II. Akademisyenler Kurultayı Hakkında Tasavvur Ve Tahayyüller…

br />

2. Akademisyenler Kurultayı 23-24 Kasım’da Antalya’da toplandı. MHP’nin genlerinde olan “Bilgi toplumu” ve “Türkiye’yi çağlar üzerinden sıçratarak en ileri medeniyetler seviyesine ulaştırma” iddiası bu Kurultayda bir kere daha kendini aşikâr etti. Kurultayın MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin desteği ile ama tamamen “akademik” bir çerçevede yürütülmesi, Partinin her kademesinden katkı alması, destek görmesi bunun bir göstergesi…

Bu Kurultay bir şeyi ortaya koydu: Milliyetçi-Ülkücü akademisyenler “zamanın kaypak ruhuna” inat, kaya gibi sapasağlam ve ilk günkü kadar heyecan dolular. Üç, hatta dört kuşak akademisyenler bir araya geldi. 1970’lerin ateş çemberinden geçerek; şehit Ülküdaşlarının tabutlarını taşıyarak Üniversite okuyan hocalarımız o günden bugüne ak düşen saçlarına inat aynı iman ve inanç sağlamlığıyla yürüyorlar. Az şey değil. 40 yıl, 50 yıl bu büyük davayı yüreğe sığdırmak; eğilmeden, bükülmeden taşımak herkesin harcı değil. Bu kuşak diğerlerinden bir başka halleriyle de farklıydılar: onlar eylem ile kuramı terkip edebilmişler ve her nasılsa her birinin yüzünde kendine has bir “kurt bakışı” yerleşivermiş… Dokuz kere yere diz vursak gerek!

Kars’tan, Edirne’ye; Sinop’tan Mersin’e her ilimizden davete icabet eden 800’e yakın akademisyen katıldı Kurultaya. Göğüslerini gere gere; tadını çıkara çıkara; keyfini süre süre “biz buradayız” dediler. “Bunda ne var ki?” demeyin. “Eski” sıfatını yeri geldiğinde “öcü”; yeri geldiğinde “ikbal kapısı” olarak telakki eden; gücün gölgesinde sığıntı yaşayanlara inat “şeraite baş eğmeden Hüseyni bir tavırla tam da ataları Kürşat gibi “haklıysan sonuna kadar!” diyen o muhteşem tarihi genin taşıyıcılarıydı bu Ülkücülüklerini zamana bağlı sıfat eklemeden yaşayan akademisyenler! Ulaşamadıklarımız; atladıklarımız; makul gerekçeleri olduğu için katılamayanlar da cabası.    

On üç paralel oturumlu bir Kurultay düzenlemek herkesin harcı değil. Toplam beş buçuk saat süren çalıştaylarda yoğun tartışmalar yaşandı. Türkiye’nin, Türklüğün, İslamlığın ve insanlığın meseleleri tartışıldı. Milliyetçilerin her meselenin üstesinden gelebilecek donanıma sahip oldukları tescillendi. Gelecek zamanlara “hazır olunması” gerekliliğine işaret edildi. Nasıl olmasın ki? Milliyetçileri hapse tıkılmış, Turancılığı yasaklamış bir Türkiye 1989’da yıkılan Berlin Duvarı ile birlikte karşısına çıkan muhteşem Türk Dünyası fırsatını ıskalayıp heba etti. Bişkek neresidir, Almati ne yana düşer? Taşkentte kimler yaşar, Aşkabat’ta neler olur? Bakü’de hangi bayrak dalgalanır? Bu sorulara cevap verebilecek kaç “devlet büyüğü” vardı o tarihlerde ülkemizde? Öylesine hazırlıksızdı Türkiye. Şimdi “büyük sevdamıza” giden yolları sabır ve alın teriyle örme zamanı…

Bu vesileyle bir hususu burada mutlaka not etmeliyim. Kendini henüz yeterince aşikar etmese de bilimsel arkaplanları çok güçlü; zamanın önündeki tartışmalara kafa yoran bir “genç” kuşak ta kendini belli etmeye başladı. Bu çok mühim bir konu. Neticede “bilişim” ve “sanallık” alışılagelmiş zaman ve mekan tanımlarını alt-üst ediyor. Bu durumda zemini “zaman” ve “mekan olan diğer bütün kavramlar gibi “milliyetçilik” te kendine yeni tartışma konuları bulacak; çözmesi, yüzleşmesi gereken dağ gibi meseleler olacak. Bu akademisyen gurubu bunun tamamen farkında. “Uç” konulara el atıyorlar. Onlar akademik dünyanın “uç beyleri”; “akıncıları”… Arkalarından koskocaman Türk tarihi; önlerinde “koskoca evren”! “Marjinalliğe” toplumsal mana ve ruh kazandırıyorlar. Tek başına kalsan da hedefe yürümeye niyet etmişler. Öbek öbek yayılmışlar yurt sathına, lazım olan tek şey bu dağınık bilgi kümelerinden stratejik bir bütünsellik örgülemek!

Bu dalganın ilk yansımaları TÜRKİZ Dergisindeki bilimsel yayınlarla; Uzman Çalıştaylarla; ortak kitap ve araştırmalarla kendini gösterecek. Muhtemelen MHP’nin aracılığıyla da Türkiye ve Türk İslam coğrafyasının dertlerine deva politikalarla kendini gösterecek. Yakında başka vesilelerle de bir araya geleceğiz. Sonuna kadar!