Öncelikle hepinizin yeni yılını kutluyor, sizlere, Türk Milletine ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini diliyorum.

Bir yıl daha geride kaldı. Aslında önceki yazımızda "Torba Kanun" tasarısının içeriğini yazacağımı belirtmiştim. Ancak, Başbakan Erdoğan'ın bütçenin geneli üzerindeki konuşması sırasında ekonomik konularda anlattıklarının yanlışlığı ve bu yanlışların artık sürekli tekrarlanması beni bu konularda yazmaya zorladı. Torba Kanun tasarısının ayrıntılarını inşallah bir sonraki yazıda ele alacağım. Bütçe konuşmasından sonra Başbakan'ın artık bilinçli olarak kamuoyunu ekonomik konularda yanlış bilgilendirdiğinden emin oldum. Bu konudaki görüşlerimin bir kısmını 2011 bütçe görüşmeleri sırasında TBMM Genel Kurulunda da gündeme getirdim. Bu yazıda sizlere Başbakan'ın ekonomideki saptırmalarından bazılarına değinerek, bu konulardaki gerçeklere kısaca işaret etmeye çalışacağım.

Başbakan Doğruları Söylemiyor!

Başbakan Erdoğan'ın ekonomi konusundaki içi boş sözlerini ve verdiği yanlış bilgileri bu köşede, bazı dergilerde, çeşitli platformlarda sıkça dile getirdim ve kibar bir şekilde ekonomi danışmanlarının kendisini yanlış ya da eksik bilgilendirdiğini söyledim. Ancak, Başbakan yıllardır aynı yanlışları ısrarla tekrarlayıp, üstüne de önceki dönemleri suçlayınca, artık bilgi eksikliğinden değil, kamuoyunu yönlendirmek ve ekonomideki kötü gidişin üstünü örtmek için kasıtlı olarak doğruları söylemediğinden veya saptırarak söylediğinden emin oldum.  Anlaşılan o ki, başlangıçta "kriz var diyen haindir" diyen, sonra "kriz teğet geçer" söylemine dönen, sonra da "krizi fırsata çevirebiliriz" noktasına gelen Başbakan, krizin etkilerinin ve AKP'nin ekonomideki kötü yönetiminin sonuçlarının tartışılmaması için bizleri ve kamuoyunu kandırmaya çalışıyor. Ancak, işsizlikle, ödeyemediği kredi ve kredi kartı borçlarıyla, protesto edilen senetlerle, arkası yazılan çeklerle, icralık olan zirai kredi borçlarıyla, kısacası açlıkla ve yoksullukla mücadele eden vatandaşlarımızı kandırması bu sefer zor görünüyor. Ama Başbakan Erdoğan yine de şansını deniyor ve bizleri aldatmaya çalışıyor.  Ben size sayın Başbakan'ın söylediği bazı konuların aslını, daha doğrusu söyleyemediklerini anlatmaya çalışacağım.

Merkez Bankası Rezervlerinin Artmasının Başbakanla İlgisi Yok! Övünülecek Bir Şey de Değil!

Başbakan, Merkez Bankası bağımsız olmasına ve rezerv biriktirme veya satma kararının tamamıyla kendilerine ait olmasına rağmen, sık sık Merkez Bankası'nın rezerv artışlarıyla övünüyor. Merkez Bankasının döviz alımları için Başbakanın talimat verme yetkisi yoktur. Dolayısıyla, döviz rezervlerinin yükselmesi veya düşmesiyle Başbakan'ın veya Hükümetin doğrudan bir etkisi yoktur. Hükümet ancak döviz kuru rejimini belirleyebilir. Yani sabit kur mu, serbest kur mu, kontrollü dalgalı kur rejimimi uygulanacağına karar verebilir. Kur rejimi belirlendikten sonra, kur politikasına, yani döviz kurunun ne olacağına veya dövize ne kadar müdahale edileceğine Hükümet karışamaz. Bu yetki Merkez Bankasına aittir. Sonuç olarak rezervin yükselmesinin Başbakan Erdoğan ile bir alakası yoktur.

