DURUM TESBİTİBüyük Atatürk Nutuk’un başlangıç bölümünde , önce ülkenin içersinde bulunduğu durumun her yönüyle bir analizini yapıyor. Ve yaptığı analiz sonucunda , kurtuluş savaşına nasıl karar verdiğini anlatıyor. O günlerin şartları ile , günümüzün şartlarını kıyaslayabilmek için : Önce girizgah bölümünün kısa bir özetini yapalım...
trong>Samsun’a çıktığım gün genel durum ve görünüm:Savaşın uzun yıllarında,millet yorgun ve yoksul bir durumda.Millet ve memleketi Harbi Umumi’ye sürükleyenler, kendi hayatlarının kaygısına düşerek, memleketten kaçmışlar. Sultanlık ve Halifelik makamında bulunan Vahdettin ,soysuzlaşmış, yalnızca kendisini ve tahtını güven altına alabileceği hayallerle, alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa hükümeti, güçsüz, onursuz, korkak ,yalnız padişahın iradesine uyan , onunla birlikte kendisini koruyabilecek her türlü duruma razı idi.
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış, memleketin her yerinde yabancı subaylar , memurlar ve özel adamları faaliyet içersinde idi.
Bu duruma karşı kurtuluş çareleri:
Durumun vahameti karşısında, her yerde, her bölgede halk kurtuluş çareleri düşünmeye başlamıştı. Bu düşünce ile yapılan girişimler, bir takım kuruluşlar doğurdu.Edirne ve çevresinde Trakya-Paşaeli cemiyeti ,Erzurum ve Elazığ ‘da Vilayet-i şarkiye Müdafa-i Hukuk cemiyeti, İstanbul’da Trabzon ve havalisi Adem-i Merkeziyet cemiyeti ve bu cemiyetin kurduğu Of kazasıyla, Lazistan livası içinde şubeler açılmıştı. Bu derneklerin kuruluş amacı ve siyasi hedefleri hakkında ,bilgi vermek, uygun olur düşüncesindeyim.
Trakya Paşaeli cemiyeti mensupları, Osmanlının yok olmasını, çok güçlü bir ihtimal olarak görüyorlardı. Bu tehlike karşısında Trakya’yı mümkün olursa Batı Trakya ile bir bütün halinde birleştirmeyi düşünüyorlardı. Akıllarına gelen tek çare İngiltere’nin, bu mümkün olmazsa, Fransa’nın yardımını sağlamaktı .Vilayet-i Şarkiye cemiyeti ise ,Doğu vilayetlerinin Ermenistan’a verilmesi endişesiyle şu üç hususu tespit etmişlerdi. 1-Kesinlikle göç etmemek. 2- Hemen bilimsel, iktisadi ve dinsel örgütler kurmak. Bu arada da “Hadisat gazetesiyle “ Müslüman unsurların haklarını savunuyorlar, itilaf devletlerine muhtıralar veriyorlardı. Trabzon ve havalisi Adem-i merkeziyet cemiyetiyse ,Karadeniz’e kıyısı olan yörelerde bir Rum Pontus hükümeti kurulacağı korkusuyla merkezden ayrılma amacını güdüyorlardı.
Ülke içinde ve İstanbul’da milli varlığa düşman kuruluşlar
Özellikle Diyarbekir , Bitlis ,Elaziz vilayetlerinde İstanbul’dan yönetilen Kürt Teali cemiyeti vardı. Bu derneğin amacı yabancı korumasında bir Kürt hükümeti kurmaktı. Konya ve havalisinde de ,yine İstanbul’dan yönetilen, Teal-i İslam cemiyeti vardı. İstanbul’daki önemli girişimlerden birisi de, İngiliz muhipler cemiyeti idi. Bu cemiyeti kuranlar ,kendi çıkarlarının kurtuluş çaresini ,Lloyd George hükümeti aracılığıyla İngiliz himayesinde arayanlardı.Bu derneğe katılanların başında “Osmanlı padişahı ve halife-i ru-i zemin” Ünvanını taşıyan Vahdeddin ,damat Ferit Paşa , Gazeteci Ali Kemal ve Said Molla bulunuyorlardı. Derneğin başkanlığını ise Rahip Frew yürütüyordu. Derneğin iki yüzü vardı.Birinci yüzü medeni bir hayat tarzı için İngiliz koruyuculunu isteyip, bunu sağlamak. İkinci gizli yüzü ise ;Memleket içinde örgütlenerek, isyan ve ihtilal çıkartmak, milli bilinci felce uğratmak, yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi, haince girişimlerde bulunmak idi. ( Bu günkü AB nin iki yüzü ile ne kadar örtüşüyor.) Said Molla’nın derneğin bu amacının tahakkuku için onlardan daha fazla rol oynadığı ilerde görülecektir.
İstanbul’un bir kısım mevki sahibi erkek ve kadınları da ,gerçek kurtuluşun Amerikan mandası istemekte ve bunu sağlamakta olduğu kanısındaydılar..
