Son günlerde Diyarbakır’da yaşanan ve Türkiye’deki her aklı başında kişinin “Neler oluyor bize” diyerek birbirlerine korku ve endişe dolu gözlerle baktığı olayları anlamak için aslında öncelikle 2004 yılında bölücü örgüt PKK’nın Avrupa’da yardakçıları ve İmralı’da bulunan bölücü başı Abdullah Öcalan’ın sözde avukatlarıyla yaptığı hukuksal! görüşmelerde ki düşüncelerini dikkatle ele almak gerekiyor.

Bölücübaşının İmralı’daki hücresinden 2004 yılının Ağustos ayından itibaren tartışmaya açtığı, “konfederalizm ve ulusun birliği” görüşlerinin etrafında PKK’nın eylem ve propaganda çizgisi bir anda yeni bir şekle büründü. Apo’nun; “Konfederalizm” sözcüğünün atında yatan şifre ise gayet açık ve netti; “Barzani’nin tartışmasız egemenliğini sürdürdüğü Kuzey Irak ile kendilerinin Kuzey Kürdistan olarak adlandırdıkları Doğu ve Güneydoğu bölgesinin bir anlamda ortak paydada buluşturulması için harekete geçilmesi . Bunu ilk adımı olarak da Türkiye’den federal bir özerklik statüsünün bir an önce koparılması.”

PKK’nın dağlarda “kır gerilla”’sına yönelik eylemleri Türk Ordusu tarafından tartışmasız yenilgiye uğratılınca, PKK, Avrupa Birliği’nin dayattığı uyum yasaları etrafında  kendilerine tartışmasız olarak sunulan “güvenlik güçlerinin etkisizleştirilmesi ve yetkilerinin budanması” gibi bir tarihi fırsatı değerlendirmek için düğmeye basmaya gecikmedi.

Nitekim AB’nin Türkiye’deki Kürt ve Alevi kökenli vatandaşları “azınlık” olarak nitelendirmesi ve doğal olarak “Azınlıkların kendi kaderlerini belirleme” haklarını doğurması doğal bir sonuç olacaktı. Nitekim AB ile müzakere görüşmelerinde PKK dahil Türkiye ve Avrupa’daki bütün bölücü odakların ve bunların uzantıları olan sivil toplum kuruluşlarının ve partilerin bütün güçleriyle Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediklerin açıklaması ve bölücübaşının “AB Kürt halkı için bugüne kadar yakalanmış en büyük tarihi fırsattır” sözleri bunun ilk işaretleri oldu.

Peki 2004 yılına kadar “dağlarda göğüs göğüse çarpışma” stratejisi yani “kır gerillası savaşı” yöntemini uygulayan PKK neden marksist terminolojiye göre “şehir gerillası”’na geçiş yöntemini seçme yönüne doğru kaymıştı. Bir yandan AB’nın “azınlık hakları” konusunda yoğun baskısı diğer yandan ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra gündeme getirdiği “Büyük Ortadoğu” projesi PKK’nın en belirgin kilometre taşları oldu. AB, kulislerde Türkiye’yi AB’ye kabul etme koşullarını sıralarken, “Doğu ve Güneydoğu halkı çok yoksul ve geri kalmış. Onlardan kurtulursanız AB’ye girişiniz hemen hemen kesinleşir” diyerek kendince Türkiye’deki AB heveslilerine tüyolar verip onları heveslendirmekten  geri kalmadı. Amaç ise yeni bir Sevr sürecini hayat geçirmekti. Amerika’da açık bir şekilde bölgede Türkiye’den de koparılacak topraklarla kurulacak yapay bir Kürdistan devletinin kendisine Ortadoğu’da ikinci bir İsrail yaratma fırsatını vereceğini açık açık ortaya koymaktan geri kalmadı.
    
Geriye ne kalmıştı peki…
   
Yapılacak ilk iş Kuzey Kürdistan olarak nitelendirdikleri bu topraklarda yaşayan insanların öncelikle kendi rüştlerini ispatlayıp kurulacak bu yapay Kürdistan devletine ne kadar gönüllü olduklarını ortaya koymalarıydı. İşte PKK kendisine AB ve ABD tarafından net bir şekilde verilen bu yol haritasının gereğince 2004 yılının ağustos ayından itibaren kentlere yönelme kararı aldı.

