Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “Türkiye, NATO’nun jeopolitik geleceğinin merkezindeki bir ülkedir. Türkiye, iki kutuplu veya çok kutuplu bir dünyanın gereklilikleri için değil, uluslararası sistemde güvenlik ve istikrarın sembolü olması gerektiği için NATO’nun parçasıdır” dedi.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Türkiye’nin NATO’ya üyeliğinin 70. yılı dolayısıyla Başkanlığın konferans salonunda düzenlenen “Değişen Dinamikler ve Uzun Süreli İttifak: Türkiye 70 Yıldır Daha Güçlü” panelinin açılışında konuştu. NATO’nun dünya tarihinin en geniş, en derin ve kurumsal anlamda en gelişmiş ittifakı olduğunu söyleyen Altun, Soğuk Savaş sonrası NATO’nun dağılmak yerine daha yeni şartlara uyum sağladığını ve dünya barışına katkısının yüksek olduğunu dile getirdi.

“NATO GÜVENLİK KAYGILARINA CEVAP VEREBİLECEKSE KENDİNİ SÜREKLİ YENİLEME KABİLİYETİNE SAHİP OLMALI”

Türkiye’nin NATO’ya bakış açısını üç ana başlık altında özetlemenin mümkün olduğunu söyleyen Fahrettin Altun, “İlk olarak şunu net olarak ifade edelim ki Türkiye, NATO’yu hep stratejik ve değerli bir ittifak olarak görmüştür. NATO’nun sadece müttefiklere değil tüm dünya siyasetine sunduğu barış ve istikrar unsurunu önemsemiştir. Tüm ülkeler gibi Türkiye’nin de NATO dışı ülkelerle elbette ilişkileri vardır. Bunlar NATO’nun alternatifi olarak görülmemesi gereken ilişkilerdir. Aksine NATO’nun beklentilerini tamamlayıcı niteliktedir. İkinci olarak Türkiye NATO’nun içinde doğan kriz görüntülerinin NATO’nun kurumsal yapısından kaynaklanmadığını, üye ülkelerin zaman zaman yükseliş ve düşüş gösteren beklentileriyle alakalı olduğunu görmüştür. Bu tür anlaşmazlıklar kimi zaman bütçe ve katkı hesapları üzerinden çıkmakta, kimi zaman da uluslararası siyasetin geçici konjektürel gündemlerinden etkilenerek doğmaktadır. Fakat öyle ya da böyle NATO’nun kurumsal yapısı ve stratejik gerçekliği kendini dayatmakta ve üye ülkeler NATO’nun şemsiyesi altında birleşmektedir. 60’lı ve 70’li yıllarda da tamir edilmesi zor kırılganlıkların ortaya çıktığı düşünülmüştür. Fakat 80’li yıllarda NATO’nun önemi kendini yeniden göstermiştir. Türkiye tüm bu dönemlerde NATO’ya olan ilgisinden hiçbir şey kaybetmemiş, kriz görüntülerinin ortadan kalkmasını katkı sunmuştur. Üçüncü olarak NATO yeni uluslararası şartlara uygun olarak sürekli kendini yenilemenin yollarını aramak durumundadır. Zira şurası çok açık bir gerçek ki, yeni şartlara uyum sağlayamayan hiçbir kurumsal yapı varlığını sürdüremez. Eğer NATO güvenlik kaygılarına cevap verebilecekse kendini sürekli yenileme kabiliyetine sahip olmalıdır” diye konuştu.

Türkiye’nin NATO’nun en aktif, en güvenilir müttefiklerinden biri olduğunun altını çizen Altun, Türkiye’nin NATO’ya üye olmadan önce de katkı sunduğunu ve NATO bütçesine en fazla katkı yapan ilk 8 müttefikten biri olduğunu söyledi. Altun ayrıca Türkiye’nin, NATO harekât ve misyonlarına en fazla katkı yapan ilk 5 müttefik arasında olduğunun altını çizdi.

“TÜRKİYE, NATO’NUN JEOPOLİTİK GELECEĞİNİN MERKEZİNDEKİ BİR ÜLKEDİR”

Türkiye’nin NATO görevleri kapsamında dünyanın farklı noktalarında NATO’ya destek sağlamaktan çekinmediğini söyleyen Fahrettin Altun, “Türkiye, 70 yıl boyunca NATO’yu gerekli gereksiz eleştiriye tabi tutmaktan kaçınmış, bu noktada yapılan eleştirileri de yersiz bulmuştur. Üye ülkelerle yaşadığı sorunları bile NATO şemsiyesi altında çözme yoluna gitmiştir. 70 yıl boyunca inişli çıkışlı dönemlerde dahi Türkiye, NATO ittifakını güvenlik ve dış politika gündeminin öncelikli başlığı olarak tutmuş ve önemli katkılar sunmaktan geri durmamıştır. Türkiye NATO’nun jeopolitik geleceğinin merkezindeki bir ülkedir. Türkiye, iki kutuplu veya çok kutuplu bir dünyanın gereklilikleri dolayısıyla değil, uluslararası sistemde güvenlik ve istikrarın sembolü olması gerektiği için NATO’nun parçasıdır” dedi.