Genel görünüş
Mütarekeye dahil olur olmaz, birliklerin savaşçı erleri terhis olmuş, silah ve cephanesi elinden alınmış, etkisizleştirilmiş bir takım kadrolar haline getirilmişti. Ordu ismi var cismi yok bir durumda .Kumandanlar ve zabitler “Harbi umuminin “Bunca sıkıntı ve zorluğuyla, yorgun ve bitap düşmüş durumda, yurdun parçalanmakta olduğunu görmekten içleri kan ağlayarak, gözlerinin önünde derileşen, karanlık felaket uçurumunun kenarında ,beyinlerinde bir çare , bir kurtuluş umudu aramakla uğraşıyorlardı.
Öteki önemli bir noktayı da belirtmek gerekirse . Kurtuluş çaresi ararken:İngiltere ,Fransa , İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek esası aranıyordu. Bu devletlerden yalnız biriyle dahi, başa çıkılamayacağı kuruntusu , hemen, hemen bütün beyinlerde yer etmişti. ( Bugün de milli politikalar uygularsak batı bizi rahat bırakmaz diyenler gibi)
Bu anlayışta olan sadece halk değildi. Özellikle “Havas” denen insanlar da böyle düşünüyordu. O halde kurtuluş çaresi ararken iki şey söz konusu olmayacaktı.Bir defa itilaf devletlerine karşı düşmanca tavır alınmayacaktı. İkinci husus olarak, Padişah ve halifeye canla başla bağlı ve sadık kalmak esası şart olacaktı.
Şimdi efendiler,izin verirseniz size bir soru sorayım.Bu durum ve şartlar karşısında ,kurtuluş için nasıl bir karar akla gelebilirdi?
Aldığım bilgi ve gözlemlere göre ,üç tür karar ortaya atılmıştı.
Birincisi: İngiltere himayesini istemek.
İkincisi : Amerikan mandasını istemek.
Üçüncü karar ise:Yerel kurtuluş çarelerine yönelikti. Böyle düşünenler Osmanlı memleketlerinin paylaşılacağını oldu bitti kabul edip, kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlardı.
Benim kararım:
Efendiler ben bu kararların hiç birinde doğruluk görmedim. Çünkü ,bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte içinde bulunduğumuz tarihte , Osmanlı Devletinin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu. Memleket tamamen parçalanmıştı. Ortada, sadece bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı.
Son durum, bununda paylaşılmasını sağlamaya uğraşmaktı. Osmanlı Devleti- Bağımsızlık- Padişah- Halife- Hükümet,- bunların hepsi, hiçbir anlamları kalmamış ,bir takım sözlerden ibaretti.
O halde ,ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi?
Efendiler: Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir TÜRK DEVLETİ kurmak.
Bu kararın dayandığı en güçlü düşünce ve mantık şu idi.
Esas olan Türk milletinin saygın ve onurlu bir millet olarak yaşamasıdır.
Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir.
Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun., bağımsızlığından yoksun kalmış bir millet uygar toplumların karşısında uşak olmaktan yüksek bir konumu hak edemez.
Oysa Türk’ün saygınlığı, onuru ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür.
Böyle bir millet tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.
Bundan dolayı, “YA İSTİKLAL ,YA ÖLÜM.” İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktır.
Bir an için bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranacağını varsayalım. Ne olacaktı ? Neticede :Tutsaklık.
Peki efendiler; Öteki kararlara boyun eğme durumunda , sonuç bunun aynı değil miydi ?
Verdiğim bu yönerge üzerine, memleketin her yerinde mitingler tertiplenmeye başladı ve kurtuluş savaşının ilk şerareleri bütün memleket evlatlarının yüreğini sardı.
BUGÜNKÜ DURUMUN TESBİTİ
Bugün de içersinde bulunduğumuz durum , o günlerden pek farklı gözükmüyor. Tek fark o gün yapılan sıcak savaş ve fiili işgal iken, bugünkü durum , soğuk savaş ve içeriden kuşatıp diz çöktürerek teslim alma , şeklinde tezahür etti..
Düşmanın Türkiye üzerindeki istilacı emelleri 87 yıldır asla bitmemişti.
Ancak zamana , zemine ve çağın şartlarına göre yeni stratejiler geliştirdiler ...
Bu seferki istilanın yöntemi ,küçük adımlarla ,fazla uyandırıp ürkütmeden, sistemli bir şekilde ve dostça yaklaşımlarla bünyeye sirayet edip, değerleri yok ederek, aile mevhumunu zayıflatarak ,dini inançları yozlaştırarak ,halkı guruplara ayrıştırarak ,örf ve adetlere bağlı yaşayan muhafazakar çoğunluğu ,milli şuuru yüksek kişileri, geri kafalılıkla suçlayarak, toplumu temelinden çürütmek ve böylece Türk halkının, kendisini savunma reflekslerini zayıflatmak, yok etmek esasına dayalı bir Stratejidir.
Bu amaca erişebilmek için :Önce Medya ve Basın Kuruluşlarının büyük bir bölümü, bu savaşın silahı haline getirildi. Borsaya giren sıcak parayla sermaye ve bazı tesisler ele geçirildi. Bunu desteklemek için IMF kararlarıyla düşük kur, değerli YTL uygulaması yerli sanayinin çökmesine ve tesislerin bir ,bir yabancıların eline geçmesine sebep oldu.
