle zamanlarda hatırlıyoruz! Ne yazık ki Ülkemizde bölücülerle mücadele ettikleri için cezaevine girmiş kişilere, hala mahkemelerde hesap verenlere, psikolojileri bozularak toplumdan tecrit edilmişlere çok sık rastlanılmaktadır. Bu milli ayıplara çok az vatansever dışında kimse itiraz etmedi.

"Şehitler ölmez Vatan bölünmez" diye slogan atanların kameralar eşliğinde taciz edildiği, bazılarının gözaltına alındığı zamanlara tanıklık edildi. Alt kimliklerin heyecanlandırılıp coşturulduğuna, dağ ova siyasetinin meşruluğu ve doğruluğu üzerine sonu olmayan tartışmaların yapıldığına da açık bir şekilde şahit olundu. Mağdur ve mazlum imajını paratoner yapan bölücülere ‘gel de sorununu Mecliste anlat' ifadelerinin üzerinden de çok geçmedi. Hal böyle olunca, terör tartışmalı ve ihtilaflı toplumsal ve siyasal zeminde yeniden filizlenerek varlığımıza yönelik saldırılarını yoğunlaştırdı.

Gelinen zaman diliminde Kuzey Irak merkezli artan bölücü teröre karşı başta sınır ötesi operasyon olmak üzere, her türlü önlem paketi yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Sınırdan sızan teröristlerin, Vatanımızın birliğini ve bütünlüğünü hedef aldıkları tüm çıplaklığıyla ortadadır. Bu süreçte Barzani ve Talabani'nin açıklamaları milli hisleri hiddetlendirmektedir. Kedisini bile vermekten kaçınacağını dile getiren Talabani, başkanı olduğu Ülkenin her şeyini ABD'ye verdiğinin herhalde farkındadır! Kendi namus ve bağımsızlığını yabancı postallara emanet eden bu zihniyetin, Türk milletine ahkâm kesmesine tahammül etmek gerçekten çok zordur.

ABD'nin Irak işgaliyle başlayan süreçte siyasi anlamda "uluslararası bir Kürt alanı" ortaya çıkmış, kukla yönetimin aktörleri seslerini daha gür bir şekilde yükseltmeye başlamışlardır.

Irak'ın Kuzeyi sadece Irak Kürtleri için değil, aynı zamanda, Suriye, İran Kürtleri için de bir "çekim merkezi" haline gelmiştir. Denilebilir ki, Kürtler bu çerçevede "modern" anlamda bir "uluslaşma sürecini" başlatmışlardır. Bu süreç semboller üretmiş, yeni dayanışma biçimleri ortaya çıkarmıştır. Barzani ve Talabani için kendileri açısından yaşanan bu uluslaşma ve rekabet sürecinde istemeyecekleri son gelişme Kürtler arası gerginlik ve çatışmadır.

Bu şartlarda Barzani ve Talabani'nin, hiçbir karşılığı olmadan ve çok zorda kalmadan terör örgütü PKK'ya şu ya da bu düzeyde müdahale etmeleri mümkün görünmemektedir. Zira açıklamaları da o yöndedir. Hatta hem Barzani hem de Talabani bu süreci tersine işletmekte, Türkiye'yle aralarına mesafe koyarak kendi bütünlüklerini sağlamakta, devletleşmeye doğru ilerleyişlerini hızlandırmaya gayret etmektedirler.

Peşmerge liderleri çok iyi bilmektedirler ki; ileriye yönelik bir Kürt devletinin ya da güçlü özerk bir Kürt yönetimin önünde en büyük engellerden birisi Türkiye'dir. Türkiye'nin Irak'ın Kuzeyine yönelik talepleri sadece PKK'yı değil, ileri aşamayı da kapsamakta, özellikle Barzani tarafından her seferinde seviyesiz bir biçimde reddedilmektedir.

Bu çerçevede terör örgütü PKK'nın, uluslararası nitelik kazanan bir hareketin de parçası olarak ve dolaylı olarak Türkiye'ye yönelik bir baskı ve tehdit unsuru olarak kullanıldığına dair güçlü emareler vardır.

Millet olarak teröre kitlesel tepki koymamıza rağmen, bölücü terörün siyasi uzantısının gözü dönmüş temsilcileri tarafından, milli birliğimizi zedeleyen yeni salvoları bir bir üzerimize gelmektedir!

