Bugün sizlere bu parmak demokrasisinden ve bunun son örneği olan TRT kanununda Kürtçe yayını serbest bırakmak için yapılan değişiklikten ve perde arkası gelişmelerden söz edeceğim.

Değerli Okurlar,

Sizlerden gelen yoğun talepler üzerine yeni yazımı yazıyorum, ilginize teşekkür ederim. Bugün sizlere neden yazının bu kadar geciktiğine ve nelerle ve kimlerle uğraştığımıza dair bazı bilgiler aktaracağım. Biz yetmiş kişilik MHP grubu olarak, "parmak demokrasisi"ne karşı önemli bir mücadele veriyoruz! Gelen kanun tasarı ve tekliflerinde ülkemiz aleyhine olan hükümleri engellemeye ve değiştirilmesini sağlamaya çalışıyoruz. Ancak, "parmak demokrasisi" dediğimiz teslimiyetçi bir anlayış nedeniyle ihanet kanunları (örneğin; Vakıflar Kanunu, Türk Ceza Kanununun 301. maddesi, TRT Kanunu) birer birer Meclisten geçiyor.

İşte bugün sizlere bu parmak demokrasisinden ve bunun son örneği olan TRT kanununda Kürtçe yayını serbest bırakmak için yapılan değişiklikten ve perde arkası gelişmelerden söz edeceğim.

"Kuvvetler Ayrılığı" mı, Yoksa "Kuvvetler Birliği" mi?

Demokrasilerde temel hedef, iktidar karşısında birey haklarını garanti altına alma, koruma ve geliştirmektir. Başka bir deyişle, iktidarın keyfi icraatlarının engellenmesi, her eylemin hukuk kurallarıyla sınırlandırılması, fertlerin doğal haklarının devlet karşısında korunması esastır. Bu amaçların gerçekleştirilebilmesi için de ‘Hukuk Devleti' anlayışının hâkim olması gerekmektedir. Bu çerçevede, iktidarın sahip oluğu siyasi güç ve yetkilerin çerçevesi ve sınırları anayasa içerisinde belirlenmelidir. Bireyleri, devlete karşı korumak için devletin anayasal ve yasal kurallar ile sınırlandırılması gereklidir.

Bu gereklilik ünlü düşünür John Stuart Mill'in şu sözlerinde ifadesini bulmaktadır: "Anayasal demokrasi ilkesi, siyasal gücü elinde bulunduran kimselerin bu güçlerini kötüye kullanabileceklerinin varsayılmasını şart koşar."

Dolayısıyla, iktidarın sahip olduğu güç ve yetkiler tek bir elde toplanmamalı; yasama, yürütme ve yargı organları arasında dağıtılmalıdır. "Kuvvetler ayrılığı" olarak ifade edilen bu ilkenin anayasada güvence altına alınması ve etkin bir şekilde uygulanması büyük önem taşımaktadır.

Yaşasın Parmak Demokrasisi!

Evet... İşin teorik kısmı böyle! Türkiye'de de bu ilkeden sıkça söz edilir ve hukuk, siyasal bilgiler ile iktisadi ve idari bilimler fakültelerinde de derslerde okutulur. Ancak, uygulama her zaman teoriye uymaz... Hele hele AKP iktidar olduğundan bu yana, bırakın kuvvetler ayrılığını, "kuvvetler birliği"nden söz etmek mümkündür. Çünkü artık yasama ve yürütme birbirine girmiş ve tek vücut haline gelmiştir. Hatta bu yetmiyormuş gibi, AKP iktidarı yargıyı da etki altına (daha doğrusu emri altına!) almaya çalışmaktadır.

TBMM'deki yasama faaliyetlerinin içinde olan birisi olarak, bu söylediklerimi birkaç örnekle sizlerin dikkatine sunmak istiyorum. TBMM yasama faaliyetini ihtisas komisyonları ve genel kurul aracılığıyla yerine getirir. Bu çerçevede kanun tasarı ve teklifleri önce komisyonlarda, uzmanlık gerektirirse ayrıca alt komisyonlarda görüşülür ve gerekli düzeltme ve değişiklikler yapıldıktan sonra genel kurulda görüşülür. Yani işin mutfağı komisyonlardır. Ancak burada yapılan ayrıntılı tartışmalarla yapılan değişiklikler veya tasarı veya teklif metninden çıkarılması kararlaştırılan maddeler genel kurulda aniden metne eklenmekte ve böylece yasalaşması sağlanmaktadır. Komisyonlarda tüm partilerin (AKP dahil!) üzerinde anlaştığı metinler, genel kurulda çoğunluğumuz var denilerek değiştirilmektedir. Bir de üstüne üstlük iktidar partisi yetkililerinin "ne yapsaydık, o zaman siz de muhalefet ediyorsunuz!" yaklaşımıyla (daha açıkçası; sizi kandırdık! İtirafıyla) karşı karşıya kalıyoruz.