Yabancı bankalar çığ gibi büyüyerek finans sektörünü istedikleri gibi yönlendirir hale geldi. Bilim ve teknolojinin tüm olanakları diz çöktürme operasyonunun etkin silahları olarak kullanıldı.
Kalemini satan yeni Ali Kemaller bulundu. Yeni Molla Said ‘ler , ”Ilımlı İslam “ “Dinler arası diyalog “ gibi kavramlar ortaya atarak, İslam’ın ruhunda olmayan, dini fraksiyonlar ürettiler. Bizim gibi düşünmeyenler, bizim gibi inanmayanlar gerçek Müslüman değildir . Diyerek , hem Müslüman Türk halkını birbirine hasım ettiler. Hem de kendi düşüncelerinin etrafında toplanan inançlı insanları, ticari etkinliklerinin potansiyel müşterisi olarak değerlendirdiler. Gerçek tasavvuf ehli olan insanın , çok sade ve mütevazi bir yaşam sürmesi gerekirken, Tarikat lideri konumundaki kişilerin servet içersinde yüzdüğü görülmektedir. Gerek dışardan aldıkları desteklerle ,gerek ticaretten kazandıkları paralarla ve gerekse politikacıların oy tabanı oluşturmak için verdiği tavizlerle , her birisi ayrı bir güç odağı haline geldi.
Diğer taraftan, bazı Sivil Toplum Örgütlerine ve yandaş olarak kazanılmış Belediyelere, AB fonlarından paralar aktarılarak , refaha , paraya ve makama zaafı olan satılmışlar bulundu. Böylece tüm yurt genelinde bir ihanet ağı oluşturuldu. Bu kuruluşların tabanındaki üyelerin büyük çoğunluğu, hiçbir şeyden habersiz , yaptıkları propagandanın doğruluğuna inandırıldılar. Farkında olmadan, yürütülen psikolojik savaşın neferliğini yaptılar. Lider konumundaki sözcüler ise: Milli şuurdan uzak, kişisel çıkarlarını her şeyin üstünde tutan ve batı hayranlığını her zeminde dile getiren , kamuoyunca tanınmış kişilerden seçildi. Veya medya gücüyle ön plana çıkartılarak , aydın kişi, sözüne , görüşüne itibar edilir kişi olarak topluma takdim edildi.
Hükümetler borç kıskacına alınarak milli ekonomik politikalardan uzaklaştırıldı.
Dış politikada ,sadece batının doğrularına göre bir politika izlenmesi sağlandı.
Kendi çıkarlarımıza uygun olsa dahi , batının istemediği ülkelerle yakınlaşmamız engellendi. Milli kaynaklarımızın kullanımına izin verilmeyerek, her türlü enerjide dışa bağımlı hale getirildik. Bir yandan terörü kınadılar. Diğer yandan PKK ya her türlü desteği sağladılar. Türkiye başındaki belalarla uğraşmaktan, günü birlik çözümler üretmekten sıyrılıp da ,başını dik tutamadı , köklü ve kalıcı çözümler üretemedi. Her yanlış bir sonraki yanlışı doğurdu ve işbaşına gelen iktidarların hiçbirisi de ,bu yanlış otobandan çıkma cesaretini gösteremedi.
Zira seçilecekleri, önceden belirleyenler de ,seçildikten sonra ne yapacağını dikte edenlerde, onlardı. Mevcut sistemin devamından yana olanlara , verilen desteklerle , Demokrasi ve hür seçim yapılıyor görüntüsü altında , halka sunulan tüm alternatifler, hep aynı sistemin temsilcileri oldu. Meydanlarda milli söylemlerle halkın oyuna talip oldular, işbaşına gelince hep güç odaklarına hizmet ettiler. Kısacası yakın tarihimizde biz kimseyi seçmedik, sadece seçtirildik ve kendimizin seçtiğini zannettik.
AB SÜRECİMİ ? NEO SEVR SÜRECİMİ ?.
Yakın zamana kadar Türk halkı ne olup bittiğinin fazla farkına varamadı. Varılan mutabakatlar, yapılan sözleşmeler ,verilen tavizlerde hep halktan gizlendi. Ülkede sanki zafer kazanmışız havası estirildi.
AB ye üye olan ülkelerin ,kalkınmalarını hızla tamamlamış olmalarından dolayı, bu duruma özenen Türk halkına , bizde AB ye girersek aynı konuma geleceğiz , serbest dolaşımdan yararlanacağız. İşsiz nüfusumuz AB ye akacak ,fonlardan paralar gelecek, yabancı sermaye yatırım yapacak, hızla kalkınacağız, yasalarımızı AB standartlarına yükselteceğiz. Daha fazla demokrasi ,daha fazla özgürlük olacak gibi pembe tablolar çizildi. Tabii ki , halk bu rüyayı gerçekleştirecek, Türkiye’yi AB ye taşıyacak olan iktidarı bağrına basacaktı.