Peki bu Diyarbakır’daki olaylardan önce bunun hiç belirtisi yok muydu. Yani 2004 Ağustos’undan itibaren alınan ve Avrupa’dan yayın yapan “TAK”, “Rojname”, “Azad Kürdistan” gibi internet sayfalarında açıkça ilan edilen bu strateji değişikliğinden kimsenin haberi olmadı mı.  Tabi ki oldu. Bölgede görev yapan MİT dahil tüm emniyet ve askeri istihbarat kaynakları bu durumu peşpeşe Başbakan Tayyip Erdoğan dahil gün be gün rapor etmeye başladılar. Ancak bu raporlara hep bıyık altından gülümseyerek bakıldı, bilerek ya da bilmeyerek gereken önlemler yeterince alınmadı. Peki bu olayların ilk işareti ne zaman ortaya çıktı. 2004 Ağustosunda alınan bu karar kış aylarının hemen ardından 2005’in Mayıs ayından itibaren yürürlüğü sokuldu. Ve bilerek yapılan tercihle ilginçtir “isyan ve genel ayaklanma” için PKK’nın ilk kanlı eylemini koyduğu yer olan  Şemdinli seçildi.

Peki Şemdinli’de neler oldu önce kısaca hatırlayalım;
 
 “9 Kasım 2005 tarihinde Şemdinli’de eski bir PKK’lı olduğu ileri sürülen Seferi Yılmaz’a ait Umut Kitapevinde meydana gelen patlamayla başlayan olaylarda iki kişi ölürken 14 kişi de yaralanmıştı. Patlama sonrası meydana gelen olaylarda Hükümet Konağı taşlanmış, Şemdinli kaymakamı tartaklanmış ve Jandarma İstihbaratta görevli Astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz’in içinde bulunduğu araç yakılarak tahrip edilmiş ve astsubaylar linç edilmeye kalkışılmıştı. Olayların hemen ardından Astsubayların otomobilinin bagajında bulunduğu ileri sürülen,  3 adet kalaşnikof tüfek, bombalar ve bombalanan pasajın kırmızı kalemle işaretlendiği haritaların ortaya çıktığı ileri sürülmüştü.

Olaylar sırasında bölgede olan CHP Hakkari Milletvekili Esat Canan panzerlerin halkın üzerine ateş açtığını ileri sürmüş ancak bu iddiası diğer kaynaklar tarafından doğrulanmamıştı. Canan’ın bu iddiasının doğru olmadığı Şemdinli’deki yetkililer tarafından daha sonra net olarak ortaya konulmuştu.

19 Kasım 2005’te olay yerine giden Meclis İnsan Hakları Komisyonu İnceleme Heyeti, bombalama olaylarını şüpheli bulmuş ve olayın PKK tarafından da gerçekleştirilmiş olabileceği ihtimali üzerinde durmuştu.             Komisyon incelemelerle ilgili hazırladığı Şemdinli’yle ilgili ön raporda ayrıca emniyet mensuplarına ait kurt köpeklerinin ikisinin gözlerine erimiş naylon döküldüğü ve üçünün de canlı canlı yakıldığını ve yine Polis noktasında emniyet mensuplarına ait  evcil güvercinlerin de canlı olarak çivilerle duvara çakılarak öldürüldüğünü ortaya koymuştu.

Bütün bu iddiaların incelenmesi için Meclis Aralık ayı başında Şemdinli olaylarınız incelemek için bir araştırma komisyonu kurulmasına karar vermişti.
Meclis Komisyonu Hakkari ve Şemdinli’ye inceleme için yollara düştü. Ankara’ya dönen Meclis İnsan Hakları Komisyonu Üyeleri bölgede meydana gelen olaylarla ilgili önemli bilgiler verdi. Dükkanı bombalanan kitapevi sahibi Seferi Yılmaz’ın olaydan önce cep telefonlarının takibe alındığı ortaya çıktı. Bombalama olayından üç gün önce JİT komutanlığına, “Yılmaz, Almanya’da PKK’nın üst Avrupa sorumlularından düzey yöneticisiyle görüştü ve bir paket bekliyor” bilgisini ulaştırdığı ve JİT’in de bu bilgiden sonra Yılmaz’ı daha yakın takibe aldığı ortaya çıktı.

