Birkaç sene öncesiydi. Can gibi aziz bildiğim ve çok sevdiğim bir dostumla karikatürlere bakıyorduk. Bir tanesine çok güldük hem de çok düşündürücüydü. Şu şekilde çizilmişti karikatür;

Adam karısı ile yatakta yatıyor ve aklına -W. Bush'un kürsüdeki görüntüsü ile- şu sözleri söylediği an geliyor; "Irak'ı özgürleştirdik".

Sonra adam karısına dönüyor ve diyor ki, "karıcığım seni özgürleştireyim mi?"

Cevap; "yok, başım ağrıyor".

(Bu bir haçlının rock müzik eşliğinde şımarıklık yaparken bir anglosakson soğukluğunda hedefine sinsice yürümesinin karşısında bir Türk'ün öylece durmayacağını önceden bildiren bir namus yazısıdır.)

Türk'ün İslam olmasının akabinde daha da genişleyen İslam Dünyası 11. yüzyıldan sonra Haçlı seferleri adı verilen Hıristiyan-Katolik akınlara maruz kalmıştır. 1094-1270 arasında, Avrupalı Katolik Hıristiyanların, Papalığın çeşitli vaatleri ve talepleri üzerine, Müslümanların elindeki Ortadoğu toprakları (Kutsal Topraklar) üstünde askeri ve siyasi kontrol kurmak için düzenledikleri askeri akınlardır. Bunların büyük bir çoğunluğunda Müslümanların zaferi vardır.

Bu askeri seferler, siyasi, ekonomik ve kültürel öğeleri de bünyesinde bulunduruyordu. Bu Hıristiyan akınlarına "Haçlı Seferleri" adının verilmesi ise üzerlerindeki elbiselere diktirmiş oldukları "haç" şeklindendir. Bu seferlerin neredeyse tamamını Türkler karşılamışlardır. (yalnızca 4. haçlı seferi Katolik Avrupa'nın Ortodoks İstanbul üzerine yaptığı bir seferdir). Aziz ceddimiz bu kuduz yığınlarını Anadolu içlerinde eriterek kutsal topraklarımıza tacizlerini engellemiş ve buraların namusu ayaklar altına alınmamıştır. Bütün olumsuzluklara rağmen Ön Asya, Mezopotamya, Kafkaslar bölgesinde Türklüğün lider-ağabey misyonu da buradan gelmektedir. En azından milli takımımıza Avrupa'daki maçlarında Asya ve Ortadoğuda verilen destek dahi bunun bir göstergesidir.

ABD Başkanı W. Bush'un "Haçlı Seferleri" diyerek malumun ilanına katkıda bulunduğu bir sürecin içerisindeyiz. Yalnız garip olan, bu kez bu seferleri ilk karşılayan biz değiliz. Başka bir ifadeyle en son sırada Türklerin olduğunu iddia eden stratejist sayısı hiç de az değildir. Etrafımızdaki bütün ülkelerde yaşanan gelişmeler ve bu süreçlerde ABD'nin oynadığı etkin rol "post modern haçlı seferleri" kavramını değerlendirmemizi mümkün kılmıştır. Gürcistan'da, Ukrayna'da, Türkistan'da (Kazakistan ve Kırgızistan olayları), Soros'un müdahil olduğu seçimler ile Azerbaycan'da ve nihayet Irak'ta oynadığı etkin rol ABD'yi "post modern haçlı" ilan etmemiz için yeterlidir. Son günlerde yaşanan İran krizi ise bölgede uygulanmak istenen kalıcı savaş senaryosunun bir ürünüdür.

"Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olur" atasözü devletler siyasetinde kullanılacak olsaydı en çok hangi devlet için söylenirdi bilmem(!) ama son zamanlarda yapılan Ankara görüşmeleri (ABD'li ve İranlı yetkililerin Türkiye adına birileriyle yaptıkları görüşmeler) bana Irak çıkarmasından önceki süreci hatırlattı. Bölgedeki etkisini ve egemenliğini böyle süreçlerde giderek yitiren Türkiye, yaşanması muhtemel bir İran krizinde ne yapacağını şimdiden televizyon ekranlarında tartışmaya başladı. Oysa esas yapılması gereken bu post modern haçlı akınlarına "dur" tabelası göstermektir. "Dur yolcu" diyebilmek yani...

En son Çanakkale'de, "hasta halimizle" diyebildiğimiz "dur yolcu" çıkışı bugünlerde hasletimiz olmuştur. Mahallenin namus bekçisi olmak anlamında demiyorum ama hani biz buraların ağabeyi durumundayız. Bu bölgedeki (sözüm ona) etkin gücümüzü üç beş bedeviye değil (ki onlara da gösterdiğimiz su götürür) bedevinin bacısına kuma getirmek için bacımızın etrafında dolaşan "haçlıya" göstermektir "buralı olmak". Buralı olmak kavramı üzerine söylenecek çok söz var, lakin buralı olmak namusu tartışmaya açmamaktır. Namus vatandır, soydur, ümmettir, devlettir.

Önümüzdeki süreçte cümle âlemin beklediği İran çıkarmasında Türkiye'nin konumunu tartışmak ile cümle âleme maskara oluyoruz da haberimiz yok. Niye ve nasıl bu hâle geldik tartışalım fakat yazık bu günümüze ki artık buraların ağabeyi biz değiliz gibi. "Zillete katlanarak nasıl bir şereften bahsedebiliriz" bunu da şu Ankara görüşmelerini, önce merhum Iraklı yetkililerle sonra da İranlı devlet adamlarıyla yapan hükümet adamlarına sormak icap eder. Ayrıca 2003'den itibaren "başı kapalı kıçı açık olmak" durumuna öyle bir düştük ki bu hal ne İslami ne de örfidir. Şu kapatma davası keşke kıçımız ile alakalı olsaydı.

Neyse her yasaya ve atılan her gizli imzaya rağmen biz buraların ağabeysiyiz. En azında bunu söyleyen bir "DEVLET" var bunu biliyoruz. Bir DEVLET var...