Ambalajın dışı çok özendiriciydi . Lakin içindeki tuzaklar ortaya dökülmeye başlayınca , pembe bulutlar da yavaş ,yavaş dağılmaya başladı. Çünkü siyasetçilerin söylemleriyle AB nin niyetlerinin birbirinden çok farklı olduğu, artık herkes tarafından bilinen bir gerçek haline geldi. Her şeye rağmen, hala gerçekleri bilmeyen ve algılayamayan, inandırıldığı tatlı rüyadan uyanmak istemeyen yurttaşlarımız mevcut ki: Onları bu rüyadan ayıltmakta , diğer vatanseverlere düşüyor.
Gerek 17 aralık Helsinki sözleşmesi , gerekse 3 Ekim çerçeve anlaşmasının şartları. İkinci bir Sevr dayatmasından başka bir şey değildir. Anlaşmanın en tehlikeli maddeleri , aşağıdaki sayacağım hususlardır.
1-Lahey Adalet Divanının zorunlu yargılama yetkisini kabul etmemiz..
2-Azınlık haklarına getirilen ilaveleri , patrikhanenin ve Ekümenliğin yeniden ihdasını kabul etmemiz.
3-Etnik guruplara tanınan ,terörist ve bölücü eylemlerin önünü açan maddeleri kabul etmemiz.
4-Ek protokoldeki, Rumlara hava alanlarının ve limanların açılması şartının 2006 yılı sonuna kadar TBMM. ce onaylanması şartını kabul etmemiz.
5- Dicle ve Fırat’ın kontrolünün, dolaysıyla GAP ın yönetiminin AB ye bırakılması.
6-Özgürlük ve Demokrasi kılıfına sarılmış dayatma yasalarla, TCK nın ,dernekler yasasının, gösteri ve yürüyüşleri düzenleyen yasaların değiştirilmesini ,vatandaşlıktan çıkartılanların tekrar vatandaşlığa kabulünü, DEP milletvekillerinin salıverilmesini, terörist ve bölücülere her türlü faaliyet serbestisi getirilmesini,. Adalet ve Emniyet kuvvetlerinin elinin kolunun bağlanarak işlev yapamaz hale getirilmesini kabul etmemiz..
7-Kıbrıs için vaat edilen ekonomik yardımların yerine getirilmemesi ve KKTC ye uygulanan tecritin halen kaldırılmaması. AB nin gerçek niyetini ortaya çıkartmıştır.
Tüm bu tavizlere karşılık ,15 -20 yıl sonra Türkiye’nin hazmedilebilirlik kapasitesine bakılacağı ve tüm üyeler hazmedebiliyoruz derse, ancak o zaman tam üyeliğin gerçekleşebileceği gibi, sonucu garanti olmayan ve asla gerçekleşemeyecek ,ucu açık boş ve karanlık vaatlerle , Türkiye sadece 20 yıl daha oyalanacaktır. O günlere gelsek dahi, ilk veto edecek ,ben Türkleri hazmedemiyorum diyecek ülke Rumlar olacaktır.
Şimdi neticeyi bile, bile bu anlaşmalara imza atanlara soruyorum. Bu şartlara evet demek yeni bir Sevr midir? Değil midir ?.
Sadece ilk maddenin sonuçları bile Sevr dir. Yunanistan daha önce adaların kıta sahanlığını 12 mile çıkartma kararını , Lahey Adalet Divanına götürdü ve Mahkeme bunu kabul etti.Biz o zaman tanımadığımız bir mahkemenin kararı bizi bağlamaz diyerek bu kararı reddettik.
Şimdi aynı kararı yenilerlerse , kırmızı kitapta kıta sahanlığının 12 mile çıkartılmasını savaş nedeni sayacağımızı deklere ettiğimize göre: Tanıdığımız bir mahkemenin kararına mı uyacağız ? Yoksa savaş mı yapacağız ? Böyle bir savaşa sürüklenirsek ,eskiden muarızımız sadece Yunanistan olacaktı. Şimdi kaç devleti karşımıza alacağımızı düşündünüz mü ?Hiç.
Parlamentolarından birer , birer ermeni soykırımı yasalarını geçirenler, acaba neyin hazırlığını yapıyorlar ? Ermenilerde Lahey ‘de bir dava açarlarsa bu karara da uyacak mısınız ? Yoksa sizi tanımıyoruz deme şansınız kaldı mı ? Rumlar Doğu Karadeniz ‘de , RUM PONTUS devletini ihdas etmek isterlerse ve Lahey Adalet Divanı ,onları da haklı bulursa , karara uyacak mısınız ? Yoksa sizi yine tanımıyoruz mu diyeceksiniz?
O ZAMAN BİR DAHA SORUYORUM ? 3 EKİM , SEVR MİDİR ? DEĞİLMİDİR ?
Türk halkı nelere imza attığınızdan bihaber, sadece olup bitenlere bakarak, sağ duyusuyla, AB nin Türkiye’yi bir uçuruma doğru sürüklediğinin bilincine yeni, yeni varmaktadır.