Burada, "biz tek başına iktidarız, istediğimizi yaparız!" anlayışı hakimdir. Ancak, iktidar milletvekillerinin çoğu bırakınız önergelerin içeriğini, bazen neye el kaldırdığını bile bilmeden, bir itaat anlayışıyla parmak kaldırmaktadır!  

Bazen de parmak kaldırdıkları hükümlerin gerekliliğine ya da doğruluğuna kendilerinin de inanmadıkları, ancak talimat gereği öyle davrandıkları yüzlerinden okunmaktadır.

İşte bu parmak demokrasisi anlayışının son örneğini önceki haftalarda TRT kanununda yaşadık. İşin kısa özeti şu: TRT Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı. Yasaya göre, TRT, Türkçe dışında farklı dil ve lehçelerde de yayın yapabilecek.

TRT, yerel, bölgesel ve ulusal radyo ve televizyonlarla sözleşme, anlaşma ve protokol yapabilecek. TRT bölge müdürlükleri kapatılarak, yerine müdürlükler ve haber büroları oluşturulacak.

Kanun değişikliğinin resmi özeti bu! Ancak, işin bir de perde arkasında yaşananlar var! Şimdi sizlere işin perde arkasını ve AKP'nin ne yapmaya çalıştığını aktaracağım.

TRT Kanun Tasarısının Hikâyesi

Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun kuruluş kanununun kabul edilmesinden bu yana tam yirmi beş yıl olmuş. 82 Anayasası'nın 133'üncü maddesindeki radyo ve televizyon yayıncılığındaki devlet tekelinin kaldırılması kararından bu yana on beş yıl olmuş... Özel radyo ve televizyon yayıncılığı, kablo ile dağıtım, uydu platformu işletmeciliği, internet hizmetleri gibi faaliyetler ile telekomünikasyon, bilgisayar ve yayıncılık hizmetlerinde bir bütünleşme ve iç içe geçme sürecinin başlamasından bu yana da en az on yıl geçmiş... AKP'nin ilk iktidar olmasından bu yana ise neredeyse altı yıl olmuş...

Şimdi, böyle bir süreçte, bizim karşımıza gelen kanun tasarısının bütün bu gelişmeleri dikkate alır bir şekilde, çağın ihtiyaçlarını da içeren topyekûn bir yeniden yapılanma kanunu olması gerekirdi. Öncelikle, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında "TRT'nin yeniden yapılandırılması ve sağlıklı bir mali yapıya kavuşturulması kapsamında gerekli hukuki düzenlemeler yapılmalıdır." deniliyor. Yine 58, 59 ve 60'ıncı Hükümet programlarında "TRT'nin kamu hizmeti yayıncılığı kapsamındaki rolünün yeniden yapılandırılması, belirlenmesi ve sağlıklı bir mali yapıya kavuşturulması amacıyla 2954 sayılı Kanun'da değişiklik yapılacaktır" vaadi yer alıyor. Ayrıca "Yapılacak düzenlemede kuruluşun anayasal özerkliğini zedelemeyecek, ancak hesap verilebilirliği tesis edecek bir yapının oluşturulmasına önem verilecektir." deniliyor.

