Bir önceki yazımızda temas etmiştik. İslam'ın yanına Büyük Ortadoğu, ABD, AB, Diyalog, Liberalizm, Neocon gibi bizim ruh iklimimize yabancı dünyaların heveslerini yerleştirmek isteyenler var.

İslam ruh dünyasını bu Batı/haçlı/Siyonist zihniyetli senaryolara köle yapmak isteyenlerle kimler işbirliği içerisinde görüyoruz.  İslam'ın haksızlığa, adaletsizliğe, imansızlığa, haddini bilmezliğe meydan okuyan ruhunu elinden alarak O'nu içi boş bir dünyeviliğe ve hiçbir iddiası olmayan bir "öğretiye" dönüştürme projelerinde hangi yerli işbirlikçilerin figüranlığı üstlendiğini de görüyoruz. Bu figüranların ellerinde tespih, önlerinde seccade, dudaklarında dua kıpırtılarının olması aldanışın yakıcılığını artırmaktan başka bir anlam taşımıyor. Allah ıslah etsin diyoruz. Ama bu kadarıyla yetinilmeyeceğini de biliyoruz.

Burada can alıcı soru şudur: Bu gidişatı kim ve nasıl bir tavır değiştirebilir? Daha önce değinmiştik; Ülkücüleşmek, en zorlu suallerin en yalın cevabıdır! Türk'ün tarih yolculuğunun daimi kudret kaynağıdır... Niçin mi? Aslına bakarsanız Türklerin tarihselliği bunun cevabını kendiliğinden vermektedir: Türkleşmek, İslamlaşmak, Ülkücüleşmek... Türklerin tarih sahnesindeki muhteşem yürüyüşlerinin şifreleridir bu üç kavram...

"Çin'in yumuşak sözlerine, ipeğine aldanırsan bey olacak oğlun köle, hanım olacak kızın cariye olur" Tek çaren vardır: Türkleşmek! Yeter mi? Yetmez! Bozkurtun her hamlesine bir mana, bir ilahi lezzet katmak gerektir. Asya bozkırlarından Anadolu yaylasına, Avrupa içlerine doğru doludizgin ama ilahi anlamını henüz tam bulamamış akınları yapan Bozkurtun her atılışına ötelerin ötesinde bir mana katmak gerektir: Reçete, İslamlaşmak... Gündoğumu, Günbatımı, Kuzey ve Güney yapılan seferlere bu ilahi lezzet katıldığında Türkler, tarihin tanık olmadığı yücelikte iddia ve güce sahip bir ruhla donanmıştır artık: Nizam-i Alem... Yani Türk'ün buduna birlik, acuna dirlik verme ülküsü... "Dünya gözüne göründüğü kadar büyük değildir!" diye buyuranlara rahmet!

Gel gör ki zamanlar Türk'e ruh kazandıran kavramlar donuklaşıp mana derinliklerini kaybettiler. Ülkülerin yerini çıkarlar aldı,  dayanışmanın yerini küsmeler... Birlikler parçalanmışlığa dönüştü. Dualar dudak kıpırtısına, oruçlar açlığa, tevazu benliğe yüz çaldı... Yürüyen kervanlar yavaşladı, durdu, yüz geri oldu ve kıyıma uğradı; fetihler yerini hezimetlere bıraktı... Tarih Türk'e en zalim, en küstah şakalarını yaptı. Türk madde ve mana anlamını kaybetmenin bedelini kanıyla, kaybedilen toprağıyla, kırılan gururuyla en ağırından ödedi, ödüyor...

Bir insan, bir dava, kaybettiği şeyi kaybettiği yerde bulur. Ülkücüleşmek kaybedilen mana derinliğinin, sönükleşen iddianın, güçsüzleşen meydan okumanın, yılgınlaşan kafa tutmanın velhasıl Türk'ün tarih sahnesinde varoluş gerekçesini aşındıran bütün hastalıkların melhemidir. Yorgunluğun, tükenişin başladığı yerde yeniden alazlanmanın adıdır... Bıkkınlığın parçalanmışlığa götürdüğü anlarda diğer bütün kaygılardan sıyrılıp aynı hedefe kilitlenebilmenin iksiridir. Küsmeye ve kendini bir köşede mefkûresizliğe mahkûm etmeye hakkın olmadığının idrakidir. Kafa karışıklıklarını, hayal kırıklıklarını ve bütün bahaneleri yüce ve tükenmeyen bir dilek, bir emel adına bir yana bırakıp varlık gerekçene sımsıkı sarılışın adıdır, seni sen yapan şeydir Ülkücüleşmek...