Son günlerde , Milliyetçi ve ulusalcı düşünen kişilerin hızla artması ve siyasi görüş ayrılıklarını bir kenara bırakarak, birlikte çözüm yolları üretmek için ; Atatürk’ çü , milliyetçi ,ulusalcı derneklerin çatısı altında toplanmaları. Bana tıpkı kurtuluş savaşı öncesi kurulan ve daha sonra KUVVA-İ MİLLİYE ruhu etrafında birleşerek, Atatürk’ün önderliğinde kurtuluş savaşı veren atalarımızı anımsatıyor.
GÜMRÜK BİRLİĞİ Mİ ? NEO KAPÜTÜLASYON MU ?
Gümrük birliğine girmek Türkiye ‘ye ne kazandırmıştır ? Neler kaybettirmiştir ve halen neleri kaybettirmeye devam etmektedir..
Kazandırdığı hiç bir şey yoktur. Ama kaybettirdikleri sayılamayacak kadar çoktur. Yerli sanayimizi güçlendirmeden, güçlü sanayilerle rekabet gücüne erişmeden, gümrük birliğine girmek, tıpkı yüzme bilmeyen birisini suya atarak, ya boğulur, yada çırpına , çırpına yüzmeyi öğrenir gibi bir düşüncenin mahsulüydü ki; Neticede milli sanayimiz bu girdapta boğuldu.
1-Türkiye’de Gümrük birliğinden sonra ,hiçbir ciddi yerli yatırım yapılamamıştır. Yatırım yapılamadığı için istihdam yaratılamamıştır. İstihdam yaratılamadığı için işsizliğe çözüm bulunamamıştır. İşsizliğe çözüm bulanamadığı için, ahlak çöküntüsü ve polisiye olaylar artmış, terör yeniden hız kazanmış ,kumar ,uyuşturucu kullanımı ve satımı çoğalmış ,mutsuz ,işsiz ,parasız insanların aile düzenleri ve psikolojileri bozularak , dağılan aile sayısında ,son yılların verileri, geçmiş yıllarla kıyaslanamayacak seviyelere gelmiştir.
2-Gümrük birliğine girdikten sonra iğneden ipliğe tüm mallar ithal yoluyla ikame edildiğinden , dış borç son üç yılda, Cumhuriyet Döneminin toplam borcunun 3/4 ü kadar daha artmıştır ki: Dış ödemeler dengesi tamamıyla bozulmuş ,cari açık üç yılda 45 milyar dolar seviyesine gelmiştir. Cari açık daha 2006 yılı birinci ayında 2.5 milyar dolar açık vermiş olup:Bu trend devam ederse , sadece bu yılın cari açığı 30 milyar dolar civarında olacaktır..
Oysa son üç yılda yapılan, 154 milyar dolar dış borcun, tamamı tüketim mallarına harcanacağı yerde ,hiç değilse yarısı yatırıma dönük harcanabilseydi , bugün Türkiye’nin işsizlik diye bir problemi ve bunun beraberinde getirdiği problemlerin ,hiçbirisi bugün olmayacaktı..
3-Gümrük birliğinden dolayı Açık Pazar haline gelen Türkiye’ye tüm tarım ürünleri dışardan ithal yoluyla geldiğinden, Türk tarımı bitme noktasına gelmiştir. Mersin’de portakallar dalında çürürken ,Mısırdan portakal ithal ederseniz, Çiftçide size üç yıldır anamızı ağlattınız diye isyan eder. Eğer çözüm üretemiyorsanız. Gümrük birliğine göbeğinizden bu kadar bağlıysanız. ; Aç, sefil, işsiz, parasız insanlara , bari hakaret etmeyin.
4-Gümrük birliğinden dolayı, Türkiye kendi bağımsız dış ticaret politikasını uygulamamakta, sadece AB nin anlaşma yaptığı ülkelerle ,AB şartlarında ticaret yapabilmektedir. Tıpkı Yaşar ne yaşar ,ne yaşamaz gibi. Vergi zamanı yaşıyoruz. Alacak zamanı ölüyüz. Verme zamanı AB nin içindeyiz , Alma zamanı, daha tam üye değiliz . Gümrük birliğine girerken, AB , Türkiye’nin , birliğe katılmaktan dolayı uğrayacağı zararları, telafi etmeyi taahhüt etmişti. Ancak 1995 den bu yana , 11 yıllık kaybımızın , bir tek EURO su dahi, henüz ödenmiş değildir.
5-AB Türkiye‘ye tarımda çalışan nüfusu azaltın diye dayatmaktadır. Bunun sebebiyse gayet açıktır ,Türkiye ‘ye daha fazla tarım ürünü satabilmek, daha fazla borçlandırabilmek ve ödeme hadlerini aştıktan sonrada, amaçladıkları son noktayı koyabilmek. Peki biz şu anda dahi , sanayi ve hizmet sektöründeki, işsiz yurttaşlarımıza çözüm üretemezken, tarımdaki nüfusu azaltırsak , (Mevcut nüfusun % 35 i ) bu işsizleri nerede istihdam edeceğiz ? İşte o zaman AB , o da senin sorunun , 3 Ekimde benimle nişanlanırken düşünseydin diyecek .
