Yılmaz Özdil’in çıkarttığı 1881 limitli kitabının 2 bin 500 liraya satılması bir yana, en çok gündem olan konulardan biri de kitabın kaynakçasız oluşuydu.

Kitabın içindeki bilgilerin teyidi noktasında birçok soru işareti sosyal medyada tartışma konusu olurken, Anıtkabir Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve TÜRKGÜN köşe yazarı Ali Güler, Yılmaz Özdil’in kitabındaki bilgilerin derneğin makalelerinden atıfsız ve kaynakçasız olarak birebir kopyalandığını açıkladı.

BİREBİR OLARAK KOPYA VE KAYNAKÇASIZ!

Yazarımız Ali Güler, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlarda Özdil’e tepki gösterirken, kitaptaki ifadelerin birebir olarak kopyalandığını ve kaynakçasız, atıfsız bir biçimde kullanıldığını belirtti…

Güler, “Yılmaz Özdil’in 498 sayfalık kitabında bizim eser ve makalelerimizden alınan ve ismimizden bahsedilmeyen,atıf yapılmayan, kaynakçada gösterilmeyen o kadar çok bilgi ve belge var ki… Sadece çok temel ve bariz olan ‘aşırmaları’ sizlerle paylaşmak istiyorum.”paylaşımıyla Özdil’in makalelerinden kullandığı kısımları paylaştı.

Özdil, kitabı için “Üzerinde 10 yıl çalıştık” ifadelerini kullanmıştı…

Ali Güler'in konuyla ilgili köşe yazısı şu şekilde:

EMEK SÖMÜREN SÖZDE DEVRİMCİ -3-

Atatürk ve cumhuriyet değerlerimiz de zaman zaman “yanında veya karşısında” gözüken samimiyetsizler, NATO’cular, Amerikancılar, İngilizciler vs. tarafından daima istismar edilmiş ve edilmektedir. Bu sefer bu istismarın en acımasızı ile karşı karşıya kalınmıştır. Fakat millet artık bu tür siyaset ve tarih mühendisliklerine kanmamaktadır. Yerli ve milli olmayanları çok çabuk teşhis etmekte ve ipliğini pazara çıkarmaktadır.

2007’den 2019’a Yılmaz Özdil’de Büyük Aydınlanma! Yeni kitabında çalışmalarımızdan bahsetmeden Atatürk’ün doğum tarihini 4 Ocak 1881 olarak tespit eden Yılmaz Özdil, 10 Kasım 2007’de Hürriyet gazetesinde yayımlanan “10 Kasım” başlıklı yazısında, “On Kasım’da Vefat Ettiğinden Eminiz, Atatürk’ün. Peki Doğum Günü Ne?” diye soruyordu. “Benim Ailem: Atatürk’ün Saklanan Ailesi” (2013) isimli eserimizde “Aydınlarımızın Derin Hastalığı: “Ben Bilmiyorsam Yoktur” başlığı altında şunları yazmışız:

“M. Kemal Atatürk’ün yaşamı ile ilgili yalanlar ve yanlışlar sadece onun “Türklüğü” ve “soyağacı” ile ilgili değildir. Son yıllarda bu yalan ve yanlışlara “doğum günü, doğum yeri, doğduğu ev, babasının fotoğrafı, üvey babası Ragıp Bey, manevi evlatları (Rukiye, Abdürrahim Tunçak, S. Gökçen vs.), Fikriye’nin ölümü, Atatürk’ün annesiyle ilişkisi, Latife Hanım’dan boşanması, gizli vasiyeti” gibi pek çok konu eklenmiş bulunuyor. Güya birilerinin “resmi tarih” dedikleri, yine kendi “ağabeyleri” tarafından yıllardır anlatılan masallar bahane edilerek, bazı yanlışlar gündeme getirilerek yeni şüpheler uyandırılmaktadır. Ortaya atılan iddialara bakıldığında tartışmaların yalan ve yanlıştan öteye geçtiği ve adeta “Atatürk düşmanlığı” ve “Atatürk’e ait ne varsa yok etmek” noktasına taşındığı görülmektedir. Burada sadece bazılarının isimlerini ve kamuoyu ile paylaştıkları yazılarının üst ve alt başlıklarını vermekle yetineceğiz: Can Dündar’ın “Mustafa” filminden hareketle Sayın Ahmet Kuyaş: “Atatürk’ün Hayatı Tabulaştırıldı”, “1881’de Doğmadı” “Mustafa Kemal Pembe Evde Doğmadı”, Atatürk’ü anlatan “Veda” filmi vesilesiyle bir yazı kaleme alan Gazeteci Sayın Gürkan Hacır: “Gerçek Bir Atatürk Biyografisine Halen Sahip Değiliz”, Yılmaz Özdil: “On Kasım’da Vefat Ettiğinden Eminiz, Atatürk’ün. Peki Doğum Günü Ne?” Bütün bu isimleri çoğaltmak mümkündür. Fakat burada sadece şu kadarını söyleyelim ki, aydınımızın kendi bilmediğini “yok” sayma hastalığı burada da nüksediyor. Biz gerçeklere bakalım.” Neyse, bu da büyük bir başarıdır. Yılmaz Özdil’in 12 senede eserlerimizle tanışarak büyük bir aydınlanma yaşamış olduğu anlaşılmaktadır.

BEYTÜLMÂLDEN BAHSEDİP KUL HAKKI YEMEK!

