Geçen hafta itibariyle kamuoyunda çıkan haberlere bakılacak olursa 2013 yılında gerçekleştirilecek olan yerel seçimler için geri sayımın ve seçim odaklı çalışmaların başlatıldığını görebiliyoruz.

Yerel seçimlerin tarihinin 27 Ekim 2013'e çekilmesinin ardından çeşitli projelerin açılış tarihlerinin bunca zaman sonra bir anda seçim öncesine çekilmesi hükümetin seçim ataklarından biri olarak siyasi tarihimize geçecektir.

Örneğin Marmaray bundan tam 8 yıl öncesinde temeli atılması ve inşasına başlanmasına rağmen günümüze kadar bir türlü bitirilememiştir. Hâlbuki temelinin atıldığı 2004 senesinde projenin bitiriliş tarihi 2010 olarak açıklanmıştı. Ama başta güzergâh üzerindeki çanak çömlekler(!) olmak üzere seneler içerisinde ortaya çıkan daha pek çok farklı nedenlerden dolayı açılış sürekli ertelenmiştir. Marmaray'ın açılışı için kamuoyu ile paylaşılan en son tarih ise 29 Ekim 2013'tü. Ta ki açılış tarihinin ilk defa geriye çekildiğinin kamuoyu ile paylaşıldığı güne kadar. Açılış tarihlerinin geri çekildiği dönem ve tarih, tahmin edebileceğiniz gibi çok manidar, açık ve aslında net. Daha önce de hatırlarsanız Metrobüs projesinin açılış töreni yine bir diğer seçimin öncesine heyecanla yetiştirilmiş ve seçimi kazanmaya yönelik bir hamle yapılmıştır.

Şimdi yine aynı alışık olduğumuz senaryo oynanmaya başladı. Bir yandan ardı arkası kesilmeyen zamlarla, dünyanın en pahalı benzinini kullanmaya layık görülen vatandaşlarımızın omuzlarındaki mali külfetler arttırılırken, insanlarımız her geçen gün yaşamak için daha da fazla uğraş vermek zorunda bırakılırken, diğer yandan da erzak ve kömür gibi sosyal yardımların(!) başlamasını kısa bir süre sonra seyretmeye başlayacağız.

İstanbullular olarak projelerin/çalışmaların aslında ne kadar plansız, programsız, gelişigüzel ve oy kaygısı taşıyan şekilde yapıldığını çok değil daha bir ay öncesine kadar yaşıyorduk aslında. Doğru olarak planlanmış olsaydı sadece 2 ay içerisinde tamamen bitirilebilecek köprü güçlendirme çalışmaları için işgüzarlıklar nedeniyle önce bütün yaz sürecek denildi, sonrasında ise kamuoyunun yoğun baskısı sayesinde çalışmaların hızlanması sağlandı. Hatırlayın iki şeridi tamamen kapatılan köprünün üzerinde sadece 2 çalışanın olduğu görüntüler çok değil sadece 2 ay öncesinde televizyon kanallarının haber bültenlerinden inmiyordu. Bütün yaz boyunca çekilen çileler henüz yeni bitmişken, yine okullar açıldı, sadece okulların açılması yetmiyormuş gibi bir de İstanbul'un çeşitli noktalarında hummalı şekilde yol çalışmaları yapılmaya başlandı. Bir yandan toplu ulaşım projeleri hayata geçirilmeye çalışılırken uzadıkça uzayan süreçler ve şehiriçi trafiğinde tüm çabalara rağmen azalmayan hatta her geçen gün artan araç sayısı ile İstanbul keşmekeşine aslında bir türlü köklü çözüm üretilememektedir. İstanbul'da üçüncü boğaz köprüsünün yer seçimi ile bir yandan (olmaması gerekirken) kuzeye doğru ilerlemenin ve yapılaşma baskısının önü açılmakta iken, bir diğer yandan da doğu-batı aksında noktasal büyük projelerle zaten yoğun olan ulaşım aksları daha da yoğun bir trafiğin baskısı altına girecek olma tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu durumun en güzel örneklerinden biri finans merkezinin yer seçim kararıdır. Mevcutta zaten özellikle de zirve saatlerinde çok yoğun bir trafik sorununun yaşandığı aks üzerinde, bir de finans merkezi gibi çok yüksek yoğunluklu kullanıma hizmet edecek bir alanın yer almasına dair herhangi bir alternatif ulaşım sistemine kamuoyuna verilen beyanatlarda rastlanmamaktadır. Sadece alanın kendi içerisindeki çözümlemeler, yaşam koşulları ve önemli odak noktalarına kuş uçuşu mesafeler dillendirilmektedir. Peki ama durumun kendisi gerçekten de çizilen tablo gibi bu denli iç açıcı mıdır? Maalesef bu soruyu olumlu yanıtlamak imkânsız gibi gözükmekte. İstanbullular projenin hayata geçirilmesi durumunda, çevreyle doğru bağlantısı kurulmamış, sadece kendi içinde çözümlemeleri yapılan sığ, kopuk ve parçacıl yaklaşımlı bir proje ile daha karşı karşıya kalacaklar. Bunun gibi İstanbul'un dokusuna, estetiğine ve diğer pek çok niteliğine uymayan çok sayıda noktasal proje sadece rant ve sermaye odaklı düşünüldüğünden hayata geçirilmelerinin önü kolaylıkla açılmaktadır.