6-IMF nin Duyun-u umumiye memuru gibi çalışarak, milli ekonomik politikalara asla izin vermemesi sonucunda , uygulanan düşük kur, değerli YTL. Para politikasıyla, Borsaya 54 milyar dolar sıcak para girdi. Yerli sanayici şu anda, borsadan elde ettiği finansmanla ayakta kalmaya çalışıyor.
Batı Bu uygulamayla , bir taşla üç kuş birden vurdu.. Birincisi: Yerli sermaye susturuldu , bir kısmının AB ye gönüllü , bir kısmının da , korkudan kerhen desteği sağlandı. İkincisi: Üretimin tüm faktörleri çok ucuz bir maliyetle yabancıların eline geçti. Üçüncüsü: İktidara dilediklerini yaptırabilmek için ; Sıcak parayı çekeriz haa.., kriz çıkartırız tehditleriyle, başını diktiğin an , kafanı kopartırım diyen , Demoklesin kılıcı sallanmaya başlandı.
Sonuçta: Türkiye adı konulmamış bir sömürge ülkesi, yöneticileriyse, sadece dikte ettirilenleri uygulayan sömürge valisi konumuna getirildi.
ŞİMDİ YİNE SORUYORUM . GÜMRÜK BİRLİĞİ , NEO KAPÜTÜLASYON MUDUR?
YOKSA BAŞKA BİR ŞEY MİDİR?
İktidarın durumu:
Bu iktidar 2001 krizlerinin şok sancılarıyla erken doğan , sakat bir bebek olarak dünyaya geldi. 57. Hükümetin yolsuzluk ve becerisizliğinin halk üzerinde yarattığı umutsuzluk sendromunun üzerine , umut olarak inşa edildi. Halka umutsuzluğun ve çaresizliğin çaresiymiş gibi takdim edildi. Oysa daha dünyaya gelmeden, doğumunu yaptıracak doktorlara , uslu bir çocuk olacağına ve mevcudiyetini borçlu olduğu kişilere, sonuna kadar sadakat edeceğine dair söz verilmişti. Bu tezimizin ispatını isterseniz, sadece bir örneğini hemen söyleyelim. Başbakan’a iki danışman önerildi ve bunlar senin beyninin yarısı olacak denildi.(Bu söz Başbakanın kendi ifadesinde vardır.) Bu danışmanlardan birisinin eşi, Üsküdar camiinde, başı açık karma namaz Show yapan hanımefendidir..Ve İslam-i söylemlerle işbaşına gelen iktidarın Başbakanı, bu görüntünün , partisinin imajına ne kadar zarar vereceğini bildiği halde , danışmanını görevden uzaklaştıramadı. Çünkü: Büyük patronlar ASLA demişti.
Yolsuzluklarla mücadele vaadiyle işbaşına gelen bu iktidar. Cumhuriyet tarihinin, en büyük yolsuzluklarına muhatap olmuş, maliye bakanını görevden uzaklaştıramadı.
Türk askerinin başına çuval geçiren ABD ye, nota verecek misiniz ? Diye soran gazeteciye ,bu müzik notası değil diyerek; Hiçbir refleks gösteremedi.
Yine İslam‘ın hamisi olduğunu iddia eden bu iktidar. .Hz. Peygamberimize, hakaret eden batıya karşı hiçbir yaptırım uygulamayı düşünmedi.
156 Belediye Başkanı Danimarka’ya roj Tv.yi kapatmayın dilekçesi gönderirken, binlerce AKP li Belediyeden hiçbirisi , Peygamberimize küfür etmeyin mektubu gönderemedi.
TBMM ne ,Kürt devleti olarak bölünmek istediklerini ,dilekçe ile beyan eden HAKPAR yöneticileri hakkında , Cumhuriyet Başsavcılığı harekete geçirilemedi.
Kurtuluş savaşı öncesi Diyarbakır’da ayrılıkçı Kürt Devleti kurmak için kurulan Kürt -Teali Cemiyetinin günümüzdeki versiyonları, her gün bölücülük yaparken , iktidar sadece olayların tırmanmasını, seyirci gözlerle izlemekle yetindi. .
Bütün kurumlar, kuruluşlar ,karar mekanizmaları etkisizleştirildi, çürütüldü.
Memleketin her köşesinde ajan provakatörler , misyonerler cirit atarken hiçbir korunma önlemi alınamadı..
Şu anda , son noktayı koymak için., direnç noktası olarak ,sadece ordu kaldı.
”AB süreci “ “Medeniyet projesi “Gibi süslü lafların arkasına sığınılarak, ordunun etkinliği de kısmi olarak azaltıldı .Ama buda yetmedi ve son günlerde orduyla ilgili entrikalar gündeme getirildi..
Özelleştirme kılıfı altında ,stratejik önemi olan , milli varlıkların % 100 ünün yabancı unsurlara satılması gibi , dünyada örneği olmayan ,bir gaflet ve dalalet içersine girildi.
Buna benzer yüzlerce örnek sayabiliriz.