Yılmaz Özdil, kitabının bir bölümünde Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçişini ve Samsun, Havza, Erzurum, Sivas, Ankara yolculuğunu anlatmış (s.85 vd.). Milli Mücadele’nin ve yolculuğun finansmanı konusunu da kısmen ele almış. Çekilen maddi zorluklardan söz etmiş. Sivas’ta Hacı Derviş’ten (Devirmiş) bile bahsetmeyi unutmamış (s. 95). Gel gelelim bu bilgileri nereden aldığını yazmayı unutmuş? “Mustafa Kemal’in ‘para’ kavramına bakışı… Hazreti Ebubekir’in ‘para’ kavramına bakışıyla aynıydı…” (s. 346 vd.) diye yeni bir bölüme başlayan Yılmaz Özdil, hepimize adeta şapka çıkarttırıyor. İnsanın sadece bir kitabı 2.500 liraya satan Yılmaz Özdil’e “örnek alsaydın ya kardeşim Atatürk’ü ve Ebubekir’i” diyesi geliyor! Bu bölümde bahsettiği Atatürk’ün maaşları, harcamaları, rüşvet konusundaki duruşu gibi konular ile “Cebinde para taşımazdı” başlığı ile başlayan (s. 364) bölümdeki emeklilik bilgileri bizim eserden aşırılmış bilgilerdi. 2016 yılı ocak ayında “Atatürk ve Beytülmâl: (Atatürk’ün Devlet Hazinesine Bakışı)” başlıklı bir eserimiz yayınlanmıştı. Bunun önsözünde şunları yazmıştık: “Günümüzdeki Atatürk incelemelerine baktığımız zaman, yerli ve yabancı araştırmaların bir hayli arttığını görüyoruz. Yeni belgelerin ışığında eksik bilgilerimizin tamamlanması önemlidir. Tarihi kişilik olarak Atatürk’ün incelenmesi çok yönlü bir çalışmayı gerektirmektedir. Yaşam öyküsü başta olmak üzere kişiliğinin değişik boyutları ve gerçekleştirdiği inkılapların zamanın şartları çerçevesinde incelenip bilimsel olarak ortaya konulması onu tanımamızı kolaylaştıracaktır. Şüphesiz, Atatürk’ün iyi anlaşılabilmesi için kişilik özelliklerinin, yaşadığı olaylar ve bu olaylar karşısında gösterdiği tepkiler dikkate alınarak incelenmesi lazımdır. Bu düşünceden hareketle bir devlet adamı olarak Atatürk’ün para ve mal ile olan ilişkileri onu anlamamız açısından çok önemlidir. Hem “insan Atatürk’ü” hem de “devlet adamı Atatürk’ü” bu şekilde daha iyi tanımamız mümkün olabilir. “Beytülmâl” devlet hazinesi demektir. Türk devlet geleneğinde çoğu zaman “tüyü bitmemiş yetimin hakkı var” deyişiyle ifade ettiğimiz üzere devlet hazinesi, hem tarihi hem de inanç geleneklerimiz açısından çok üst bir noktada görülmüştür ve görülmektedir. Dolayısı ile devleti yöneten insanlardan, millet adına yönettikleri devletin parasını ve malını sarf ederlerken bu anlayışa sadık kalarak hareket etmeleri beklenir. Bilindiği gibi, Erzurum Kongresi öncesinde askerlikten istifa ederek herhangi bir sivil insan durumuna düşen Mustafa Kemal Paşa’nın giyeceği bir sivil elbisesi bile yoktur. Kolay değildir. 1894 yılından 1919 yılına kadar 25 yıldır üniforma içinde geçen bir hayattan bahsediyoruz. O günün fotoğraflarında gördüğümüz kıyafeti (caketatay) Erzurum Valisi Münir Bey’in, başına giydiği fes de Mazhar Müfit Bey’indir. Başlarken adeta üzerine giyeceği bir elbisesi bile olmayan Mustafa Kemal Paşa, hayattan ayrıldığı zaman da malı mülkü, parası olmayan bir insandır. Çiftliklerini Beytülmâle (Hazineye), İş Bankası hesaplarında bulunan emekli maaşı ile Cumhurbaşkanlığı maaşından biriken paralarını da CHP’nin yönetiminde Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarına bağışlamıştır. Anadolu’daki deyimi ile söylersek Mustafa Kemal Atatürk “sırtında bir ceketle gelip, bir ceketle gitmiştir.” Tıpkı yeni bir dini, yani İslam’ı tebliğ eden ve 15 yıl İslam Devleti’nin başında bulunan Hazreti Muhammet gibi. Peygamberimiz de öldüğünde terekesindeki malı, bir ibrik, bir hırka ve tüccarda rehin olan kalkanıdır. Günümüzün aşınan değerleri içinde para ve mal karşısında bu tavrın bir önemi var mıdır? Bilmiyorum. Ama olmalıdır, diye düşünüyorum. Bu eseri okuduktan sonra benim gibi düşünen insanların sayısının artacağına da inanıyorum.” Yılmaz Özdil’in bizim kitabı okuduğu ve bizim gibi düşünen insanlar kervanına katıldığı aşırdığı bilgilerden anlaşılıyor. Fakat okuduğunu anlamadığı kesin. Ha beytülmâle tasallut, ha kul hakkına… Yazık…