Türkiye’nin NATO’dan ve müttefiklerinden beklentileri olduğunu belirten Altun şu ifadelere yer verdi:

“Birincisi NATO, Avrupa’daki istikrara katkı sunduğu gibi Avrupa’nın sınırlarındaki istikrar arayışlarını da daha yoğun biçimde desteklemelidir. Sadece son on yılda Suriye’de yaşananlar bile Avrupa’nın sınırlarında tüm dünyaya istikrarsızlık kaynağı olabilecek bölgelerin olabileceğini kanıtlamıştır. Bu coğrafyalarda ortaya çıkan göç ve terör gibi sorunlar yeni dönemin en acil çözüm bekleyen güvenlik sorunlarıdır. Türkiye, Suriye’de DEAŞ ve YPG başta olmak üzere birçok terör örgütüne karşı aynı anda mücadele etmek durumunda kalmıştır ve başarılı bir mücadele etmiştir. Fakat NATO üyelerinden beklediği desteği alamamıştır. Türkiye’nin meşru müdafaa haklarını kullandığı bu mücadeleler aynı zamanda NATO’nun terörle mücadele beklentilerine de hizmet etmiştir. Ancak bazı NATO müttefiklerimizin Türkiye’yi desteklemek bir tarafa terör örgütleriyle kol kola görüntü vermiş olmaları bazı terör örgütlerini diğer terör örgütlerine karşı kullanmış olmaları üzücü ve kabul edilemezdir. Ukrayna nasıl NATO’nun ilgisini hak ediyorsa, Afganistan ve Afganistan’daki El Kaide nasıl NATO’nun önceliği olmuşsa Suriye’deki terörle mücadele ve Suriye iç savaşında istikrarsızlık çıkaran terör örgütlerinin ve dış güçlerin dengelenmesi de aynı derecede NATO’nun gündemi haline gelmeliydi, gelmelidir. İkinci olarak Türkiye, NATO’nun ‘caydırıcılık’ ilkesine hassasiyetle yaklaşılmasını beklemektedir. NATO’yu NATO yapan bu caydırıcılık ilkesidir. Bu ilke sayesinde uzun yıllar boyunca NATO müttefikleri, tüketici savaşlardan, yıkıcı savaşlardan uzak durmayı başarabilmiş, bu da dünya siyasetinin istikrarını korumuştur. Ancak son yıllarda bazı üye ülkelerin isteksizlik göstermeleri NATO’nun caydırıcılığını aşındırabilecek niteliktedir. Her ne pahasına olursa olsun, NATO’nun ’birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için’ ilkesinin çiğnenebileceğine dair bir görüntü vermekten uzak durulması gerekir. Bu noktada tüm müttefiklere kolektif savunma taahhüt eden NATO’nun 5. maddesi, ittifakın kimliğini ve kültürünü inşa eden unsurdur. Söz konusu taahhüt, ülkelere karşı seçici olarak kullanılırsa NATO bu kimliği ve gücünü kaybedecektir. Üçüncüsü NATO sadece uluslararası askeri güvenlik sağlayan bir örgüt olarak görülmemeli, aynı zamanda üye ülkelerin istikrarlarını da desteklemelidir. NATO özellikle son 30 yılda sadece askeri güvenliğin ötesine geçen bir anlam taşır hale geldi. Gerek terörle mücadele ve gerek insani güvenlik konuları artık NATO’nun yeni güvenlik kavramsallaştırması içerisinde kendisine daha geniş bir yer bulmak durumundadır. Terör, iklim ve küresel salgın NATO’nun yeni misyonunun parçası olmalıdır. NATO sadece bu bağlamda coğrafi değil, ilgilendiği mevzular açısından da bir genişlemeye gitmelidir. NATO üye ülkelerin sınırlarını korumanın ötesinde üye ülkelerin istikrarına ve kamu düzenlerinin sürdürülmesine de destek olmalıdır. Zira NATO üyesi ülkelerden herhangi birinin yaşayabileceği siyasi krizler, ittifakın caydırıcılığına büyük darbeler vurabilir. Üye ülkeler siyasi ve ekonomik istikrara sahip olmalı ki, NATO da dünya siyasetine istikrar sunabilsin. Türkiye’de yaşanan 15 Temmuz hain darbe girişimi bu bakımdan oldukça öğretici bir tecrübeye işaret eder. Kurumsal olarak NATO darbecilere karşı Türkiye’nin güvenliğini önceleyen açıklamalar yapmış olsa da, maalesef bazı üye ülkeler aynı dikkati göstermedi. Hala darbecileri, teröristleri Türkiye’ye teslim etmeyen ülkeler vardır. Böylesi boşluklar NATO’nun geleceği adına zararlı sonuçlar doğuracaktır. Üye ülkeler birbirlerinin demokratik kurumlarına ve hukuk düzenine de sahip çıkmakta tereddüt gösteremez.”

(Ömer Faruk Karataş - Nurullah Geylani /İHA)