İktidar halka verdiği hiçbir sözü yerine getirememenin hırçınlığı içersinde , günlük demegojilerle hala kamuoyunu kandırmak, her beceriksizliğine bir mazeret üretmek ve biz yapmak istiyoruz ama onlar bırakmıyorlar tarzında yaklaşımlarla ,suçu başkasına ciro etmek kolaycılığından ve mihnet borcu ödediği batının amaçlarına hizmet etmekten başka hiçbir iş yapmıyor.
Enflasyonu düşürdük, büyümeyi sağladık gibi söylemlere gelince ,üç yılda yapılan 154 milyar dolar dış borcu , üçe bölerseniz ,elli kusur milyar dolar yapar. En beceriksiz adamın eline yılda elli milyar doları teslim edin. O dahi ekonomiyi bundan daha iyi götürür. Ama bu parayı biz bulduk ,başkası bu kadar borçlanamazdı diyorsanız , ondada siz haklısınız . Çünkü sizden başka hiç kimse, Türkiye’yi bu kadar ipotek altına sokmazdı.
Sonuç olarak : Bu iktidarın işbaşında kaldığı her gün çöküş sürecinin ivme kazanması demektir ki: Türkiye daha fazla tahrip edilmeden, daha fazla talan edilmeden, bölücü unsurlarla mücadele daha vahim boyutlara taşınmadan. Bu iktidarın demokratik kurallar içersinde mutlaka iktidardan uzaklaştırılması gerekmektedir.
Muhalefetin durumu:
İktidarın beceriksizliği kadar, gerek meclis içi, gerekse meclis dış muhalefetin rahat tavrı da, maalesef Türkiye için büyük bir şansızlıktır. Kendi ikballerini iktidarın başarısızlığına endekslemiş , nasıl olsa onlardan ürkenler bize gelecekler mantığı ile ,olaylara sadece seyirci kalınmaktadır. Halen popülist söylemlerle bildik, tanıdık muhalefet alışkanlığından vazgeçilememekte, halkın asıl aydınlatılması gereken konularda muhalefet görevi yapılamamaktadır.
Geçen ay bir arkadaşımın bürosunda, dört muhalefet partisi Belediye Başkanı ile sohbet etme şansı buldum. Konu AB den açıldı ve kendilerine siz tabandaki seçmenle her gün yüz yüzesiniz , 3 Ekimde altına imza attığımız anlaşmayı halka anlatıyor musunuz ? sorusunu yönelttim. Hepsi birbirinin yüzüne baktı. Hiç birisi henüz çerçeve anlaşmayı okumamıştı.
O halde neyi savunuyorsunuz, veya neyi eleştiriyorsunuz dediğimde aldığım cevap, Genel başkan desteklediğine göre mutlaka iyi bir şeydir cevabı oldu.
Oysa muhalefet partileri daha 4 Ekim günü meydanlara çıkıp ,zafer diye yutturulan şeyin, nasıl bir hezimet olduğunu ,Türkiye‘nin tek taraflı olarak verdiği tüm tavizleri halka anlatılmalıydı.
Aman AB karşıtı gibi gözükmeyelim. Aman ABD de bize kızmasın , aman iktidarın fazla üstüne gitmeyelim, yoksa bizimde açıklarımız var, onlarda bizi köşeye sıkıştırır endişeleri içersinde böyle bir muhalefet olursa, biçare halkım daha çoook .! Uyutulacaktır.
Bir yandan Atatürk’ çülüğe sahip çıkacaksınız, diğer yandan Atatürk resimlerini okullardan kaldırın. Kemalizm’i unutun diyenleri destekliyeceksiniz. O zaman peşinden koştuklarınızdan sizin farkınız nedir ? AB yi mi tercih edeceksiniz ? Atatürkçülüğü mü ? Yoksa hem AB ci yim , hem Atatürkçüyüm yalpalamasına devamı mı edeceksiniz ?
Bir yandan ilkeli siyasetten söz edeceksiniz, diğer yandan o partiye gönül vermiş insanların oylarıyla meclise girip, sonrada başka bir partinin liderliğine soyunacaksınız. Geçmişte Susurluğun baş aktörlerinden biri olacaksınız ,bu gün dürüst lider pozları atacaksınız. . .
Bir yandan Müslümanlıktan ,helalden, haramdan dem vuracaksınız, diğer yandan milletin on bir trilyonunu iç eden Hocanızı kurtarmak için ,bin bir dalavere çevireceksiniz.
Beyler : Bu milleti, hafızası kıt kabul etmekten vazgeçin artık.
Eğer alnı açık ,yüzü ak ,veremeyecek hesabı olmayan bir muhalefet olsa idi. Meydanları inletmek için o kadar çok yanlışlık, o kadar çok malzeme var ki; İsterseniz birkaç tanesini sayalım.
-İşsizliğe ne çare ürettiniz ? Vizyonunuz projeniz nedir ?
-Cari açığı nasıl kapatacaksınız ? Aldığınız 154 Milyar dolar dış borcu nerelere harcadınız ? Kaç yatırım yaptınız ? Kaç kişiye ekmek kapısı açtınız ? Üretemeyen ,ürettiğini satamayan çiftçi için, sanayici için, turizmci için, ne düşünüyorsunuz ?
