En son makalemde; ağalık ve aşiret düzenini tartışıp, ulus-devlet ve milliyetçilik anlayışının bu meselelere karşı tutumunu inceleyeceğimi ifade etmiştim. Gündem çok hızlı değişti ve farklılaştı. Elbette bu sözlerime sadık kalarak değişik bir perspektiften konuyu yorumlayacağım.

Türkiye her alanda tırmanan sorunların cesameti altında eziliyor. Müşterek değer ve normlarımızda ciddi bir aşınma söz konusu. Aynı zamanda çağın getirdiği sorunlara karşı etkili ve kalıcı çareler üretilemiyor. Türk milleti var oluşundan beri herhalde böylesine bir anlam kaymasına ve sosyal buhrana çok az şahit olmuştur. Gerçi çağı kendi şartları içinde değerlendirip, anakronizme düşmeden, her dönemin kendine has problemleri olduğunu da gözden uzak tutmuyorum.

Şimdi diyeceksiniz; Kurtuluş Mücadelesi yılları bundan daha mı iyiyiydi? Elbette değil, ama o zaman en azından Samsun'a çıkacak ve milletin istikbalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır, diyen büyük bir milli irade vardı. Bu irade aynısıyla bugün de var, ancak sorumluluk mertebesinde değil!

Kavram ve kurumların hizbinden kaynaklanan bir felç halini yaşıyoruz. İdeal ve amaçtan yoksun bir güruh Türkiye'ye her alanda tahribat veriyor. Belgelerin havada uçuştuğu, kimin kimi yargılayacağı tartışmalarının ülke gündemini had safhada meşgul ettiği bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye ekonomisi İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana hiç görmediği bir küçülmeyi yaşıyor! İşsizlik kontrolden çıkmış durumda. Yoksulluk her haneye ve kişiye ulaşmak için sosyal toplumun bendini zorluyor. Kimse birbirini sevmiyor, kimse birbirine tahammül edemiyor. Her gün ahlaktaki çöküşü gösteren bir rezaletle karşı karşıyayız! Cinayetler, cinnetler sıradanlaşmış durumda. Birlikte yaşamak yerine, tepişmeyi tercih ediyoruz! Kimsenin huzuru kalmadı, mutluluk toplum fertlerine sürekli teğet geçiyor.

Çok dikkatimi çeken ve bahsettiğim çarpıklar üzerine çok önemli görüş ve tespitleri olan MHP lideri Devlet Bahçeli'nin şu sözleri herhalde meselenin hülasası olacak: "...Fertlerde yaşanan ağır ahlaki ve sosyal travmaların filizlenmesinde, öfkenin ve gerilimin tırmanmasında, kişileri birbirine hasım hale getiren kutuplaşmaların artırılmasında en büyük etken AKP zihniyetinin tahrik, nefret, aşağılama ve hakaret içeren tahripkâr söylemleridir..." (TBMM Grup Konuşması, 23.6.2009)

Toplumsal hayatta var olan ve kuvvetini her geçen arttıran sorunlardan iktidarın muaf tutulması, ayrı ve farklı bir yerde değerlendirme yapılması doğal olarak mümkün değil. Ancak hal Bahçeli'nin dediği gibi de olsa, bundan sonuç ve ders çıkaracak bir siyasi anlayış ortada görülmüyor. Ayrıca kendi kısır gündemlerine sıkıştırdıkları siyasi yapının, Türk milletinin muhatap olduğu kör dövüşün merkezi olmasından da rahatsız olmadıkları anlaşılıyor.

Sayısal çoğunluğu her şeyin önünde ve üstünde görüp, asgari demokrasi bilincini zincire vuran bir siyaset pratiğinin ülkemiz hayrına yapabileceği bir şey var mı çok merak ediyorum!

Demokrasinin durağanlaşması, sürdürülebilir olgunlaşmasının akamet uğratılması sosyal ve ekonomik sorunların biriktirdiği fay hattını çatlatıyor. Her tarafa sıçrayan patolojik vakalar toplumu vakum gibi içine çekiyor. Ailede başlayan çözülme ve dağılma birbiri ardına domino taşı etkisiyle toplum ve millet hayatına yansıyor.