Ayrıca, rezervlerin artmasının ne derece doğru olduğu, yani bu artışın övünülecek bir şey olup, olmadığı da ayrı bir tartışma konusudur. Yine bu köşede yazdığım "Rezerv Artışı +OVP = Seçim Ekonomisi" başlıklı yazımda Başbakan Erdoğan'ın rezervlerin 100 milyar olması isteğine değinmiş ve bu konuda Başbakan'ın yanlış düşündüğünü ve değerlendirmelerinin yanlış olduğunu söylemiştim. (http://www.etikhaber.com/index.php?option=com_content&task=view&Itemid=27&id=91731). Kısaca, rezerv biriktirmenin ne ihracatçıya, ne de ekonomiye bir faydası olmadığı gibi, ilave maliyeti olduğunu belirtmiştim. Yani rezerv biriktirmenin Başbakan ile bir ilgisi olmadığı gibi, maliyeti nedeniyle yüksek rezerv biriktirmek her zaman iyi olmayabilir.

80 Yıllık Hükümetlerin Aldığı Borcu, AKP 8 Yılda İkiye Katladı!

Başbakan borç rakamlarını da çarptırarak sanki azalmış gibi gösteriyor. 2002 yılı sonunda 224 milyar dolar olan toplam borç 506 milyar dolara çıktı, Cumhuriyet döneminde 80 yılda tüm hükümetlerin aldığı borç AKP Hükümetleri tarafından 8 yılda aşıldı.  Öte yandan, Başbakan sürekli olarak konuşmalarında "IMF'den borçları önceki hükümetler aldı, biz ödedik. Hala ödemeye devam ediyoruz." Diyor. Diğer konularda olduğu gibi Başbakan bu konuda da doğruları söylemiyor. IMF'den 10 milyar dolarlık borcu 2005 yılında AKP Hükümeti almıştır. Dolayısıyla şu anda ödenen ve kalan borç da AKP Hükümetinin aldığı borçtur. Zaten Türkiye Cumhuriyeti Devleti iflas etmediği müddetçe borçlarını ödemek zorundadır. Borç hükümetin değil, devletin borcudur. Ama Başbakan Erdoğan her konuyu olduğu gibi bunu da istismar etmekte ve 80 yılda tüm hükümetlerin aldığı borcu 8 yılda aldığını ve ortada da bir eser olmadığını fark etmemeleri için vatandaşlarımızı kandırmaya çalışmaktadır.

Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere AKP Hükümetinin bütün bakanları; "Türkiye'nin borcu tehlikeli durumda değil, net borç stokumuzu gayrisafi yurt içi hasılaya oranlıyoruz, düşüyor." diyor. Bu borç stokunun mutlak miktarını önemsizleştirmeye çalışmaktır. Stok olarak değerlendirmek başkadır, oranına bakmak başkadır.

AKP İşsizlerin Parasıyla Bütçe Açığı Kapatıyor! Borç Stokunu Düşürüyor!

Tabii bir de oranın içerisinde net borç stokunu hesaplarken neleri hesapladığınız önemlidir. İşsizlere ödeme yapmak üzere kurulan ve işsizlere ait olan paraların toplandığı İşsizlik Sigortası Fonu'nun varlıklarını bile devletin varlığı gibi brüt borç stokundan düşerek yapılan hesaplama kandırmacadan ibarettir.

İşsizlik Sigortası Fonu, işsizlere işsizlik ödeneği ödemek üzere kurulmuş, onların lehine bir fondur. Bu varlıklar işçilere aittir ve sadece yönetimi devlete bırakılmıştır. Fakat AKP Hükümeti 50 milyarlık fonu, ülke borç stokundan düşmekte ve net borç stokunu böylece düşük göstermektedir. 2002'den bu yana işsizlere ödenen rakam  yaklaşık 3,6 milyar TL civarındadır. 9 milyar TL ise fondan bütçeye aktarılmıştır. Bu primler işveren için, işçi için bir maliyet değil midir? Eğer amacına uygun kullanılmıyorsa en azından bir süreliğine kesilmemelidir. Bu fondaki paralar, aktif iş gücü politikaları uygulamak ve işsizliği azaltacak, işsizleri eğitecek şekilde hazırlanacak projeleri desteklemek için kullanılabilir. Ama AKP mantığıyla bunları gerçekleştirmek mümkün değildir. İşsizlik Sigortası Fonu nasıl olur da devletin bir varlığı olur? İşsizliğin önlenemediği böyle bir ortamda bunu işsizler lehine kullanmak varken, nasıl olur da sadece dış borç stokumuzu nete indirgerken bize 50 milyarlık bir avantaj sağlaması için kullanmak ancak AKP'nin yapacağı iştir.

Kağıt Üzerinde Gelirimiz 2.354 dolar Artmış! Cebimizde 1 kuruş artmadı!

