İlginç ve sorunlu bir dönemden geçmekteyiz. Belirsizlikler yoğunlaşırken, umutlar zayıflıyor. Her duyarlı fert eminim ki; "Nereye gidiyoruz? Bundan sonra daha ne yaşanacak?" diye merak ediyordur! Bende böyle düşünenler arasındayım.

Tartışmaların keskinleştiği, suçlu aramanın Ortaçağ'da ki cadı avına benzemeye başladığı bir zaman sürecinin kıskıcında toplum yoruluyor. Bir türlü başaramadığımız bir arada huzur içinde yaşama hedefi; güç ve iktidar çekişmeleri sonucunda iyiden iyiye kayboluyor.

Aşağı yukarı yüzyıl önce H.G.Wells ve Jules Verne gibi düşünürler, insanlığın mükemmelliğe ulaşmasının sadece bir zaman ve ince ayar meselesi olduğunu gündeme getirmişlerdi.

Ancak ortaya çıkan şaşırtıcı ve sıra dışı olaylar dizisi tam tersi bir sonucu beraberinde getirdi. İçinde yaşadığımız çağ ne üzücüdür ki tam anlamıyla bir çalkantılar çağı oldu. Ülke olarak bundan ziyadesiyle payımızı aldık. Nitekim alevlenerek yaygınlaşan ihtilaflar bugünlerde kaide olmaya başladı. Türk toplumunun karşı karşıya olduğu bunalım hali, umut gökyüzünü kara bir bulut gibi kapladı. Mutlu ve gülen bir yüze rastlamak adeta istisna haline geldi. Trenden inen, binen derken; Türk medeniyeti seyir halindeki tarihten itilme tehlikesiyle yüz yüze kaldı! Bu manzaraya sözüm ona istikrar adına bel bağlayan ve bitmesin bu şarkı diyenlerin varlığı bu zamana kadar bu tehlikeyi adeta körükledi.

Birbirine yabancılaşan fertlerin birlikte yaşaması bir fanteziden ibarettir. Bu fantezinin gerçekleşmesi ancak, devenin ejderha olmasıyla mümkün olacaktır! Meselelerimizin özündeki karmaşıklık, politik hedefler dolayısıyla görmezden gelindikçe, ortaya ne olduğu belli olmayan eciş bücüş bir sosyolojik yapı çıkmaktadır. Milli nitelikli düşünürün, edebiyatçının, kanaat önderinin olmadığı bir toplumun, sadece politik atak ve hamlelerle ayakta durabilmesini beklemek iyimserlik bendini de aşan bir durumu resmedecektir.

Akıl ve sağduyunu yerine, kör dövüşünü andıran güç mücadeleleri geçince zaten iğdiş haline gelmiş olan düzen ve istikrardan bahsetmek mümkün olmuyor. İlgili okuyucularım anlatacağım tarihsel misali hatırlayacaklardır: Spartaküs MÖ. 70'de, Roma yönetimine karşı isyan başlatmış ve arkasına önemli bir güç almıştı. İlk zamanlar bazı zaferler kazanan Spartaküs, böbürlenmeye başlamış ve kibir bataklığına düşmüştü! Öyle ki: "Hiçbir göz nihai zaferimi benden önce göremez" diyerek atının kafasını kesecek denli gözü dönmüşü. Spartaküs'ün karşısındaki Roma ordusunun komutanı Crassus ise: "Şu yüzbin kişilik orduya bakın; içlerinde sağduyulu tek bir kişi yok. Tek bir akıllı cümle bunları darmadağın eder" demiş ve o cümleyi kurmuştu: "Roma halkı ve ülkenin yararı, kimsenin keyfine bırakılamaz"

Şimdi 2078 yıldır özde değişenin ne olduğunu herkes kendi kendine sormalıdır! Bulunacak cevap da mutlaka bundan sonraki tutum ve tavırlara yön vermelidir.

Şu hususları bir defa unutmamak lazım: Sağduyu; akıllı, mantıklı ve ahlaklı davranışın birlikteliğinden filizlenir. Bu bütünde bir aksaklık varsa, bir yerlerde bir problem vardır. Bu problem uzlaşmaz çelişkilerin ve çözümsüzlüğün soğuk yüzünü hortlatır. Bunu çözebilmenin ilk yolu ise her kesimin bu garabetin farkında olmasıyla belirecektir. Toplumumuzda buna dair bir işaret şu ana kadar görülmemişir.  İşte bugün böylesi girdabın tam ortasındayız...

İnsanların durumlarına bakarak ne yapabileceğini tahmin etmek mümkün olsa da, kesin bir yargıya ulaşmak söz konusu değildir. Hiç umulmadık kişiler, umulmadık anlarda her şeyin kaderini değiştirebilir. Bugün tartışılan ve görmezden gelinenler, bir zaman sonra görmezden gelenlerin bile geleceğini şekillendirebilir. Şöyle bir düşünün: Mustafa Kemal 1918'de sıradan bir Osmanlı paşasıyken, 1919'da Türk milletine reva görülen esaret zincirini parçalamak için kutlu bir yola çıkan ve 1923'de İmparatorluğun üzerine Cumhuriyet kuran tarihi kişilik oldu.  

