Ve Yehova, "Bunların hepsi bir kavim" dedi. "Konuştukları dil aynı,giriştikleri işi yarıda bırakacağa benzemiyorlar.Gelin de toprağa inelim, dillerini ayıralım şunların; birbirlerini anlayamaz olsunlar." Ve Ademoğulları kentlerini kuramadılar.Oraya Babil dendi.Babil, yani karışıklık. (Tevrat)

Son günlerde, bebek katili Apo'nun emirleri ile bazı sivil toplum kuruluşları ve BDP'li milletvekilleri Türkiye'yi  "iki dil"  tartışmalarına sürüklemektedir.AKP hükümetinin  "Kürt Açılımı" adı altındaki fitne projesinden cesaret alan  bazı ayrılıkçı gruplar,hükümetin ve yargının sessizliğinden yararlanarak hergün defalarca Anayasaya aykırı eylem  ve söylemler geliştiriyorlar.

Ulusdevletleri ortadan kaldırmak için postmodern paradigmanın ortaya attığı plüralizm(çoğulculuk),çokkültürcülük  gibi argümanlarla, Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter  yapısı yıpratılmak istenmektedir.Bu amacı pratiğe geçirmek için özellikle Kürtler ve Kürtçe üzerinden, federalizm ülküsü taşıyan bir tartışma ve psikolojik harekat başlatılmıştır.

Abdullah Öcalan'ın emirleri doğrultusunda başlatılan bu iki dilli hayata geçiş tartışmaları, özellikle bazı çevrelerce meşru  ve şirin gösterilmek için "çokkültürcülük" fenomenine dayandırılmaktadır.Burada , çokkültürcülüğü biraz açmakta fayda olduğunu düşünüyorum.

Çokkültürcülüğün hareket noktası, "çokkültürlülüğü", bölünmesi hedeflenen ülkeye bir "zenginlik"  olarak empoze ederek benimsetmek, çokkültürcülüğün resmi  bir devlet politikası haline dönüştürülmesini sağlamak,bu şekilde etnik gruplar tahrik edilerek bu ülkenin ulusal direncini zayıflatmak,ülkenin bölünmesine içte zemin hazırlamaktır.

Çokuluslu küresel sermaye, ulusdevleti bölüp güçsüzleştirerek, dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırma stratejisinde, "çokkültürcülüğü" bir araç olarak kullanmaktadır.İşte tam bu noktada ulusdevletlerde özellikle farklı unsurların dillerini ön plana çıkararak,ulusdevletleri bir içsavaşa sürükleme amacının adımları atılmaktadır.Ülkemizin de malesef bu tartışmaların gölgesinde bir iç savaşa sürüklenmek istendiğini  söyleyebiliriz.

Türkiye Cumhuriyeti mevcut anayasasında, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez olan 3. maddesi , "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.Dili Türkçe'dir."  İfadesini  içermektedir. O halde Türkçenin yanına  ikinci bir resmi  dil istemek,anayasaya aykırı olmakla birlikte ceza gerektirir.

Devletin resmi dilinin Türkçe olması, yalnızca Türkiye'ye özgü bir durum değildir.Konjonktür incelendiğinde,özellikle  Avrupa Birliği  üye devletlerine baktığımızda  bir çoğunun  resmi bir dili olduğunu ve bunun anayasal güvence altına alındığını görmekteyiz. Bunu basitçe örneklendirecek olursak, karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır.

-Fransa, Madde 2-2 : Devletin şekli ve sembolleri

"Cumhuriyetin dili Fransızcadır."

-Avusturya, Madde 8 : Resmi Dil

"Avusturya Cumhuriyeti'nin resmi dili Almancadır"

-Estonya, Madde 6 : Dil

"Estonya'nın resmi dili Estonyacadır."

-Slovakya, Madde 6-1

"Slovakya Cumhuriyeti'nin devlet dili Slovakçadır."

-Slovenya, Madde 11: Dil

"Slovenya'nın resmi dili Slovencadır."

-Malta, Madde 5-1: Ulusal Dil

"Malta'nın ulusal dili Malta dilidir."

-İspanya, Madde 3-1

"Devletin resmi İspanyolca dili Katsilyandır.Tüm İspanyolların bu dili bilmeleri görevleri,kullanmaları da haklarıdır."

Latviya Anayasası  4. Madde, Litvanya Anayasası  14. Madde, Finlandiya Anayasası 12. Madde gibi ülke ve anaysaları ile Avrupa Birliği üye devletlerde örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Elbetteki işin hukuki yönü kadar sosyolojik yönünde de ayrıca durmak gerekir.

Hiçbir kültürel dil kesinlikle yasaklanmamalı,korunmaya çalışılmalı,konuşularak yaşatılmalıdır.Devlet kültürel dillerin yaşatılmasında ve korunmasında gerekli tedbirleri almalı, toplum da bu konuda  en azından devlet kadar hassasiyet göstermelidir.