-Artan ahlak çöküntüsünü , kapkaç, hırsızlık, gasp ,okul önlerine taşan uyuşturucu ticareti, okullarda artan şiddet olaylarını , nasıl önlemeyi düşünüyorsunuz.?
-Bölücü propaganda yapan ,eylemleri öven ,yardım ve kışkırtıcılık yapan ,derneklere, partilere , yerel yöneticilere neden seyirci kalıyorsunuz.?
- Kapanan, iflas eden sanayi kuruluşları için, iflas eden ticaret erbabı için, biten tükenen hayvancılık, balıkçılık, kümes hayvancılığı için çözümleriniz nelerdir ?
-Asgari ücretle geçinmeye mahkum edilmiş, milyonlarca insanın cebine ,kişi başına beş bin dolara çıktığını söylediğiniz milli gelirden kaç kuruş girdi ? Halkın cebine girmediğine göre bu paralar kimlerin cebine girdi.?
- Artan terör olaylarını nasıl önlemeyi düşünüyorsunuz ?
Buna benzer yüzlerce ciddi konu varken, basit kişisel polemikler üreterek ,saçla başla uğraşarak, muhalefet yapıldığı zannediliyor ,eğer tek sorunumuz buysa ,yarın hepimiz başımızı açalım veya hepimiz kapatalım. Türkiye kurtulsun. Yada bilinçli olarak gerçek muhalefet yapılmıyor. Çünkü ne zaman ciddi muhalefet yapılmaya kalkışılsa, geçmişte kendilerinin de yaptığı yanlışlar sıralanarak ,laf ağızlarına tıkılıyor. Birilerine hesap sorabilmek için ,önce kendinizin temiz, dürüst ve hüsnüniyet sahibi olmanız gerekir. Aksi halde bu kayıkçı kavgasını biz altmış yıldır izliyoruz.
ÇÖZÜM.
Bu ülkeyi seven tüm insanların birinci vazifesi: Ülkeyi bu iktidardan kurtarmaktır.
Parlamento içinde ve parlamento dışında ,memleketi gerçekten seven, ülkenin içine sürüklendiği durumdan sorumluluk duyan , veremeyecek hesabı olmayan tüm siyasiler, koltuk kavgasını ,sen ,ben kavgasını bir tarafa bırakıp tarihi bir görev üstlenmelidir. Tüm vekillerimize tavsiyem , pembe ceylan derisi koltuklarından bir günlüğüne kalkıp, Ulustaki Eski Meclis Binasını ziyaret etmeleri, atalarının tahta sıralarda oturup, gaz lambasının ışığında , olmazı nasıl olur yaptıklarını izlemeleri ve o ruhu orada içlerinde hissetmeleridir. İnanıyorum ki, o ruhu yakalayan , iktidarın içindeki yurtseverler de , muhalefete mensup yurtseverlerde . Bir “Milli mutabakat” çatısı altında toplanacaklardır. Bu ülkenin şu günlerde ,ikinci bir Meclis-i Mebusan’a ihtiyacı vardır.
Bu toparlanmadan sonra.:
Meydanlara çıkıp ,halka tüm gerçekler bütün çıplaklığıyla anlatılmalıdır.
Halktan alınacak destekle iktidar erken seçime zorlanmalıdır. Bu mümkün olmazsa yurtsever milletvekilleri sine-i millete dönerek meclisin feshini sağlamalıdır. Eğer buda mümkün olmazsa, Sayın Cumhurbaşkanı : Mevcut durumun vahametini nazarı dikkate alarak, Anayasal yetkilerini kullanıp, meclisi fesh etmelidir. Bu tarihi misyonu Türk halkı bütün ilgililerden beklemektedir.
Seçim sathı mahalline girildikten sonra . Oluşturulacak “Milli Mutabakat Partisine” Aday tespiti yapılırken, geçmişi temiz, bilgi, görgü, tecrübe sahibi, yapılan tahribatları onarabilecek, ülkenin yeniden inşasında, vizyon ve projesi olan , politikadan şahsi çıkar ummayan, kişiler aday yapılmalıdır.
Bu tespit yapılırken, İşçi, köylü, memur, İşveren temsilcileri, Sendika temsilcileri, Oda ve Borsa temsilcileri ,Baro temsilcileri , Üniversite temsilcileri, Emekli Ordu Mensupları, Medya ve Basın temsilcileri gibi , toplumun her kesimini oluşturan kişi ve kurumların , Parlamentoda temsilini sağlayabilecek şekilde bir liste hazırlanmalıdır.
Böyle bir oluşum toplumun en az %51 inin desteğini arkasına alacaktır. Özlediğimiz bu tablo gerçekleşirse ,ondan sonrası için yapılacaklar çok zor değildir. Ancak bu hususu bazı kesimlerin huzurunu peşin, peşin kaçırmamak için , şimdilik saklı tutmayı yeğliyorum.
Umarım bu konuda bana hak verirsiniz.
TÜRK HALKINA SAYGILARIMLA
Nidai Altınok
[email protected]
***
Sizde bu bölümde yazmak isterseniz sitemizin ilkelerine ters düşmeyen yazılarınızı [email protected] mail adresine gönderin sizin adınızla yayınlayalım.