Şimdi yine tarihten birkaç örnekle ne demek istediğimi netleştireyim: Birisini düşünün; şaibeli insanlarla işbirliği içindedir. Yönetim şekli çok kararsızdır. Falcılara itibar eder. Sosyal yaşamı çok düzensizdir. İçkiye düşkündür ve evlilik dışı iki ilişkisi vardır. Bu kişi ABD Başkanlığına kadar yükselmiş olan F.Roosvelt'ten başkası değildir. Başka bir örnek: İki kez işinden kovulmuştur. Uykuyu çok sever ve çok inatçıdır. Üniversitede iken uyuşturucu kullanmış, tembel ve kavgacıdır. Evlilik dışı ilişiklerinin sayısı çok fazladır. Böylesi bir özelliğe sahip bir kişinin İngiltere Başbakanlığı yapan W.Churchill olacağını eminim ki birçoklarınız tahmin edemezdi.

Başka bir tarafta da; sigara ve içki içmeyen, okuma ve yazmaya son derece meraklı,  düzenli bir yaşamı olan, kendi davasına son derece bağlı bir kişiyi düşünün. Bu kişinin, milyonlarca kişinin ölmesine sebep olan İkinci Dünya Savaşı'nı başlatan A. Hitler olması şaşılacak bir durumdur.

Bir örnek daha: Sekiz çocuğunun üçü sağır, üçü kör, biri doğuştan kötürüm olan frengili ve ayyaş bir anne, yine kendisi gibi ayyaş, kumarbaz ve işsiz bir babadan hamile kalır. Anneye bu çocuğun aldırması için çevresindekiler çok ısrar eder. Kadın direnir ve böylelikle müziğin dâhilerinden biri olan Beethoven dünyaya gelir.    

Aslına bakılırsa tarih; kargaşalıklarla, baskılarla, beklenmedik olaylarla, belirsiz dönüşlerle iç içe bir şekilde var olmuş. İnsanlığın, teknolojik gelişme dışarıda tutulursa, belli ve kalıcı bir sonuca yöneldiğini gösterir hiçbir emare de yok. Tanımlanamayan, ama herkesin ve her düşüncenin üzerinde fikir yürüttüğü aksilikler manzumesi şu anda pençesini ülkemizin geleceğine geçirmiş durumda.

Şüphesiz karşılaşılan sorunların önemli bir bölümü bizim eserimiz olsa da, Cemil Meriç'in deyimiyle, tesadüfler hayatın yarısından fazlasını idare ediyor gibi. Buna rağmen yaşadığımız çağın dünle terkibini yapmadan işin içinden çıkmak biraz zor.

Ama yine de, tesadüf ve aksiliklerin çemberini kırmaya samimiyetle uğraşanlar da var. Milli egemenlik, milli devlet ve milli kültür üçlü saç ayağının üzerinde anlam bulan milliyetçiliğin savunucuları bu mücadelede son derece kararlılar.

Milliyetçiler en başta, kısacık ömürlerini yaşadıkları kutsal topraklara düşünmeden adayan bu yüzyılın idealistleridir. Bu tarihi görev nesilden nesile geçerek ve güçlenerek devam ediyor. Ancak karşılaşılan zorluklarda bir azalma yok.

İftiralar, dedikodular, fitnenin hücumu milliyetçiliğin tarihi misyon ve vizyonuna kast etme amacı taşısa da, şu ana kadar başarıya ulaşabilmiş değil. En son, ulusal bir gazetedeki tarifi ve tanımı olmayan densizliklerle dolu bir haber bunun en son örneğini teşkil etti. Daniel Bell'le başlayan ve Fukayama ile devam eden ideolojileri sonlandırma merakı, liberal cephenin salvoları ve tek tipleştirme çabaları şu ana kadar bir sonuç vermedi. Bu bağlamda, milliyetçilik yeni yüzyılın da vazgeçilemez bir değeri olarak, Türkiye'nin kalkınma ve modernleşmesine öncülük edecek.

Milliyetçiler toplumun içinde bulunduğu kara tabloya inat aydınlığı temsil etmektedir. Hüznün içinde mutluluğu, karamsarlığın içinde umudu, kavganın içinde uzlaşmayı, çatışmanın içinde olgunluğun temsilcileri olan milli zihniyetler; sürekli olarak hem kendilerini anlatmaya, hem de haksız bir şekilde maruz kaldıkları iftiraları boşa çıkarmaya uğraşıyorlar.

Tüm zamanlar bir hususu kesin olarak ortaya koymuştur: Çağlarında anlaşılamayanlar, güçlüklerle sınananlar eninde sonunda tarihin muhteşem ve zengin muhteviyatında ayrıcalıklı yerlerini almışlardır. Dün böyleydi, yarında böyle olacak... Bundan kimsenin şüphesi olmasın.