CAM FANUS İÇİNDE BİR ATATÜRK KİTABI YA DA RESNELİ NİYAZİ’NİN GEYİĞİ

Özdil’in yayınevi, 1880 Hatıra kitabını 2.500 liradan satmış, 1 tanesini de camdan bir fanus yaptırarak Beşiktaş’daki mağazasında görücülere çıkarmış! Sosyal medyada bazı pratik gençler, Ramazan aylarında Topkapı Sarayı’ndaki “Sakal-ı Şerif Ziyaretleri”nden mülhem olarak “Yılmaz-ı Şerif” demişler bu olaya. “Kitab-ı Yılmaz-ı Şerif” daha uygun düşer kanımca… İlk gün söylediğimiz gibi Atatürk’ü fetiş haline getirmenin bir aracı olduğu artık ayan beyan ortaya çıkan bu eser, aynı zamanda Atatürk’ü “tabulaştırmaya” da hizmet etmektedir. Bu olay aklımıza Resneli Niyazi Bey’in “geyiğini” getirdi. Meşhur çeteci, Makedonya dağlarında Rum, Bulgar ve Makedon çetelere karşı savaşan Niyazi Bey’in yanına ormanda bir geyik takılır. Niyazi Bey ve adamları geyiği beslerler, geyik de bunlardan ayrılmaz. 2. Meşrutiyet ilan edilince Niyazi Bey’in geyiği “Gazal-ı Hürriyet” (Hürriyet Geyiği) diye meşhur olur. İstanbul’a getirirler, Beyoğlu’nda bir dükkâna koyarlar. Hürriyet Geyiğini, merak eden İstanbullular geyiği görmek için akın akın dükkâna gelirler. Sirkte cambaz ziyaretleri gibi geyik ziyareti günlerce sürer. Nihayet hürriyet ortamı soğur, normal hayata dönülür. Bizim Geyik de unutulur. Geriye bir deyim kalır: “Geyik Muhabbeti.” Peki, bizim “Hürriyet Geyiği”ne ne oldu? Diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. Bu soruya olayı anlatan Refik Halit Karay, “herhalde üç beş kişi kesip, bir kebapçıda yemişlerdir” diye cevap veriyor. Korkarım az zaman sonra fanus içindeki 2.500 liralık kitabın başına da benzer bir olay gelebilir. Bundan kebap da olmaz. Herhalde sayfaları Beşiktaş’taki çekirdekçilerin külahı veya mısırcıların mısır sardığı bir kâğıt olarak değerlendirilir. Çekirdek veya mısırı yedikten sonra lütfen atmayalım. Neden mi? Her sayfa 5 lira da ondan. Küsuratı boş veriniz. Kalanı ayrıca değerlendirmekte yarar var derim.

ÜLKÜ OCAKLARI’NDAN ANLAMLI KAMPANYA

İşin şakası bir tarafa, Yılmaz Özdil’in 2.500 liralık özel baskı kitabı toplumun her kesiminde ciddi tepki topladı. Bütün bu tepkilerin en anlamlısı ise Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sayın Dr. Sinan Ateş’in “Mustafa Kemal Atatürk’ün Hayatı Bir Ticaret Malzemesi Olamaz!” başlıklı bir açıklama ile kamuoyuna duyurduğu faaliyet oldu. Her zaman Türklük, Atatürk ve Cumhuriyet değerlerine duyarlılığı ile bilinen Ülkü Ocaklarımız, 1881 Adet Nutuk’u tüm Türkiye genelinde ücretsiz dağıtacaklarını kamuoyumuz ile paylaştı ve dağıtımına da aynı gün başladı. Anıtkabir’i de ziyaret eden Sayın Dr. Sinan Ateş’in anlamlı açıklaması şöyleydi: “Türk milletinin bağımsızlık ve fikrî yenileşme mücadelesinin önderi, kurucu Cumhurbaşkanımız ve Türk Milliyetçiliği fikrinin mukaddes bayrağı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün mirası Türk gençliği için kutsal bir hazinedir. Milliyetçi Türk gençliği bu kutsal hazineyi korumak ve yeni nesillere köprü olmak amacıyla mücadele ve hizmet etmektedir. Yurdun dört bir köşesinde gerek Ülkü Ocaklarımızda ve gerekse üniversitelerimizin salonlarında tertip edilen toplantılarla bu paha biçilemez mirasa sahip çıkılmaktadır. Büyük Gazi’nin 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışıyla başlayıp devam eden Nutuk’u Ülkücü Türk gençliği için yol gösteren ve ufuk veren başucu eserlerindendir. Büyük Önder’in zorlu mücadelelerinin, bu çetin yolda karşısına çıkan engelleri ve bu engelleri nasıl aştığının, mücadele azminin, kararlılığının ve üstün şahsi özelliklerinin şifreleri Büyük Nutuk’ta saklıdır. Ülkücü Türk gençliği, Atatürk’ün hayatına bir hazine gözü ile bakarken yolu, yönü belli olmayan ancak dilinden de Büyük Gazi’yi düşürmeyen zihniyetlerin teşvikçisi ve övücüsü, kalemini Türk milliyetçiliğinin önüne bir engel olarak koymaya çalışan bir ismin Atatürk’ü maddi bir hazine olarak gören tavrı Türk Milliyetçilerini üzmüş, bu zihniyetlerin Atatürk sevdalarının ise art niyetlerine bir paravan olduğunu yeniden göstermiştir. Mehmet Akif’in hicabından İstiklâl Marşı’nı Safahat’ına almamasını anlayamayan zihniyetin Büyük Gazi’nin hayatı üzerinden servet avcılığı yapması büyük bir utanç vesilesidir. Bu vesile ile ilgili kitabın 1881 adet “özel basım” olarak hazırlanması ve tanesi 2500 TL’den satılacak olmasına tepkimizi ortaya koymak üzere Ülkü Ocakları Genel Merkezi olarak 1881 adet Nutuk’u yurdumuzun çeşitli bölgelerinde ücretsiz bir şekilde dağıtacağımızı ifade ediyoruz. Kamuoyuna saygıyla duyurulur. Dr. Sinan Ateş Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Başkanı” BİTTİ