Benzer şeyleri kanunun genel gerekçesinde de görüyoruz. Peki, AKP Hükümeti nasıl bir tasarıyla bu TRT Kanunu değişikliğini TBMM'ye getirdi? Tasarı sadece beş maddeden oluşuyordu ve ikisi de yürürlük ve yürütme maddeleriydi. Plan ve Bütçe Komisyonu'na tasarı ilk geldiği zaman Sayın Bakana ve Sayın Genel Müdüre "TRT'nin yeniden yapılandırılması öngörülürken sadece idari birimlerin yeniden yapılanması ve personelin tasfiyesini öngören bir değişikliğin yeterli olmayacağını ve diğer gerekli hususların da tasarıya eklenmesi gerektiğini ifade ettik. Sonrasında biz daha kapsamlı bir kanun tasarısı beklerken, alt komisyona 15 maddelik bir tasarı geldi. Aslında buna tasarı demek de doğru değil, çünkü bu genel müdürlüğün önerisiydi. Ama gelen yeni tasarıda da personel işlemlerinin dışında bu söylediğimiz anlamda teknik ve idari yapılanmayı içeren hiçbir madde yoktu. Ancak, ilginç bir madde vardı. Eklenen ikinci madde aynen şöyleydi: "Kurumun yayınları Türkçe olarak yapılır. Ancak, kanunlara aykırı olmamak şartıyla farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir." Bunun sakıncalarını anlattım, Türkiye'nin üniter yapısını tehlikeye atacağını ve Anayasa'nın başlangıç hükümleri ve değiştirilemez maddelerine aykırı olduğunu söyledim ve alt komisyonda eleştirilerimiz dikkate alınarak bu madde metinden kaldırıldı.

Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmelerde de bu konu hiç gündeme gelmedi. Ve ne olduysa (aslında ne olduğu açık!), yeniden bunun Genel Kurulda ek madde olarak ilave edilmesi yönünde AKP ve DTP önerge verdi. Böylece, AB'nin ve bölücü örgütün istekleri Başbakan Erdoğan'ın isteği doğrultusunda tasarıya eklendi! MHP grubunun sert muhalefetine rağmen, parmak demokrasisi işledi ve parmaklar kalktı, tasarı yasalaştı!

TRT'nin Misyonu ve Vizyonu Yok!

Uluslararası boyutta yozlaşmanın yaşandığı, kültür emperyalizminin yaşandığı bir ortamda bizim TRT'ye daha farklı bir misyon, daha farklı bir vizyon yüklememiz gerekirken kanun tasarısında böyle bir konuya hiç yer verilmemişti. Yani, bu kanun çıkarılırken "TRT'nin temel misyonu nedir, vizyonu nedir?" gibi bir kaygısı olmadı hükümetin. Ya da "Zaten herhangi bir misyon ve vizyona gerek yok, biz her şeyi biliyoruz, nasıl olsa yaptık, bir süre sonra da TRT'yi kapatacağız" anlayışı hâkim olmuştur.

Sayın Genel Müdür ve Sayın Bakan TBMM TV'nin yayınıyla ilgili konuşurken bir taraftan "Bizim fazla kanalımız yok, frekansımız sınırlı, yayın yapacak imkânlarımız sınırlı, onun için eğitim öğretim yayınlarıyla TBMM TV'yi aynı kanaldan yapalım" diyorlar. Diğer taraftan da henüz kanun çıkmadan, herhangi bir kesinleşme olmadan bu kanalın yayın yapabilmesine ilişkin mali imkânları hazırlamaya ve bununla ilgili personel çalışmasını tamamlamaya çalışıyorlar. Türkçe yayını doğru dürüst yapıp yurt dışındaki Türklere, Türk dünyasındaki Türklere, dünyaya tam olarak TRT INT'i ve TRT Türk'ü izlettiremezken, "Biz farklı dil ve lehçelerde yayın yapacağız." diyorlar.

TRT Kanunu Değişikliği Anayasaya ve Yasaya Aykırı

TRT Kanunu'nun 5. maddesinde "Temel İlkeler ve Yayın Esasları" yer alıyor. Buna göre:

"a) Anayasanın sözüne ve ruhuna bağlı olmak; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, milli egemenliği, Cumhuriyeti, kamu düzenini, genel asayişi, kamu yararını korumak ve kollamak,

"b) Atatürk ilke ve inkılâplarını kökleştirmek, Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmasını öngören milli hedeflere ulaşmayı gerçekleştirmek,

c) Devletin milli güvenlik siyasetinin, milli ve ekonomik menfaatlerinin gereklerine uymak,"

 "d) Devletin bir kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak yahut Devleti ve Devlet otoritesini ortadan kaldırmak veya dil, ırk, din ve mezhep ayırımı yaratmak yahut sair herhangi bir yoldan bu kavramlara ve görüşlere dayanan bir Devlet düzeni kurmak amacı güden rejim ve ideolojilerin propagandasına yer vermemek,"

Ve fıkralar devam ediyor... Ardından yine ilginç bir hüküm geliyor:

"Türk milli eğitiminin temel görüş, amaç ve ilkelerine uymak... Kolayca anlaşılabilir, doğru, temiz ve güzel bir Türkçe kullanmak."