Komisyon üyelerinin Van’da Van Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edilen olayla ilgili dosyalarda yaptıkları incelemede Seferi Yılmaz’ın bölgede PKK’nın ilçe sorumlusu olarak bilinen bir başka isimle görüşmeleri ortaya çıktı. Olayın olduğu gün Şemdinli bölgesinde “Sabri” kod adlı bir PKK komutanının dağdan,  Şemdinli ilçesindeki “Agur” kod adlı PKK ilçe sorumlusuyla yaptığı bir başka konuşmada şu diyalog ele geçirildi:

“-Ne oldu
-Bilmiyorum şimdi burası karışık
-Neden eylemde hiç kimse ölmedi
-Bilgim yok, bilgi alamadım”
-Daha çok kan dökülmesi lazımdı. Halktan niye kimse ölmedi.
-Biz askerlerin silahlarını ve dosyalarını ele geçirdik. Burada haritalar var.
-İyi..iyi.Bunları emanet altına alın daha sonra kullanırız

Bu arada olaya karıştığı iddia edilen iki astsubayın bagajından bulanan devlete kayıtlı Kalaşinkof silahların yapılan balistik incelemelerinde bu silahların daha önce hiçbir faili meçhul eylemde kullanılmadığı ortaya çıktı. Komisyon üyeleri İran’da yaşayan Kürt’lerin kurduğu yasa dışı silahlı örgüt olan KAJEK’in de zaman zaman bölgeye girdiğinin bilgi olarak kendilerine verildiğini belirttiler. Ayrıca komisyon üyeleri bölgede Barzani yanlısı güçlerle PKK’nın zaman zaman nüfuz kavgasına girdiğini de belirttiler. Komisyon üyelerinin ilk tespitlerine göre bölgedeki olayın arkasında üç şüpheli tespit öne çıktı. Bu tespitler; “Bölgede yaşanan Barzani-PKK nüfuz kavgası, son 6 ayda PKK tarafından gerçekleştirildiği belirtilen 11 ayrı patlamanın sorululuğunun devlete yıkılması, iç veya dış etkenlerin provakasyonu” şeklinde sıralandı. 

Ardından Meclis komisyonu TBMM’de peşpeşe bölgedeki devlet temsilcilerini dinledi. İlginç gerçekler ortaya çıktı. İşte Şemdinli’de daha önce hiç bilinmeyen bu gerçekler:

Şemdinli Emniyet Müdürü Tacettin Aslan:

“Her şey 9 Kasım’da başladı, daha önce halkla diyalogumuz iyiydi. Olaylar sırasında kaymakama bile saldırıp yumrukladılar. Ali Kaya’yı önceden görmedim. Özcan İldeniz’i ise iki kez gördüm. Olaylarda ilçe tarım müdürlüğünün bayrağı alındı, Atatürk büstü tahrip edildi, uzman çavuşun evine girilerek zarar verildi. Vali Bey gelirken helikopterine ateş açıldı, ancak isabet sağlanamadı.”

Şemdinli İlçe Jandarma Komitanı Erdem Yılmaz:

Bombalamadan önce bize saldırı yapılacağına ilişkin duyumlar geldi. 9 kasım’dan üç gün önce bu astsubaylar beni aradı ve geleceklerini söylediler. Ama ne zaman geldiklerini bilmiyorum. Bazen geldiklerini hiç haber vermezler. Olay yerine bomba patladıktan sonra gittim. Ancak patlamadan sonra Türk bayrağı yakıldı, uzman çavuşun evine saldırıldı, Emniyet müdürlüğü ve hükümet konağı yakılmak istendi, askerlerin kaldığı evler taşlandı. Polis noktasında üç kurt köpeği vardı. Köpeklerin gözüne naylon yakılarak damlatılmış. Güvercinleri ise çivilenmişti.   Roj TV olayların hemen ardından bizleri isim isim vererek hedef gösterdi.

Hakkari Valisi Erdoğan Gürbüz:

Türkiye’deki seksen üç bin köy korucusunun 7 bin 800’ü buradadır. Ayrıca toz ticareti de yapılmaktadır. Geçen sene yedi yüz seksen kilogram toz yakalamıştır. 1 Kasım’da   burada 156 kilogramlık bomba patlatılmıştır.

Şemdinli İl Jandarma Komutanı Erhan Kubat:

“Terör örgütünün sığınaklarında füze bulundu. Örgüt halktan para toplamaktadır.Rant paylaşımı ve kavgası vardır. Bir mütteahit iki trilyonluk köprü yapım projesi almış, PKK kendinden iki yüz milyar talep etmiş.”

