Katılım ve çoğulculuk rejimi olan demokrasi AKP yönetimi altında ayrışma ve bölünme rejimi halini almıştır.

İçişleri Bakanının koordinatörü olduğu ilan edilen bir proje ortaya çıktı. Sayın bakan ziyaretlerde bulunuyor dinliyor, davet ediyor dinliyor. Proje önce Kürt Açılım Projesi, daha sonra kamuoyunca benimsenmeyince Demokratik Açılım Projesi olarak dillendirilmeye başladı. Bu proje ile ilgili herkes görüş beyan etmeye zorlanıyor. Ancak Hükümet kendi görüşünü beyan etmiyor. Hükümetin tartışılıyor havası vermeye çalıştığı husus hakkında kendi görüşü ortada yok. Aslında var da yok mu bilinmiyor. Olmaması kadar garip bir durum olamaz. Kendi görüşünü beyan etmemeye özen gösteriyor. Resmen muhtevası açıklanmayan böyle bir proje için uluslar arası konjonktürün de uygun olduğu yetkililerce ifade ediliyor ama ne için uluslar arası konjonktürün uygun olduğu da net bir şekilde ifade edilmiyor. Muhalefet tarafından bu konularda görüşler ortaya konduğunda ise sadece öyle değil deniliyor da ne olduğu söylenmiyor.

Milliyetçi Hareket Partisi dışında olan bitene karşı durabilen yok. Herkes sindirilmiş bir halde. Toplumun bütün kesimleri üzerinde yoğun bir psikolojik baskı oluşturuluyor. Bu baskı medya üzerinden de sürdürülmeye çalışılıyor.

Konunun muhataplarının İmralı olmadığı Devletin en üst makamlarınca açıkça beyan ediliyor. Ancak Başbakan olarak değil de AKP Genel başkanı olarak görüştükleri muhatapları ise  muhataplarının İmralı olması gerektiğini açık seçik kamuoyuna duyuruyorlar. Hükümetin bunu anlamaması mümkün değil. Anlamıyormuş gibi yapıyor. Halbuki resmi görüşme yapılmasa da İmralı ile de basın üzerinden görüşme yapılmış olmuyor mu? Bütün bunlar, ister kürt açılım projesi, ister demokratik açılım projesi olarak adlandırılsın projenin ne olduğu konusunda bilgi vermese de ne olmadığını anlatmaya yetiyor.

Basında yer alan taleplere bakılırsa sözde demokratik açılım paketi çerçevesindeki taleplerin çoğunun PKK'nın talepleriyle örtüştüğü görülmektedir. Son ifadelerde ise güvenlik açısdan İmralı'nın ne kadar sürede görüşmelerle olayı çözeceği hususu bile yer almıştır.

Bölücübaşının idamı konusunda Sayın Başbakanın MHP'yi hedef alan söylemi, bugün iktidar partisine mensup olan milletvekillerinin o dönemde TBMM'de hangi oyu kullandıklarından haberdar olmadığına işaret etmektedir.

İktidar kanadından birisinin bir basın mensubuna verdiği mülakat sonunda yayınlanmayan ancak televizyonda ifade edilen bunlar 20 iken problem 70 olunca ne yapacaksınız kabilinden bir görüş AKP'nin teröre karşı yenilgiyi kabul ettiğini ortaya koymaktadır. Belki de bir siyasi parti içindeki telaffuz edilen kendi mensuplarının sayısı ile örtüşen bir sayımıdır? Daha önce bu rakamlar internet sitelerine düşmemiş miydi? 

Son 25 senedir problemin devam ettiğini söyleyenler bu sürenin yaklaşık ¼'ünde iktidarda olduklarını unutmaktadırlar. AKP'nin gündeminde terörle mücadele önemli bir yer işgal etmemiştir. Teröristlerle mücadele gündeme geldiğinde "içeridekileri hallettik mi ki oraya gidelim" söylemi çekinmeden kullanılmamış mıdır? Şimdi ise terörle mücadele terörle müzakere aşamasını aşmış yerini teröre teslimiyete bırakmıştır. Nitekim son günlerde medyada yer alan değerlendirmelerde de, MGK bildirisinde terörle mücadelenin yerini İçişleri Bakanlığınca başlatılan çalışmalara bırakıldığına dikkat çekilmektedir. Esasen AKP'nin yaptığı milleti ve bölge insanını süslü vaatlerle kandırmaktan memleketimizin bütünlüğü ve milletimizin barış ve bekasına kast edenlere alet olmaktan öte bir şey değildir.

Hükümetin demokrasiden anladığı teslimiyet, açılımdan anladığı taviz, süreçten anladığı ise teslimiyet ve tavizin takside bölünmesi değil midir?

Sözde açılımın bir devlet projesi olduğu ifade edilmektedir. Oysa ki, daha hangi devlet kurumları tarafından desteklediği bile belli değildir. Anayasamıza uygun  bir devlet projesinin öncelikli hedefleri, üniter devlet yapısı ve vatanımızın milletiyle bölünmez bütünlüğünü  korumak olmalıdır.

Diğer taraftan, henüz açılımın içeriği belli olmamışken, ifade ettiği anlamı Hükümet dahil kimse bilmiyorken veya açıklamaktan çekiniyorken bir de ekonomik açılım ortaya çıkmıştır.

Hükümetin kriz öncesi,  "fevkalade iyi" diye nitelendirdiği ekonomik ortamda başaramadığı hususları şimdi uluslararası konjonktürün de kaynak sağlama açısından hiç de uygun olmadığı böyle bir dönemde nasıl sağlayacaksınız?

Bütçe desen bütçe değil , istihdam politikası desen o da yok. Son bir yılda 1,5 milyon insan işsiz kalmış, her 3 gençten bir tanesi işsiz duruma gelmiştir. Yatırım durmuş, fert başına gelir %30 azalmış ithalat yapmadan ihracat ve üretim yapamaz hale gelmişsin. İthalat ve ihracat %30'lar seviyesinde düşmüş, fabrikalar kapanıyor, protesto edilen çek ve senetler diz boyu artık ticaret ortamını tehdit eder hale gelmiş, kamu açığı katlanmış, ülkenin borcu katlanarak 460 milyar dolara çıkmış. Hal böyle iken ekonomik açılımda söz ediyorsunuz. Bunun finansmanı için de İşsizlik fonu ve bütçedeki bazı kaynakları gösteriyorsunuz. Bu kaynakları resmi rakamlara göre 5 milyon işsizsin bulunduğu bir ülkede üstelik işsizlik tarihi rekorlara imza atarken asıl sahiplerine sormadan nasıl kullanıyorsunuz? 

AKP kendi siyasi projelerini gerçekleştirmek için toplumun çilekeş kesimlerini kullanmaya alışkındır. Son Demokratik Açılımın ekonomik faturasını da çalışan kesimin ve ülkedeki 5 milyon işsizin üzerine yüklemiştir.

Atlantik ötesinin fasoncularından daha başka bir yaklaşım beklenemeyeceğini ülkemizdeki son gelişmeler açıkça teyid etmektedir.