Temelde bir İtalyan-Avrupa şirketi olan AGB’nin reyting ölçümlerinde kullandığı kıstasların Ülkemizde ki televizyonlarda da kullanılması, Türk toplumunu kültürel anlamda bir uçurumun kenarına getirmiştir. AGB isimli reyting ölçüm şirketinin ölçüm anketlerini, toplumun ağırlıklı olarak öğretim düzeyi düşük, en eğitimsiz ve ekonomik açıdan geliri en düşük kesimi olan C1, C2, D ve E diye nitelendirilen sosyal gruplarına yerleştirmesi, sorunun başlangıcını oluşturmaktadır. C1, C2, D ve E sosyal gruplarının son 10 yıl içinde, Türk televizyonlarında yayınlanan herhangi bir kültürel içerikli kaliteli programa yüksek reyting verdikleri görülmemiştir. Bu kesim daha çok İnek Şaban filmi 25. kez yayınlansa da ona reyting vermiştir.
Ciddi haber bülteni ve haber programları, ya da kültürel içerikli programlar toplumun A ve B olarak adlandırılan sosyo-ekonomik, kültürel ve eğitim olarak yüksek sosyal tabakasından yüksek reyting almıştır. Ancak toplumun alt sosyal grubu olarak, AGB’nin reyting izlenme rekorunu kırdıran C2, D ve E diye isimlendirilen sosyal gruplar ise televole, Banu Alkan, Seda Sayan’ı izleyerek bu özellikteki programların daha çok yayınlanmasına sebep olmuşlardır.
Aslına bakılırsa AGB reyting ölçüm şirketi, bilinçli bir tercihle, ölçüm cihazlarını toplumun en alt sosyo-ekonomik/kültürel grubuna yerleştirmiştir. Reklam verenler, bu grubun tercihleri doğrultusunda belirlenen reytinglere göre en yüksek reyting alan TV kuruluşundan en alt seviyeye doğru reklam pastasını dağıtmaktadırlar. Televizyon kuruluşları bu durumda, reklam gelirlerini artırabilmek ve reytinglerini yükseltebilmek için de ellerindeki birkaç kaliteli yapıma son vermişlerdir.(Erol Mütercimler, Komplo Teorileri, s.382)
Bu nedenle sabah programlarında; Banu Alkan ve Seda Sayan programlarıyla reyting izlenme rekorları kırarken, ne olduğuna dair tartışmalara konu olan kuşum Aydın denen birisi de kaybolup giden milli kültüre sanki kahkahalarıyla eşlik etmektedir! Akşamları sahnelenen televole faciaları, erotizm içerikli magazin programları, sözde mankenlerin sergiledikleri yozlaşmış yaşam Türk insanının kültür ve ahlak dünyasına karşı savaş ilan etmiş bulunmaktadır. Düşünen ve eli kalem tutan münevverlerin belirlediği bir toplumsal düzenden hızla, Laila ve Reyna endeksli kültürsüzleşmenin alınıp satıldığı bir karaborsa yaşama doğru seyir başlamıştır. Böylesine bir yozlaşma karaborsasında Türk insanın düşünme yeteneği ne yazık ki dumura uğratılmıştır. Artık genç bireyler Türk milletinin geleceğini düşünmek yerine, baba parası harcayarak mankenlerle gezen, yörüngesini kaybetmiş biri olarak kendisini hayal etmektedir. Böyle bir ortamda tabi olarak; alt-üst kimlik tartışmalarına, başı açık namaz kılma olayına ya da Calvinist İslam yorumlarına bir tepki gelmeyecektir!