Astsubay Başçavuş Ali Kaya:

Biz olaydan bir süre önce PKK’nın mayın yerleştirme stratejisiyle ilgili görev yaptık. Araştırmalarımızda Sabri ve Agur kod adlı iki örgüt mensubunun bu patlamaları gerçekleştirdiği bilgisine ulaştık. Dinlemelerde bu iki ismin yoğun şekilde Seferi Yılmaz ile görüştüğünü tespit ettik. Seferi Yılmaz hem bunlara hizmet ediyor hem de para paylaşımına giriyordu. Biz de onu yakın takibe aldık.Olay günü Özcan İldeniz sıkıştım diyerek tuvalete gitti, Veysel Ateş de “Bakkala uğrayayım” dedi. Ben de oralardaydım. Patlamayı duyunca ben Jandarma İlçe Komutanlığını bombaladılar sanmıştım. İddialar asılsız. İki bombanın aynı anda atılması teknik olarak mümkün değil. Ayrıca bu olaydan sonra Sabri kod adlı terörist diğerine, “Büyük bir olay yapıyorsunuz kimse  ölmüyor. Bunun hesabını size soracağız” diyor. Diğeri de, “biz de anlayamadık” diyor. Bu eylemi kendilerinin yaptığı ortadadır. Kafamızı kurcalayan bizim oraya gittiğimizin nasıl öğrenildiğidir.Bence bombayı iki kişi attı. Ölenlerden birinin PKK milisi olduğu ortaya çıktı.

Astsubay Özcan İldeniz:

“Olay günü Seferi Yılmaz’a paket ve kargoyla posta gelecekti. Haber elemanlarımızın söylediğine göre Seferi Yılmaz’ın PKK ile bağlantısı devam ediyordu. 9 Kasım’da meydana gelen olaylarda Türk bayrağının indirilmesi, yakılması, Atatürk büstüne zarar verilmesi ve benzeri davranışlar insan hakları ve insaniyet ile bağdaştırılamaz.”

Yine Giresun Eynesil’de 1953 yılında doğan Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat daire Başkanı Sabri Uzun’un, Meclis Şemdinli komisyonuna verdiği ifade tutanaklarında Şemdinli olaylarında devletin müdahil olmadığı açık olarak belirtiliyor. İşte tutanaklardan bu sözler:

SABRİ UZUN: “Devlet Ankara’dan kirlendiği zaman basına bu tür haberler çıkar. Biraz önce söyledim tekrar dikkatinizi çekiyorum. Başbakan karnıyarık ile tahin helvasını karıştırdı da yedi diye basında çıkar. Ankara mahreçlidir. Ankara kirlendiği zaman ulusal basında bu haberler çıkar.Onun için bu tür olaylar 30 Ağustos 2004’ten sonra yok ulusal basında.Onun için diyorum, Ankara bu kirliliğin içerisinde uzaktan yakından yok. Ben böyle hissediyorum efendim bu kanaatimi de halen muhafaza ediyorum. Baş başa görüşürsek yüz tane delille de ispat ederim. Ben kimsenin hamisi ya da hasmı değilim, yok böyle bir şey. Bunu söylemekten asla kaçınmam.”
 
Yine; Terörle Mücadele Daire Başkanı Selim Akyıldız, Asayiş Dairesi Başkan Yardımcısı Müslüm Saylı, Özel Harekat Daire Başkan Yardımcısı Mehmet Tamer Vural, İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı Ayhan Falakalı ve İkmal-Bakım Daire Başkan Yardımcısı Mahmut Yazıcı’dan oluşan Emniyet müdürlerinin hazırladığı “gizli” raporda, PKK’nın bölgedeki devlet ihalelerinden pay aldığı belirtiliyordu. Raporda; “Terör örgütü bölgede en büyük geliri mazot kaçakçılığı, uyuşturucu madde kaçakçılığı ve devletin her çeşit ihalesinden pay almak suretiyle sağlamaktadır. Gelirlerini vergilendirme, ortak yapma, uyuşturucu ticaretinde güvenli geçiş ve nakil, dağıtımda ise yerel unsurları kullanmak suretiyle gerçekleştirmektedir” denildi. Aynı raporda, DEHAP da sert bir dille suçlandı. DEHAP’lı belediye başkanlarını polis operasyon yapmasın diye  sokak isimleri ve kapı numaralarını kaldırttığını belirtilen raporda, “Örgüt bu gibi durumlarda DEHAP öncülüğünde aynı anda bir çok yörede kitlesel eylemlere tevessül etmekte, bunda özellikle  DEHAP’ın imkan ve kabiliyetlerinden maksimum şekilde istifade etmektedir” şeklinde ifade kullanıldı.