Örneğin, Leyla Zana isimli vesikalı bölücü utanmadan ve korkmadan, böyle bir toplumsal ortamda terörist başından Kürt lideri diye söz ederek, "Ben Türkiye'ye onu affedin diyeceğim ama zaten o bunu kabul etmez. 9 yıl adaya aldınız halktan kopardınız. Eğer o halkı ile bir araya gelip özgürce siyaset yaptıktan sonra o zaman da Kürtler silaha sarılırsa, onlara karşı ilk mücadeleyi ben veririm'' demiştir. Leyla Zana, Türkiye'nin Irak'tan iadesini istediği PKK elebaşları için ise, "Haysiyetli ve şerefli hiç bir Kürt, kardeşlerini zindanda çürütmek için teslim etmez'' diyebilecek cüreti kendinde bulabilmektedir.

DTP Grup Başkanı Ahmet TÜRK ise; terör örgütünü açık bir şekilde kınamalarını isteyen TBMM Başkanı Köksal Toptan'a cevaben söyledikleri, milli mücadelenin kutsal merkezinde, Türk milletinin egemenliğinin kullanıldığı güzide yerde nasıl kişilerin bulunduğuna dair çarpıcı bir delil teşkil etmektedir: " Bu konuda bize bir sorumluluk düşüyorsa, parti olarak çaba göstermek istiyoruz. Ama o istediklerini dediğimizde bizim etkinliğimiz mi kalır? Bizim bir etkinliğimiz varsa bunu akan kanın durması için kullanmak istiyoruz. Eğer onu söylersek, halk üzerindeki etkinliğimiz kırılır, halktan koparız. Bizim halk üzerindeki etkinliğimizin kırılmasına yönelik bir süreç kimseye yarar sağlamaz. Biz sürece yardımcı olup akan kanın durması içinden elimizden geleni yapmak istiyoruz"

Aslında terörü durdurmak, bölücüyü aramak için Kandil Dağı'na da gitmeye gerek olmadığı yukarıda ki ifadelerden açık bir şekilde anlaşılacaktır.

Diğer taraftan Kuzey Irak'ta ki peşmerge reisi Mesut Barzani, muhtemel sınır ötesi harekâta karşı her gün diklenmekte, tartışmasız bir şekilde Türk milletini tahrik etmektedir. Barzani başına gelecekleri de anlamış olmalı ki, sınır ötesi hareketin amacını çarpıtarak: ""Açıkçası PKK bir bahane. Amaç, Kürt bölgesinin kalkınmasını engellemek ya da durdurmak" demiştir.

Ayrıca sözde Irak Hükümetiyle yılan hikâyesine dönen görüşmelerden sonuç alınamayacağı şimdiden ortaya çıkmıştır.  Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın Bağdat ziyaretinin ardından Türkiye'ye gelen Irak heyetiyle yapılan görüşmelerin sonuçsuz kalacağı daha işin başından belliydi. Irak heyeti'nin PKK'ya karşı operasyon konusunda olumlu bir adım atmaya yanaşmaması, görüşmelerin bir anlamı olmamasının en önemli kanıtıdır.

Irak'ın sutre gerisinde ki niyetini Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Amerikan Newsweek dergisine verdiği mülakatta açığa çıkarmıştır. Derin devletin, PKK'yı Türkiye'yi Kürt Bölge Yönetimi'ne karşı kışkırtmak amacıyla kullandığına dair kuşkusunu dile getiren Zebari: "Türkiye'nin bölgeye bu kadar asker göndermesi sadece PKK ile açıklanamaz. PKK'nın nerede olduğunu zaten biliyorlar. Gizli amaçları bölgesel Kürt yönetimini rahatsız etmek, altyapıyı sakatlamak.  Bu da durumu daha da gerginleştiriyor" diyerek, millet olarak terörle mücadele niyet ve kararlılığımızı çarpıtmaya çalışmıştır.

