Burada ahlakiliği, belli değerlere inananların bu değerleri benimsemede konjonktürel gelişmelerden ve fırsatçılık -çıkarcılıktan arı olarak sergiledikleri tutarlılık şeklinde dar ve özel bir anlamıyla kullanıyoruz...

Zamanla insanların dünyayı anlamlandırmada kullandıkları zihinsel kodlarda farklılıklar ve kopmalar olabilir. Bu zihinsel başkalaşma tek başına bir ahlakilik sorunu anlamına gelmez elbette. Zira, bir derin tefekkür ve vicdani muhakeme sonrasında vuku bulan zihinsel dönüşüme kimsenin diyecek lafı olmaz. Fakat değerler fırsatçılık-çıkarcılık kurbanı olursa, gücün değişen merkezine göre eğrilip bükülürse, başka değerlerin gölgesinde yeniden yorumlanarak melezleştirilirse, tavır koymanın bedelinden kaçınmak adına müphem ve muğlâk bir eklektizme sığınılırsa ortada bir ahlak sorunu var demektir. Sorun, değerlerin kaynağının farklı oluşunda değildir. İnsanın ahlakiliği benimsediğini ifade ettiği değerleri sahiplenmedeki tutarlılığındadır.

Daha önceki yazılarımızda İslamcıların liberalizme eklemlenme çabalarının iki yönlü bir ahlak sorununa tekabül ettiğini belirtmiştik: Birincisi, kendi sorunlarını çözme cesaretini göstermeden bu sorunları liberal bir dil üzerinden dışa vurmak; ikincisi, giderek kendi değerlerinden kopup liberalizme bağlandıkları halde hala İslamcı terminoloji üzerinden bir "çıkar alanı" oluşturmak. Doğrusu bu cenahın ahlaki kopuşu benimsemedeki kıvraklığı ve mezhep genişliği karşısında hayretler içerisindeyiz. "Hayret", "vuslata" giden yolda mühim bir makamdır!

Peki, ahlakilik adına Türkiye'de sol/sosyalizm için neler söylenebilir? Aslında bu soruyu sorarken dahi tereddütlerim var. Zira Türkiye'de gerçek bir "sol" olduğu konusu su götürür cinsten. Solun talep ettiği diyalektik düşünceyi, sentezlemedeki sürekliliği ve dinamizmi, sol metodolojiyi Türkiye solunda görmek neredeyse imkânsız.

Batı sınıfsal diliyle konuştuğunda Türkiye gerçekliğinde karşılığı olmaması nedeniyle terminolojik boşluk yaşayan sol, kendi terminolojisini geliştirmede yaşadığı sorunlarla da başa çıkabilecek bir entelektüel kıvama ulaşamadı. Bu durumun siyasal yansıması hem sosyolojik hem de düşünsel meşruiyet sorunu şeklinde tezahür etti. Bu meşruiyet sorununu bir türlü üzerinden atmayı beceremedi.  O zaman farkında olarak veya olmayarak "sınıf" ve "enternasyonel dayanışma" merkezli çözümlemelerden hızlı bir şekilde "etnisite" ve "bireysel özgürlükler" esaslı tartışmalara kayıldı. Sol, açık bir şekilde odağını kaybetti bu durumda. Kendi odağından liberal dile geçişin bütün hastalıklarını bünyesinde barındırarak meşruiyetini başka bir terminolojik zeminde arama kolaycılığını-fırsatçılığını seçti. Tıpkı İslamcılar gibi, başka bir dil üzerinden kendini taşıtma fırsatçılığıyla değerlerinden kopuşun getirdiği düşünsel karmaşa baş başa gitmeye başladı. Her eklemlenme bir seçeneğin daha hastalanması ve ölümüdür oysa...

İslamcılık nasıl İran Devrimi sonrası yaşadığı düşünsel ivmeyi kaybettikçe pozisyon almadaki ilkeliliğini kaybettiyse; muhalif bir ses iken ilke bazlı söylem berraklığını "iktidar-güç-nimet-himmet" bulamacıyla "zehirli aşa" dönüştürdüyse; sol da soğuk savaş sonrası konum alma sorununun çözümünü ilkelerden ve dilden kopuş kolaycılığında buldu. O zaman şu anda solun ne denli sol olduğunu tartışmak kadar, bu durumun nasıl bir ahlak sorununa tekabül ettiğini de sorgulamak gerekiyor.

Burada yazının akışında hiç planlanmadığı şekilde sol/sosyalist duruş ile İslamcı duruşu iç içe olgular olarak değerlendirdiğimi fark ettim. Bunun pek tuhafsanacak bir yanı var mı, bilemiyorum? Ne de olsa bugün İslamcılık söyleminin kökenlerinde 1970'lerden kalma inceden ama Kaddafi'nin Yeşil Kitap kıvamında da olsa sosyalizm nüansı yakalamak mümkün. İlaveten, her iki akım da günümüzde liberalizme birlikte yelken açtıklarına göre; "Allah'ın yokluğu" ile "Allah'ın varlığı" üzerinden dünya tasavvuru olanların aynı masada birbirlerini pohpohlamaları da garipsenmediğine göre bu ihtiyari olmayan özdeşleştirmeyi bir tebessümle geçiştirmek mümkün sanırım.

Bir sonraki yazımızda solun "milliyetçilik" ekseninde yaşadığı dönüşümü ve Kürtçülük söz konusu olduğunda "milliyetçiliği" olumlularken Türk milliyetçiliğini Faşizm-Nazizm özdeşliğinde sorgulamadaki tutarsızlıklarından, "poly" yüzlü oluşlarından örnekler vereceğiz.