İnsanların birbirleriyle sağlıklı iletişim kurmaları ölçüsünde en önemli unsur kuşkusuz dildir.Kendi etnik dilini bilen bir kişinin ,başkalarını rahatsız etmeyecek şekilde ve ahlaki kurallar çerçevesinde kendi etnik dilini konuşması çok doğaldır ve doğal karşılanmalıdır.Ancak o dili bilmeyen ve konunun muhatabı olan başka insanların da olduğu bir ortamda ,herkesin farklı dillerden konuşması sağlıklı bir iletişime engel olur.TBMM'de  BDP'li milletvekillerinin son zamanlardaki Kürtçe konuşarak kimsenin anlamadığı komik durumlara ve iletişimsizliklere neden olduğu ve bunun sonucunda dil tartışmalarının ülke gündemine geldiği "provokatif  eylemler  serisi" yukarıdaki ifademize örnek teşkil eder niteliktedir.

Mecliste yapılan bu provokatif eylem, Kürtçenin de anaysada Türkçe ile birlikte resmi dil olması talebinin önemli adımlarından biridir.Ancak Kürtçenin, Türkiye'de yaşayan halkın yalnızca bir kısmının bildiği etnik-kültürel bir dil olduğunu, resmi dil olamayacağını belirtmemiz gerekir.Bu konuda yapılan bir çok  araştırma ve anket vardır ve bunları analiz ettiğimizde iddia ettiğimiz sonuca ulaşacağımız aşikardır.Nitekim 9 Mayıs-14 Haziran 2005 tarihleri arasında Avrupa Komisyonunun, "Avrupalılar ve Diller" başlıklı raporunda yer alan anketinde, Türkiye'de anadilini Türkçe olarak beyan edenlerin oranı  %93, Türkçe dışında etnik bir dil olarak beyan edenlerin oranı %9'dur.Bu oranlar içindeki %2'lik kesim ise Türkçe ve etnik dil olarak iki anadili kabul etektedirler.Aynı ankette , Türkçeyi ikinci dil olarak beyan eden toplam etnik nüfus oranı ise %6'dır.

Konda Anket Şirketi'nin 1993 yılında,TESEV'in 1999'da,SESAR'ın aralık 2000 yılında yaptığı çeşitli anketlere baktığımızda, hemen hemen yukarıdaki tablo ile karşılaşmaktayız.Dediğimiz gibi,örmekleri çoğaltmak mümkündür.

Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda, iki dilli yaşam tezinin çok farklı siyasi amaçlara hizmet ettiğini, bir temelinin dahi olmadığını görmekteyiz.Türkiye'de bir çok kültürel-etnik dilin varolduğunu, ancak bunlardan yalnızca Kürtçenin öne sürülmesini ise Büyük Ortadoğu Projesinin, Türkiye ayağında yapılacak operasyonlarla gerçekleştirilmesi,kurulması istenen  bir Kürt devleti ile alakalandırmak, komplo teorisi olmasa gerek.

Tüm parçalar göz önüne getirilip,birbirine eklemlendirildiğinde amacın, Kürtçenin korunması-yaşatılması değil; Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter  yapısını parçalamak ve onu bir iç savaşa sürüklemek olduğu görülecektir.

Türk halkının yapması gereken, sağduyu ile hareket edip,kardeş kavgasına fırsat  vermemek; bu oyunlara,planlara ve fitne fikirlere karşı bugün daha çok kenetlenmek,etnik kökenine bakılmaksızın her gruba-unsura daha çok sahip çıkmak ve saygı göstermektir.Yargının ise en kısa zamanda anayasa suçu işleyenler hakkında gerekli işlemleri başlatması gerekmektedir.

Geçmişteki  1000 yılda harmanlanıp "bir" olan milletimiz, gelecek 1000 yılda da kardeşçe ve bugünkü gibi "bir" olarak bu topraklarda var olacağının mesajını , ayrıştırmaya yönelik tartışmaların yoğun olduğu bugünlerde daha açık ve yürekten vermelidir.

YARARLANILAN KAYNAKLAR:

1-ÖNDER,TAYYAR ALİ , TÜRKİYENİN ETNİK YAPISI, FARK YAYINLARI

2-DİKBAŞ, YILMAZ  , AVRUPA BİRLİĞİ TABUTA ÇAKILAN SON ÇİVİ, ASYA ŞAFAK YAYINLARI

3-AVRUPA KOMİSYONU BASIN VE İLETİŞİM GENEL DİREKTÖRLÜĞÜ EURODAROMETER ANKETİ

4-T.C. 1982 ANAYSASI

5-MERİÇ,CEMİL,  BU ÜLKE


Ali ÇİÇEK
[email protected]

***

Sizde bu bölümde yazmak isterseniz sitemizin ilkelerine ters düşmeyen yazılarınızı [email protected] mail adresine gönderin sizin adınızla yayınlayalım.

Not: Yazılarınızda isminizi ve kullanılacak mail adresinizi yazmayı unutmayınız.