Çoğunluk ve çoğulculuk birbirine karıştırılıp, çoğunluğun millet iradesi olarak tanınması isteniyor. Yeri gelmişken Rene Descartes'in sevdiğim bir sözünü hatırlatayım: "Oyların çokluğu hakikatin ölçütü değildir." Başka bir deyişle, gerçeğin kıstası çoğunluğun görüşü değildir. Descartes'e göre hakikatin ölçütü aklın buluşudur. Ancak ona göre akıllı, iyi düşünceli olmakta yetmez. Asıl mesele onu iyi kullanmaktır. Buda tabiatıyla sağduyu gerektirir. Bugüne baktığımızda sağduyuyu göreniniz ve işiteniz var mı Allah aşkına?

Birbirine girmiş ve keskin hatlarla birbirinden kopmuş bir siyaset, bunalım geçiren ve yerlerde sürünen ekonomik sistem, şaşırmış, gelecekten umudunu kaybetmiş olan bir toplum yapısı arzı endam ediyor! Yeter demeyin, gerçekten yetmez. Neden ve nasıl bu aşamaya geldik, sorunlarına sağlıklı ve derinlemesine cevaplar bulamadığımız sürece söylediklerim ağırlığını durmadan artıracak.

Kuşkusuz endişe ile izlediğimiz toplumsal ahlak ve değerler krizinin birçok sebebi var. Bunlar arasında Devlet Bahçeli'nin düşünceleri bana göre çok önemli. Bahçeli ahlak ve değerler alanında yaşanılan krizi şöyle sıralıyor:

√  Yaygın yoksullaşmanın ailede ve insanlarda oluşturduğu çaresizlik ve sahipsizlik duygusu,

√  Kendisini var eden değerlerine giderek yabancılaşmış toplum yapısı,

√  Topluma rol model olması ve örnek alınması gereken elitlerde yaşanan yozlaşma,

√  Köyden kente geçmenin yarattığı sosyo kültürel intibaksızlık,

Eğitim sisteminin ahlak ve disiplinden uzak mekanik bir sürece girmiş olması,

Gelir dağılımındaki eşitsizliğin neden olduğu öfke ve sarsılan sosyal adalet duygusu,

Yolsuzlukların yeterli tahkikata ve takibe uğramaksızın alenen ve göz önünde yapılıyor olması,

İnanç sistemimizin insana yönelik kutlu mesajlarının tahrip olmuş vicdanlarda yeterince karşılık bulamaması,

Toplumu bir arada tutan manevi bağın zayıflaması ile oluşan yalnızlaşma,

Medyanın sosyal sorumluk duymaksızın, habercilik adına suçları ve suçluluğu zihinlerde meşrulaştırması,

Hızlı veya haksız sınıf ve statü atlamanın bireylerde oluşturduğu intibaksızlık ve hazımsızlık. (TBMM Grup Konuşması, 23.6.2009)

Bu hususlar, üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli tespitler. Bu kapsamda ağalık ve aşiret düzenin da; böylesi bir sosyal yapıda kalıcı ve anlamlı bir çözüme kavuşması kolay değil. Çürüme her tarafı sarmış durumda. Hangi yere el atılsa çığ gibi sorunlar büyüyor. Bunun içinde elbette yılların ihmali de var, ama böyle söyleyerek süreci kendi başına bırakmakta asla kabul edilemez.

İhtiyacımız olan yöntem ulus-devlet ve onun ideolojisi olan milliyetçilikte ziyadesiyle var. Ancak bu kavram ve anlayışlara yönelik inanılmaz bir sindirme ve yıldırma taktikleri de devrede. Neresinden bakarsak bakalım; eşitlik ve katılımcılık üzerinden filizlenen ulus-devlet ve milliyetçilik; bu olumsuz süreçte hedef haline geldi.

Millet iradesine ve demokrasiye samimi vurgu yapan milliyetçilik, içerdiği değerleri toplumun geneline ulaştırmayı amaçlarken bir sürü engellerle karşılaşıyor. Her ne olursa, milliyetçi düşünce; toplumdaki uyum sorununu, ahlaktaki erozyonu, siyasetteki değer karmaşasını giderebilmek, millet fertleri arasındaki ahengi ve müşterek hareketi sağlayabilmek için adeta çırpınıyor. Nitekim milliyetçilerin amiral gemisinin kaptanı Devlet Bahçeli'nin söz ve uygulamalarında bunları görmek fazlasıyla mümkün... Son olarak içinde didindiğimiz her sorunu milliyetçiliğe ve ulus-devlete sahip çıkmakla aşabileceğiz. Allah sağlık verdiği sürece buna mutlaka şahit olacağız...