Şakir Süter, ‘ Zina, Banu Alkan, Namaz ve Gol’ isimli makalesinde; “ …Konumuz bitti diye dertlenmeyin. Türkiye’nin Afrodit’i var; Banu Alkan’ımız var. Reytingleri silip süpüren ‘Sabah Yıldızları’ isimli TV programında Banu Alkan-Murat Taşdemir birlikteliği var. Konu öylesine önemli, öylesine cıvıl ki, Meclis’e bile ‘soru önergesi’ ile taşındı!” diyerek, Banu Alkan ve nesi olduğu belli olmayan kişinin toplumda ortaya koyduğu etkiyi kinayeli bir şekilde ele almaktadır. (Akşam, 27.01.2006)
Serdar Turgut ise ‘Hayatımız Üzerine Bazı Gözlemler’ isimli makalesinde beni şaşırtan bir ifadeyle; “ Sabahları televizyonda Banu Alkan’ı seyreden bir toplum yok olmaya mahkumdur... Ben geçen gün televizyonda inanılması güç bir olay seyrettim. Ben ki Türk kanallarında kalite çıtasının yerlerde sürünmesine kendisini alıştırmış bir insan olmama rağmen bu son gördüklerime ben bile şaşırdım, hayretler içinde ağzım açık kaldı. Bu program Banu Alkan şovdu. Bu şov, bir adamın Banu Alkan’a her fırsat olduğunda hakaret etmesi üzerine kurulmuş durumda…Ona reyting rekorları kırdıran kitleye ne diyeceksiniz?...Bu şov Türkiye’de ve dünyada bildiğimiz anlamıyla medeniyetin sona ermesi ve insanlığın yeni bir aşamaya geçtiği anlamına geliyor…” diyerek televizyonlar aracılığıyla Türk medeniyetinin içine düştüğü olumsuz durumun ciddiyetini ortaya koymaktadır.(Akşam,26.01.2006)
Güler Kömürcü ise ‘Aitlik Duygumu Kaybettim Ey Okur’ isimli makalesinde güzel bir tespitte bulunmuş: “…Banu Alkan şovlar, yatak odalarından naklen yayın yapan hanım yazarlar, Semra Hanımlar, futbol-magazin sapkınlığı ve benzerleri derken…İşte oldu, toplum mühendisliği çalışmaları başarıyla sonuçlandı, halk duyarlılıklarını, ilkelerini, manevi değerlerini, öğrenme, araştırma güdüsünü, görgüsünü kaybetti. Halkın büyük çoğunluğu para, marka, seks, futbol, kazanma odaklı yaşıyor-yarışıyor, bunlara giden yolda lümpenliği, kıroluğu kutsuyor. Onları bu hale getirenler de bu kavramlar üzerinden Türkiye’yi adım adım teslim alıyorlar…”(Akşam, 27.01.2006)
Evet, televizyonlardan yayılarak bilincimizi işgal eden kültürsüzleşme süreci her açıdan Türkiye’yi adım adım ele geçirmektedir. Bu durum gerçek anlamda psikolojik bir operasyondur. Reyting borsalarının en çok talep gören yüzleri, Türk toplumunun her açıdan teslim alınmasına en çok çalışanlardır. Türkiye maruz kaldığı dış ve iç tehditler yetmezmiş gibi televizyonlardan ülke insanının evlerine pompalanan bu kültürel yozlaşma sayesinde giderek yeni bir milli güvenlik sorunu ile karşı karşıya bulunmaktadır.
İstanbul, Antalya, Marmaris, Bodrum gibi renkli kentlerin büyülü gece yaşamlarını her dakika izleyip iç geçirenlerin içine düştükleri sosyal travma durumu milli kimliğin bütünlüğüne de zarar vermektedir. Türk medeniyeti belki de tarihinin en işe yaramaz ve ipe sapa gelmez sahte yüzlerin sözde parıltılı yaşamlarının saf bilinçleri işgaliyle karşı karşıya bulunmaktadır. Her gün yaratılan çarpık sinderella masallarıyla, mankenlerin kiminle nerede olduğu haberleriyle, gece kulüplerindeki toplumsal yapıya aykırı çirkin görüntülerle Türk insanın ruhu esir alınmaya çalışılmaktadır. General Hamilton’un Çanakkale’yi geçemeyince söylediği sözler, yüzyıl sonra karşılık bulmaya başlamıştır! Bu durum bir milli güvenlik sorunudur. Türk insanın parıltılı yaşam uğruna tüm değerleri gizliden tasfiye etmesi tavsiye edilirken, geleceğin karanlık yollarında yolunu kaybetmiş bir millet olmamızı birileri bir yerlerde planlamış ve bu planı hayata geçirmiştir.
Gecelik ilişkilerin yaşanıp kutsandığı, kültürsüzlüğün salvolarıyla milli bilinci yaralamaya çalıştığı bu garabet popüler kültürün yozlaşmış serüvenine son vermek vakti artık gelmiştir. Hadi hep birlikte Türk kültürüne sahip çıkalım. Popüler kültürün kültürsüzlük virüsüne geçit vermeyelim. Yıldız Tilbe’yi, Banu Alkan’ı, Seda Sayan’ı ve daha nicelerini bilinçlerimizden uzaklaştırıp ve bu kişileri izlemeyerek sivil tepkimizi ortaya koyalım. Artık Televole kültürüne dur deyip, Türk-İslam kültürüne sahip çıkalım.
İnanıyorum ki bu vatanı karşılıksız sevenler bu olumsuzlukların farkındadır ve bu garabet durumun üstesinden de geleceklerdir…