Şimdi soruyorum sizlere: ikinci bir dilde TRT gibi resmi bir kurumda yayın yapmak ne anlama geliyor? Bu maddelere ve Anayasa'ya bu durum uygun mu? Zaten RTÜK yasasının 4. maddesine ve buna bağlı olarak çıkarılan yönetmeliğe göre, Kürtçe yayın yapılabilirken, bu hususun kanun metninde açıkça belirtilmesi ve bunun bir lütuf gibi sunulması ne anlama geliyor?

Başbakan AB'ye Diyet Ödüyor: Parmak Demokrasisi(!) İşliyor, Meclis İradesi Yok Sayılıyor!

Bence bu gayet açık: Başbakan AB'ye kapatma davasında kendilerine destek verip Türk yargısına hakaret etmelerinin diyet borcunu ödüyor! Peki buna el kaldıran milletvekilleri bu değişikliği gerçekten istiyor mu? Bence bir kısmı istemiyor, ama mecburen parmak kaldırıyor! Bir kısmı da zaten oylamaya katılmadı! Çünkü onlar bunun vebalini taşımak istemiyorlar!

Diğer bazı kanun tasarılarında yaşanan şeyler onların da tasvip ettiği şeyler değil. Sürekli olarak, Komisyonlarda görüştüğümüz, anlaştığımız şeylerin genel kurulda AKP'nin önergeleriyle değiştirilmesi söz konusu oluyor. Diğer bazı kanun görüşmelerinde de benzer şeyler yaşandı. Yani uzmanlık çalışması gerektiren ve uzun emekler sonucu oluşan alt komisyon görüşü ve buna dayalı olarak tartışmalar sonucu ortaya çıkan komisyon görüşüne itibar edilmeden kanun tasarıları genel kurulda kabul ediliyor. 

Şimdi, bu mantıkla olursa o zaman komisyonları kapatmamız lazım. Doğrudan Bakanlar Kurulu genel kurula sevk etsin ve komisyona gerek kalmasın! Ya da "kuvvetler birliği" içinde bütün düzenlemeleri kanun hükmünde kararnameyle, hiç sıkıntıya düşmeden, hükümet çıkarsın!

O zaman TBMM'ye de gerek kalmaz! "Parmak demokrasisi" gibi tanımlamalara da gerek kalmaz!

Demokrasi kaldırılır, diktatörlüğe geçiş yapılır ve Başbakan Erdoğan tüm sorunları kolayca çözüverir!

TRT Kanunu görüşülürken iktidar partisinden milletvekilleriyle aramızda bir gerilim yaşandı ve bize yaptığımız muhalefetten dolayı kızdılar. Acaba neden kızdılar? Çünkü Sayın Başbakan söz vermişti ve inanmasalar da bu değişikliğin kabul edilmesi gerekiyordu! (Zaten inanmadıkları için kızgındılar!) Başbakan, sadece GAP Eylem Planı'nı açıklarken söz vermemişti... 19 Şubat 2008'de gazetelerde yer alan haberlerde "Kürtçe yayın yapacak televizyon var" deniliyordu...

Yine 2 Nisan 2008'de da İsveç'te genelde yaptığı gibi bir taahhütte bulunuyor "Biz bunu yapacağız." diye.  Arkasından TRT Genel Müdürü Başbakanın sözlerini biraz genişleterek medyaya açıklamalarda bulundu. Bu hususla ilgili organizasyonun tamamlandığını, TRT'nin bir kanalının münhasıran bu yayına ayrıldığını, hatta Kürtçe bilen organizatörün de göreve başlamak üzere personel çalışmasının yapıldığını söyledi.

Bu ne demek? Bu, bu yüce Meclisin iradesine saygısızlıktır. Çıkmamış bir kanunla ilgili söz verilmiştir. Bu komisyonlara saygısızlıktır, bu alt komisyonlara saygısızlıktır.

Başbakanın talimatıyla çıkarılan TRT kanunu değişikliği parmak demokrasisinin son örneğidir.

Kısaca, Başbakan hem AB'ye diyet borcunu ödemek, hem de yaklaşan yerel seçimlerde bölge halkını kandırabilmek için AKP grubunu baskı altına almış ve tasarı yasalaşmıştır. Ancak, bunun ardından üniter yapıyı tehlikeye düşürecek, ana dilde eğitim gibi diğer talepler gelecektir. Başbakan bunun vebali altındadır!

- - - - - - -