Bir sonbahar akşamında dalından düşen bir yaprağın feryadı gibidir ayrılık. Gözler arkada, eller çaresiz, kalpler huzursuzdur. Hep ayrılık sonbaharda gelir. Ansızın bulur insanı. Anılar söz birliği etmişçesine, çöker insanın üzerine. Ne tarafa baksan ayrılığın muhatabı vardır sanki. Yakar yüreği bir daha görememe duygusu. Görsen bile kavuşamama düşüncesi her şeyden daha kasvetlidir. Hep güzel günler gelir konar bir kuş misali duygu penceresinin önüne. Ne kadar istesen de olumsuzlukları görülmez meftun olduğun sevdanın. Çünkü yarım kalmış bir sevdadır aslında o. Yarım kalan şeyler insana her zaman hüzün vermiştir. Yarım kalan yol, yarım kalan hayat, yarım kalan iş, yarım kalan yemek, yarım kalan mutluluk, yarım kalan sanayileşme...Evet, yarım kalan her şey merak uyandırır: Acaba, her şey güzel olur muydu? Ya da, karşıma çıkan en iyisi bu muydu? Bu sorular bitmez! Çünkü yarım kalan her şey aslında açılmamış bir hazine sandığı gibidir. İçi ancak açmakla görülebilir.
Bazen hayatı sonsuz, fırsatları sayısız sanıp kendimizi hep ileride bir gün karşılaşacağımızı sandığımız bir başkasına, bir yenisine ertelerken hayatın yanımızdan geçip gittiğini fark edemeyiz. Karşımıza çıkmış insanları yolumuzun dışına sürerken geri dönüp onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katmayız.Yaşam her zaman cömert davranmaz insana. Tersine çoğu kez de zalimdir. Her zaman aynı imkanları sunmaz bize. Toyluk zamanlarımızı pahalı bir şekilde ödetir. Düşüncesizce kullandığımız arkadaşlıkların, eskitmeden yıprattığımız dostlukların, savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla yapayalnız kalırız bir gün. Bir akşam üstü yanımızda kimse olmaz, ya da olanlar olması gerekenler değildir. Bir zaman sonra da, ‘yanımdaki var ya sen olmalıydın’ deriz. Ama, at Üsküdar ilişkisi bir kez daha gerçekleşmiş olur. Yıldızların bizim için parladığını göremeyen gözlerimiz, gün gelir hayatımızdan kayan yıldızların gömüldüğü maziye odaklanır. Hep o maziye takılı kalır gözlerimiz. Hayatımızda iz bırakanlar hep olağanüstü kişilik olarak yer etmiştir yüreğimizde. Yüreğimizde adı kalanlar hep özlem duyduklarımız ve çok özlediklerimiz olmuştur nedense!
Birden görürsünüz yüreğinize iz bırakanları. Birden de kaybedersiniz. Aniden duygu dünyanızdan bir yıldız kayar; dilek tutarsınız, ancak o başka dünyalara çoktan gitmiştir artık. Hep arkasından bakarsınız. Dedim ya; hep acaba soruları uçuşur kafanızın en mahrem yerinde. Çocukla yıldızın hikayesi gibidir ulaşıp da kavuşamama duygusu: “ Bir çocuk başını kaldırıp bir yıldıza bakıp ağlamaya başlamış. Yıldız ona: ‘Neden ağlıyorsun çocuğum’ demiş. Çocuk ona: ‘ O kadar uzaktasın ki, hiçbir zaman sana dokunamayacağım’ diye seslenmiş. Ve yıldız cevap vermiş çocuğa: ‘ Zaten yüreğinde olmasaydım senin, beni göremezdin ki!”
Özlem duyduklarımız yüreğimizde olanlardır. Gördüklerimiz bazen o kadar uzak gelir ki bize. Yakında olsalar bile özlem hala etkisini muhafaza eder. Şu da bir gerçektir ki; yüreğimizde yer edinenler bir yıldız gibi her zaman kalbimizin gökyüzünde parlar. Zira, ulaşamasak da bir yerlerde mutlaka izleri görülecektir.
Bir sonbahar hikayesidir ayrılık. Hüzün diyarına ağır aksak yürümenin adıdır. Dönüp dönüp bakmanın, dönüp de görememenin, görüp de ulaşamamanın başka bir yansımasıdır. Bir kırlangıcın arkasından uzun uzun bakmaktır, bir leyleğin kanatlarında olduğunun düşünüldüğü bir hülyadır. İyimserler, her ayrılığın yeni bir kavuşmanın işareti olduğunu söylerler. Bazen, iyimserlerin haklı çıkmadığı zamanlarda olur.
Goethe, “insan hiçbir şeyi sevmeden anlayamaz” derken sevmenin önemine vurgu yapıyordu. Her şeyin değeri sevmekle başlar. Seven değer verir. Bazı insanlar birbirine öyle hatıralar bırakır ki, yaşadığımız her an o hatıraların altında kalır. İşte hatırası altında kaldıklarımız, hatırası içinde var olduklarımız en çok sevdiklerimiz olmuştur.
Son tahlilde, ayrılığın sevilmesi de onun anlaşılmasıyla mümkün olacaktır.