Bildiğiniz gibi, "teğet geçer" denilen kriz, zaten yapısal önlemleri yıllardır geciktirdiği için ekonomisinde sorunlar yaşayan Türkiye'yi önemli ölçüde etkilediği için tarihi küçülme oranları açıklanmıştı. Büyüme rakamları sürekli tartışılıyor diye AKP Hükümeti hemen kağıt üzerinde bir düzeltme yaptı. İlginç şekilde, Resmî Gazetenin 25 Kasım tarihli sayısında, parite hesabında bir değişiklik yapıldı ve Bakanlar Kurulu kararının ekindeki 2011 yılı programının tablosu değiştirildi. Yani, bir anda, müthiş derecede zenginleştik. Kişi başına gelir kağıt üstünde 2.354 dolar artırıldı. Ama milletin cebinde, bırakın 2.354 doları, 1 kuruşluk dahi artış olmadı. Yani, kâğıt üzerinde yapılan düzeltmeyle kağıt üzerinde büyüdük. Başka bir deyişle, dolar kuru değiştirilerek kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın kağıt üzerinde değiştirilmesi, reel olarak bir değişikliğe yol açmadı. Bunun bir göz boyama ve ekonomideki acı gerçekleri saptırma çabası olduğu ortaya çıktı.

Tarım Küçülürken, Tarımda İstihdamı TÜİK Nasıl Büyüttü?

Türkiye İstatistik Kurumu'nun da bir çok göstergede sık sık revizyon yapması ve şeffaf olmaması, TÜİK'e de güvenirliliğini azaltıyor. Özellikle büyüme rakamlarında sık sık revizyon yapılması, tanım ve hesaplama yönteminin değiştirilmesinin milli gelir rakamlarını mukayese edilebilir olmaktan çıkarıyor ve verileri anlaşılmaz hale getiriyor.

Bunun son örneğini açıklanan işsizlik rakamlarında görüyoruz. Küresel krizin de etkisiyle bütün sektörlerde istihdam yaratmada sıkıntımız varken, TÜİK tarımsal istihdamda anormal bir artış olduğunu açıklıyor. Diğer sektörlerde istihdam edilenlerin sayısında azalış olurken, tarımda bir anda 500 binin üzerinde artış olmuş. Büyüme oranı birinci çeyrekte yüzde 11, ikinci çeyrekte yüzde 10 iken tarımdaki büyüme birinci çeyrekte yüzde 0,4, ikinci çeyrekte yüzde 1,1 olarak gerçekleşmiş. Nasıl oluyor da neredeyse hiç büyümemiş tarımda hepsinden çok daha fazla istihdam imkanı yaratılmış. GSYH içinde tarımın payı düşerken, birçok tarla ipotek karşılığı elden çıkarken, çiftçilerimiz aldıkları borçları geriye ödeyemezken, tarımsal istihdamın anormal artışı anlaşılır bir şey değildir. Bu durum diğer örneklerde de olduğu gibi TÜİK'in yaptığı hesaplamalara olan güveni azaltmaktadır.

Başbakan Bankacılık Reformunu Yapan 57. Hükümete Teşekkür Etmeli!

AKP Hükümeti ve Başbakan'ın her seferinde "Ekonomik istikrar sağlandı, bankacılıkta sıkıntımız yok, Allah'a şükür bundan dolayı krizden etkilenmedik..." diyor. Ancak bu sözü söylemelerini sağlayan 57. Hükümete teşekkür etmiyor. Bankacılık sektörü reformu, Merkez Bankasının yapısının özerkleştirilmesi kamu bankalarının yeniden yapılandırılması, AKP'nin enkaz edebiyatı yaptığı "battı denen" bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilmesi, onların alacaklarının ve borçlarının netleştirilip tasfiyesi, hepsinin sahiplerinin yakalama emri çıkarılarak teslim alınması veya yurt dışına çıkışlarının yasaklanması gibi önlemlerin tamamı 57'nci Hükümet döneminde alınmıştır. Dolayısıyla, istikrara kavuşmuş ve bankacılık sektörü güçlendirilmiş bir ekonomi devralan Başbakan ve AKP'li bakanlar, enkaz edebiyatı yapmak yerine,  57. Hükümete teşekkür etmelidirler. Onlar gerçeklerin üstünü örtmeye ve vatandaşlarımızı aldatmaya çalışsa da, vatandaşlarımız önceki iktidarlar döneminde yapılanları da, AKP hükümetleri döneminde yapılmayanları da gayet iyi görüyor. İnşallah bunların hesabını da 12 Haziranda yapılması planlanan genel seçimlerde soracak, kandırılamayacağını AKP Hükümetine gösterecektir.