Değerli okurlar,Son günlerde AKP hükümeti ve Başbakan Erdoğan, ABD'den aldığı BOP taşeronluğu çerçevesinde Suriye'ye müdahalenin alt yapısını oluşturmaya çalışırken ve bu çerçevede dış ziyaretler yaparken, içerde PKK terörü can almaya devam ediyor.

Bir taraftan da Başbakan Erdoğan "asla görüşmem" dediği Peşmerge başı Barzani'yi kırmızı halılarla karşılıyor. Sınırı geçerek Türkiye'ye giren ve terörist faaliyetlerin ardından Irak'a dönen teröristler için sıcak takip yapamayan ve seyirci kalan Başbakan Erdoğan, Suriye sınırında mültecilerin kaldığı konteynerlara "kurşun sekti" diye müdahale çağrısı yapıyor; NATO ve BM'yi göreve çağırıyor. Bir taraftan da Irak'ta 1 milyondan fazla Müslüman'ın ölmesine seyirci kalırken işine gelince "Suriye'de Müslüman kanı akıyor" diye müdahaleyi meşrulaştırmaya çalışıyor. Diğer taraftan başkanı olduğu Darüşşafaka Cemiyeti'nin tüzüğündeki "Türk ve İslam olmalı" ibaresini kaldırarak bu kavramlara olan düşmanlığını sergiliyor.

Bu yazımda sizlere bu konudaki görüşlerimi yazmak yerine TBMM Genel Kurulunda İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin hakkında verilen gensoru önerisi üzerine yaptığım ve yukarıda belirttiğim konulardaki görüşlerimiz içeren konuşmamı aynen sunmak istiyorum. Konuşmamın özeti aşağıdadır:

Başbakan Küresel Güçlerin Özel Habercisi mi?

Başbakan Çin'de geziyor, Arabistan'da geziyor. Acaba niye? Bir yerlerde bir özel ulak olarak haber ulaştırmakla uğraşıyor. Çünkü Suriye'ye müdahalenin altyapısını oluşturmak için çalışıyor. Şimdi, kendi kapımızda, içeride can derdimiz varken dışarıdakilere, hem de dolaylı olarak müdahale etmek için Başbakan Erdoğan Erdoğan niye bu kadar hevesli? PKK teröristleri Hakkâri'ye kadar girip karakollar basıp geri gidiyorlar. Kuzey Irak'a sıcak takip yapamıyorsun ama Suriye sınırlarında konteynerlere kurşun sekmiş bu yüzden de "bak bıçak kemiğe dayandı" diyor. Peki Hakkâri'de niye dayanmıyor? Önce kendi terör sorunumuzu, güvenlik ve asayiş sorunumuzu, iç işlerimizdeki sorunları çözelim, ondan sonra dışarıya bakalım.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin tavrı neyse onu gösterin, önce güvenliğimizi sağlayalım, asayişimizi sağlayalım; sonra almamız gereken ekonomik önlemler, sosyal önlemler varsa onu burada hep beraber alırız ama orada bölücülüğü tescillenmiş, hüküm giymiş bir cani başının serbest bırakılması için müzakereler yaparsanız bunu Türk milletine anlatamazsınız. İsterseniz "Vallahi ben yapmadım, devlet yaptı." deyin "Yapan şerefsizdir." deyin, sonra da dönün "Vallahi ben gönderdim." deyin; fark etmez, kademe kademe de anlatsanız Türk milleti buna inanmaz. Bu konu hassas bir konudur. Yapanlar cezasını çeker. Onun dışında, teröristle orada yaşayan vatandaşlarımızı ayırt edersiniz, onlara ilişin ekonomik ve sosyal önlemler gelir, bizler de destek oluruz ama onlarla müzakere etmek, her ne kadar yarım çark ediliyormuş gibi görünse de maalesef birlik, beraberliğimize zarar veriyor.

Barzani ve ABD'nin desteklediği PKK bizim askerimizi şehit ederken Türkiye MİT-Emniyet istihbaratı aralarında kavga yapıyor. Böyle devlet yönetimi olur mu? Bu kurumlar arasındaki koordinasyonsuzluk kimin sorunudur? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, köklü bir devlettir, devlet geleneği vardır; her sorunun üstesinden gelir ama duruşumuzu bozmadan, yapılması gereken neyse hep birlikte burada tartışalım. Devletin istihbarat birimlerinin birbirinden haberi yok. Sonra özel kanunlarla istihbaratçı koruyoruz. Üstelik bir de "Vallahi, benim sır küpüm, devletin sır küpü" diyor.

Milliyetçilik ve Demokrasi İkiz Kardeştir!