Sonuç yerine

BU konuda yazacak çok şey var. Lakin burada yapılmaya çalışılanı ve yapılanı okurlarımızın gördüğünü, anladığını düşünüyorum. Bu millete ihanet edenler tarih boyunca, bu milletin değerlerinin arkasına sığınarak ve o değerleri acımasızca istismar ederek yapmışlardır. Atatürk ve Cumhuriyet değerlerimiz de zaman zaman “yanında veya karşısında” gözüken samimiyetsizler, NATO’cular, Amerikancılar, İngilizciler vs. tarafından daima istismar edilmiş ve edilmektedir. Bu sefer bu istismarın en acımasızı ile karşı karşıya kalınmıştır. Fakat millet artık bu tür siyaset ve tarih mühendisliklerine kanmamaktadır. Yerli ve milli olmayanları çok çabuk teşhis etmekte ve ipliğini pazara çıkarmaktadır. Son olarak kısa bir hikâye ile noktayı koyalım: Bir tarihte Sayın Murat Bardakçı ve Prof. Dr. Erhan Afyoncu’nun birlikte hazırlayıp sundukları Tarihin Arka Odası programında Atatürk’ü konuşmak üzere konuk olmuştum. Aralarda, Murat Bey, telefonuna ısrarla mesaj gönderen birisine kızıyordu. “Hayırdır Murat Bey, kime kızıyorsunuz” dedim. Nur u Ziya Sakinlerinin patronu olan zat her program “Atatürk’ün bizden olduğunu, Mason olduğunu açıklayın” diye ısrar ediyormuş. “Kızmaya gerek yok söz verince sorunuz ben anlatayım” dedim ve Atatürk’ün Mason olmadığını ve hatta 1935’te Mason Localarını hem de kendisi Mason olan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya kapattırdığını anlattım. “Adam” da rahatladı, Murat Bey de… Sevgili okurlar, böyle büyük projeler tesadüfen gerçekleştirilmez. Bir amaca dönük gerçekleştirilir. Türklükten, Türk milliyetçiliğinden, emperyalizmle kavgasından, yerli ve milliliğinden kısaca Türk milletinin değerlerinden uzaklaştırılmış bir Atatürk bunların istediği. Bunu yaptığınız zaman O büyük insanın “en büyük eserim” diye övündüğü Cumhuriyetimizin temel değerlerini yıkmak, başkalaştırmak daha kolay olur. Amaç budur. Aman dikkat!