İç kamuoyunda ise dışarıdakini aratmayacak bir biçimde tartışmalar yapılmaktadır. Bazı köşe yazarlarının olası sınır ötesi operasyonunun iç politika malzemesi yapıldığına dair tespit ve görüşleri, bu kişilerin gerçek niyet ve gündemlerinin Türk milletinin terör belasından kurtulması olmadığını gösteriyor. Ali Bulaç; ‘Anayasa Referandumu' sonucundan farklı neticeler çıkararak düşünceleri bulandırmakta ki ustalığını gözler önüne seriyor:"...Halkın ezici çoğunluğunun, Türkiye'de dış politikanın ve bu arada Kuzey Irak meselesinin iç siyasette elverişli bir malzeme olarak kullanıldığını düşünüyor. Böyle düşündükçe tepkisini 'sivil siyaset ve demokrasi' yönünde kullanıyor"(Zaman, 27.10.2007)

Apdülhamit Bilici ise yine ‘Anayasa Referandumunun' sonucundan hareketle nasıl bir karışık ve sorunlu zihin yapısına sahip olduğunu ortaya koyuyor: "...Her türlü ayak oyununa rağmen AK Parti'nin Türkiye genelinde elde ettiği büyük seçim zaferine ilaveten cumhurbaşkanlığı makamına da aynı partiden önemli bir ismin oturması ile tırmanan terör arasında bir münasebet var mıdır? Bu büyük çaplı ve tahripkâr saldırılarla toplumu sokağa dökmek isteyen güçler neyi amaçlıyor? (Zaman, 27.10.2007)

Ayrıca gelinen zaman diliminde Hasan Cemal gibileri, aynı zamanda Türkün ruh halini anlatacağı yerde sadece Kürtlerin ruh halini anlatarak ilginç tespitlerde bulunuyor.(Milliyet, 27.10.2007) Yine aynı gazeteden Can Dündar ise Türk milletinin teröre bayrağıyla ortaya koyduğu tepkiyi evlere şenlik bir tarzda yorumlayarak şöyle diyor: "...Oysa bayrak, zafiyetleri kamufle etme amacıyla kullanılmamalı. Bayrağımızı, işini yapamayanların zaafını kapatan bir örtü olmaktan kurtarmalıyız" (Milliyet, 27.10.2007)

Bazı yarı aydın ve sözde sanatçılar da son dönemlerde şiddetin arttığını ifade ederek, ağızlarına terör sözünü bir türlü alamıyorlar! 3 Kasım'da Ankara'da aralarında; Adalet Ağaoğlu, Ercan Karakaş, Oral Çalışlar, Oya Baydar gibi isimlerin bulunduğu (sözde) aydın, yazar, gazeteci ve akademisyenlerle, KESK, TMMOB ve Türk Tabipleri Birliği'nin de katıldığı 'Özgür, Demokratik ve Eşitlikçi Bir Türkiye' mitingi yapılacak. Bu miting öncesi Tiyatro sanatçısı Orhan Alkaya: "Silahların gölgesinde, şiddet histerisiyle toplumsal barışın karartılmasına karşı duruyoruz. Türkiye'de son dönemde şiddet 'düğmeye basılmışçasına' tırmanıyor." diyerek şiddeti teşhis etmek üzerinden değişik imalarda bulunuyor. Asla unutulmamalıdır ki; son dönemlerde artan tek ve biricik mesele hain terörün insanlık dışı saldırılarıdır. Demokrasi, eşitlik, özgürlük gibi artık; önemli, ama iğdiş edilmiş kavramlarla, gerçek niyetlerin saklanması geçmişte kalan ucuz bir taktik, basit bir kurnazlıktır.

Milli meselelerde ortak tutum, benzer tepki ve duygularda aynılığın sağlanması birlik ruhuna hayat verecek, böylelikle Türk milletiyle sorunu olanlar amaçlarına asla ulaşamayacaklardır. Nihayetinde var olan terör tehlikesi ve varlığını uzun bir süreden beri hissettiren bölücülük tehdidi tahammül edilemeyecek noktaya gelmiştir. Bilinmelidir ki, bölücü terörle mücadele tüm Türk vatandaşlarının ortak irade ve tavrıyla yok olacaktır. Yedi düvele karşı verilen muhteşem bir mücadeleyle kurulan Cumhuriyetimizin 84.yıldönümünde; Cumhuriyetin devamlılığını sağlamak, Türk milletinin birliğini korumak, son yurdumuzda bağımsız yaşamak için artık sözün bittiği zamana gelinmiştir...