Çözüm yeri Meclistir, demokrasinin beşiği burasıdır. Sadece iktidarla da demokrasi olmaz. Demokrasi deyince, muhalefeti de, tüm toplum kesimlerini de, sivil toplum kurumlarını da hepsini dikkate alan ve bu çerçevede çözüm bulan sistem anlaşılır. Muhalefet olmadan demokrasi Ama bugün AKP herkesi dışlayarak "ben yaptım, oldu" mantığıyla hareket etmekte ve muhalefetin sesine kulak vermemektedir. Bu noktada hemen belirtmeliyiz ki, Türk milliyetçilerinin demokrasi anlayışı bütün kurumlarla, bütün kesimlerle ortak diyalog içerisinde, katılımcı bir demokrasi anlayışıdır. Milliyetçi Hareket Partisi demokrasiyi önemser. Milliyetçilik ve demokrasiyi ikiz kardeş olarak görür.

Bizim demokrasi anlayışımızda insanların temel hak ve özgürlüklerine saygı vardır ama ‘Demokratik özerklik istiyorum' diye bu ülkenin şartları içerisinde, kuralları, kanunları içerisinde yaşamaktan vazgeçip, ‘Biz onu da istemiyoruz' deyip birileri federasyon istiyor, öbürü bağımsızlık istiyorsa bu demokratik bir hak talebi olmaz. Bireysel olarak hak ve özgürlükleri talep edebilirsiniz ama kolektif hak talebinde bulunulursa bu ayrışmadır, bölücülüktür. Özerklik talebi Türkiye'nin bölünmesi anlamına gelir. Onun için, demokrasi, bütün Türk vatandaşlarına aynı eşit şartlarda hakları, özgürlükleri sağlamak ve onları teminat altına almak demektir. İşte Milliyetçi Hareket Partisi adı üzerinde milliyetçi bir partidir. Demokrasiyi nasıl tanımlıyoruz? Halkın kendi kendini yönetmesi. Halk ne demek? Milletin bugünkü yaşayan kısmı demek. Milliyetçi Hareket Partisi demokratik bir partidir ve bütün insanların eşit olarak sadece Hakkâri'nin değil, Antalya'nın Gündoğmuş ve Akseki ilçelerindeki insanların da gelir düzeyini ve bireysel haklarını, özgürlüklerini garanti altına almayı, teminat altına almayı taahhüt eder, aksi takdirde o demokrasi olmaz, o demokrasinin ihlali olur, diğer insanların haklarının ihlali olur. Biz kapsayıcı, kucaklayıcı, kültür, dil birliğine; tasada, kıvançta, duyguda ortak birliğe önem veren bir partiyiz ve milliyetçilik anlayışımız da bu anlamda kapsayıcı bir milliyetçiliktir. "Türk" dediğimiz zaman bütün etnik kökenleri kapsayan bir milleti ifade ederiz. "Türk vatandaşı" tabiri sadece doğumuna bakarak Orta Asya'dan Türk olarak gelmiş olanları kapsamaz, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kapsar. Atatürk'ün söylediği gibi "Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk milleti" denir. Atatürk'ün "Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözündeki inceliğe de dikkat etmek gerekir. Yani Atatürk, "Ne Mutlu Türk soyundan olana" demiyor.  

AKP'nin Türk ve İslam Kimliğiyle Sorunu Var!

İstanbul'da bir belediyenin yaptığı Miniatürk var. Adı "Minyatür Türkiye" olarak değiştirmişler. Genel Başkanımız Sayın Bahçeli Grupta da söyledi. Darüşşafaka Cemiyetinin tüzüğündeki "Türk ve İslam olmak" maddesini kaldırmışlar. Bu ne anlama gelir?

Oysa Türk milletinin kurtuluşu "Türk" ve "İslam" kelimelerinin yan yana gelmesinde bulunur. Biz Türk-İslam ülkücüsüyüz. Geçen ay kendisini rahmetle andığımız Başbuğ'umuz Alparslan Türkeş, kurucu Genel Başkanımız "Biz Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman'ız." derdi, "Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden ceset olur." derdi. Türk milletinin kurtuluşunun 2023 yılında lider ülke olmasının, 2053 yılında süper güç olmasının yolu işte yeniden o Türk-İslam medeniyetini ihya etmekten geçiyor. Ne zaman İslam medeniyeti olduk? Türkler İslamiyet'e hizmet etmeye başladığı zaman, İlahi Kelimetullah için cihada gittiği zaman oldu; ilmi, aklı kullandığı zaman oldu. Bizim kurtuluşumuz budur. Buhara'dan gelen yorumu, Yesevi anlayışını, Mevlânâ'yı, Yunus Emre'nin söylemlerini dikkate alalım. "Gelin canlar bir olalım." diyorlar, "Gönülden sevelim." diyorlar, "Bir olalım, iyi olalım, diri olalım." diyorlar. Bu bizim kültürümüz. Hepsini kucaklamış, bütün inanışları, mezhepleri kucaklamış, ama ne zamanki akıldan, ilimden vazgeçtik zevke, sefaya düştük, böyle bir sonuçla karşılaştık. Maalesef bu gidişatın sorumlusu olan Adalet ve Kalkınma Partisini ve Hükûmetini, ben, tekrar bunları gözden geçirmeye, millî bir duruş sergilemeye çağırıyorum.