Yine aynı Raporda Şemdinli olayları sırasında suçlanan Hakkari Belediye Başkanıyla ilgili olarak da sert ifadeler kullanıldı. Başkan için, “Hakkari Belediye başkanı önceki dönemlerde parti teşkilatında görev yapmış, geçmişte bölücü terör örgütü talimatları doğrultusunda faaliyet göstermiş bir kişidir” diye tespitte bulunuldu.

Peki Şemdinli olayları görüşülürken veya tartışılırken hiçbir devlet görevlisi PKK’nın bu strateji değişikliğinden haberdar değilmiydi. Aslında Emniyetin en üst düzey yöneticisi olan Emniyet Genel Müdürü Gökhan Aydıner komisyonda milletvekillerine “Diyarbakır olayları geliyor” diye feryat etmişti. İlk kez burada yayınlanan bu komisyon tutanaklarına göre Aydıner, 14 Şubat günü komisyonda yaptığı konuşmada PKK’nın 2004 yılından bu yana yeniden başlattığı eylemlerde hızlı bir strateji değişikliğine gittiğini belirtmiş ve; “PKK’nın eylemleri 2005 yılında büyük hız kazandı. Bu yıl içinde eylem sayıları bin 300’e ulaştı. PKK artık eylem şeklini değiştirerek bombalama ve mayınlamayla uğraşıyor. Bu yılki hedefleri ise metropoller ve turizm merkezleri” demişti.

Peki kimse bunu duydu mu.Hayır…

Aydıner, komisyonda bilgi vermeye devam etti. Aydıner; PKK’nın can damarının eylem ve propaganda olduğunu belirterek örgütün son dönemlerde özellikle Hakkari’de ciddi biçimde örgütlendiğini söyledi. Hakkari’de milis sayısını arttırdığını ve eylem sayısını 2005 yılında 116’ya çıkardığını belirtti. Aydıner, “Örgütün son aylarda özellikle Kuzey Irak’taki kamplarından ciddi miktarda A4, C4 tipi plastik patlayıcılar soktuğu istihbaratını aldık. PKK’nın bombalama eylemlerinde hız vermesini bekliyoruz” dedi. PKK’nın eylemlerinde büyük ölçüde dış destek gördüğünü belirten Aydıner konuşmasına şöyle devam etti:

“Dünyada hiç bir terör örgütü PKK kadar dış desteğe sahip değildir. Örgüt her türlü ihtiyacını rahatlıkla bu dış destekler aracılığıyla sağlıyor. Örgütün dış yüzü oldukça geniş bir yelpaze. Türkiye üzerinde büyük oyunlar oynamak isteyenler var.”

Şimdi hala “Diyarbakır olayları bilinmiyordu, bundan haberdar değildik” diyen hükümet mensuplarına bir tekine inanabilecek misiniz…

Unutulmasın ki düğmeye Şemdinli’de basıldı, Diyarbakır ikinci perde oldu ve şimdi sıra üçüncü perdede. Amaç büyük kent eylemleriyle orduyu şehir merkezlerine çekip kanlı çatışmalarla AB’yi ve Birleşmiş Milletler’i arabulucu rolüne soyundurup yeni bir “Yugoslavya trajedisi” yaratıp Türkiye’yi bölmek. Bunun dışında söylenen hiçbir şeye ne inanın ne güvenin. Çünkü tarih asla yalan söylemez. Geriye dönüp baktığınızda bölünüp parçalanıp yok olan devlet ve milletlerin başına gelenlerle aynı akibeti yaşamak üzere olduğunuzu anlayacaksınız.

Her şeye rağmen unutmayın ki, “Muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur” . Ne Atilla ilktir ne de Mustafa Kemal sondur. Bu millet kendi öz evlatlarıyla yine bunun da üstesinden gelecektir.
        

SELÇUK UÇAN
[email protected]

***

Sizde bu bölümde yazmak isterseniz sitemizin ilkelerine ters düşmeyen yazılarınızı  [email protected] mail adresine gönderin sizin adınızla yayınlayalım.