Sonuç olarak kentlerimizin yaşanabilir yerler olarak kalması ve de en önemlisi çocuklarımızın nasıl bir gelecekte yaşayacakları düşünülmeden kente yapılan müdahaleler ileride çok ciddi ve geri dönüşü olmayan sonuçların ortaya çıkmasına neden olacak niteliktedir. Gelecek düşünülmeden, sadece günü kurtarma zihniyetiyle ve seçim odaklı olarak hayata geçirilen ve geçirilmeye çalışılan projelerin yarınlarımızı nasıl etkilediğini umursamaz şekilde hareket edilmektedir. Doğru olan; vatandaşlarımıza hizmet odaklı yapılan siyaset midir, yoksa seçime odaklı olarak yapılan hizmet anlayışı mı? Hükümet yetkililerinin son dönemdeki söylemlerine bakıldığında da şu andan itibaren yaklaşmakta olan yerel seçimlere dönük bir çalışmanın başladığı çok net şekilde görülmektedir. Hizmetin vatandaşlarımız için yapıldığına dair gerçekleştirilen propaganda ve verilen beyanatlara karşılık sorulması gereken en önemli soru, bu zaten sizlerin asli görevi değil midir? Artık, yukarıda da değindiğim gibi, geri sayım başladı, artık kent sokakları içerisindeki rutin bir asfaltlama çalışması bile çok önemli bir projeymiş gibi vatandaşlarımıza lanse edilecek ve belediyenin ne kadar çok çalıştığının hafızalarda kalmasına çabalanacak. Seçime odaklı hizmet anlayışı bugün olumsuz yansımalarını ülkemizin dört bir yanındaki tüm şehirlerimizde zaten fazlasıyla gösteriyor. Çarpık yapılaşmadan, afetlerde doğaya karşı duramayan yapılara ve özellikle de büyük kentlerimizde artık nefes alınacak nitelikli yeşil alanların kalmayışına kadar kentlerimizin içerisine düşmüş olduğu tüm olumsuzlukları bir yanıyla seçim odaklı çalışmalara bağlamak mümkündür. Kentlerimizin, gelecek nesillerimize en sağlıklı şekilde aktarılabilmesi için mutlaka insanı odağına koyan hizmet anlayışı ile hareket edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde çocuklarımızın yaşayabilecekleri bir şehir olmayacak...

Saygılarımla,