Milletler iktisadi zenginliklerinin ötesinde kültür ve sanat değerleriyle varlık gösterir, gelişir, olgunlaşır, medenileşir ve saygınlık kazanırlar. Sanat sanatçıdan ayrı düşünülemez. Sanatçı insanlığa hediye ettiği kültür varlıklarıyla, eserleriyle, sanatıyla ve kişiliğiyle haklı bir yer edinir. Sanatçı, değerlerin ve eserlerin üreticisi ve temsilcisidir. Sanatçı özgün eserleri, faaliyetleri ve imajıyla adeta kurumsal bir kimlik kazanır. Toplum onları bu yönleriyle tanır, benimser ve sever.

Unutmamalıyız ki, bir milletin kendi kimliği ile varlığını sürdürülebilmesi, bireylerde milli kültür bilincinin oluşmasına ve yaşanmasına bağlıdır. Toplumun değerleri göz ardı edilmeden, her çağda yenilenerek güçlenen, çağın gereklerine göre biçimlenen kültür bilinci, o toplumdaki bireylerin geleceğe yönelişindeki en temel güç kaynağıdır. Güçlü ve müreffeh ülkeler içinde yer almamız, teknolojik ve toplumsal refahın yükseltilmesinin yanı sıra, milli kültürümüze sahip çıkarak, onu geliştirmek ve daha ileriye götürmekle mümkün olacaktır. Sanatla beslenmeyen bir kültür yok olmaya mahkûmdur.

Sanatçının yeteneği ve fedakârca oluşturduğu eseri, insanın insana sunabileceği en değerli armağandır. Bu nedenle sanatçının toplumdan kopuk, değerlerine bigâne kalması, hatta bu değerleri küçümsemesi düşünülemez.

Ancak maalesef son zamanlarda sanatçı kimliklerini unutarak adeta militan bir siyasetçi gibi ortaya çıkan ve sanatçının o kendine has özgünlüğünü, bütünleştiriciliğini yitiren bir grupla karşı karşıyayız. Kimi şöhretli, kimi şöhret budalası. Toplumu kutuplaştıran, toplumun değerlerini saygısızca alaya alan ve bunu da özgürlük adına hatta sanat adına yaptıklarını iddia eden sanatçı geçinenlerin hal-i pürmelalini esefle izliyoruz. Milli değerlere dönük hakarete varan söylemleriyle bildiğimiz Berna Laçin, Levent Üzümcü gibi kişilerin yanı sıra 50 yılı aşkın sinema ve tiyatro hayatıyla Türk milletinin sevgisini kazanmış olan Metin Akpınar gibi sanatçıların son dönemdeki toplumu aşağılayan, siyasi liderleri tahkir ve tehdit eden, toplumun siyasal tercihlerini alaya alan, küçümseyen söylemlerini“sanat” olarak da “siyaset” olarak da değerlendiremeyiz. Çünkü toplumun bir kesimini inciten, ötekileştiren bir tutum sanatçıya yakışmaz.

Bilhassa siyasal gerilimlerin arttığı kritik dönemlerde sanatçının herhangi bir tarafta keskin ve tarafların bir kısmını rahatsız edici söylem ve davranışlarda bulunması bu gerilimi ve kamplaşmayı olumsuz yönde besliyor. Bu kulvara giren bir sanatçı artık yol ayrımındadır: Ya sanat, ya siyaset! Sanatçı kimliğini maskeye dönüştürüp ortalıkta siyasetin militanlığını yapmak sanatçının seviyesini ve kalitesini düşürür, güven kaybeder, sevimsiz olur. O artık sevginin, kardeşliğin, barışın, sanatın birleştirici özelliğini kaybetmiş, kamplaştırmanın ajitatörü olmuştur, sanatçı zarafetini yitirmişlerdir. Bunlarda kaba ve nobran, öfke ve kinle beslenmiş ifadeler görüyoruz ki çok yazık ve utanç vericidir.

Elbette insan düşünen bir varlık olduğu gibi siyasal bir varlıktır aynı zamanda. Bütün insanların olduğu gibi sanatçıların da politik görüşleri, politik duruşları olacaktır. Ancak bu politik duruşlarını toplumu, karşısında yer aldığı politikacıları alaya alarak, kötüleyerek, aşağılayarak yapması doğru bir davranış değildir. Kendilerine dönük herhangi bir söylemi “fişleme” olarak niteleyen bu kişilerin karşı politik görüşte yer alan sanatçı arkadaşlarını afişe etmeleri, onları aşağılamaları tam anlamıyla bir fişleme değil midir? Kendi mahallesinden olmayan sanatçıları küçümsemeleri, ötekileştirmeleri onların politik tercihlerini “ti”ye almaları sanatla bağdaşır mı?

Tabii ki sanatçı siyaset yapabilir, hatta daha çok sanatçı siyaset yapmalıdır. Bunun güzel örnekleri de vardır: Berhan Şimşek solcu, CHP’li bir sinema sanatçısıdır. Başarılı bir siyasetçi ve sanatçı olarak hayatını sürdürmektedir. CHP’den milletvekili olmuştur. Şeffaf bir şekilde siyasetini de, sanatçılığını da ortaya koymuştur. Siyaset yaparken sanatçı kişiliğini sıfırlamamıştır, dengelemiştir. Cüneyt Arkın, Yeşilçam sinemasının en büyük aktörlerinden biridir. Hiçbir zaman yaşadığı toplumun bir kesimini aşağılayan bir tavır içinde olmamış, insanları ötekileştirmemiş, toplumun ortak değerlerine ve hassasiyetlerine saygı duymuş ve toplumun tamamından da aynı sevgiyi hala görmektedir. Ediz Hun, yine çok önemli bir aktör aynı zamanda Anavatan Partisinde siyaset yapmış, milletvekili olmuş bir sanatçıdır. Her zaman beyefendiliğiyle, çevreci kimliğiyle saygınlığını korumuştur. Yeşilçam’ın diğer sevilen bir aktörü Serdar Gökhan, milliyetçi kimliğiyle bilinen başarılı bir sanatçıdır. Ülkücü Ahmet Şafak, hem çok iyi bir ses sanatçısı ve besteci hem de yazılarıyla, kitaplarıyla entelektüel bir sanatçıdır. Ahmet Şafak’ın şarkılarında, yazılarında hem sevgiyi saygıyı hem de sanatçı zarafetini görürsünüz.

Bu adlarını saydığımız kıymetli sanatçıların hiçbiri sanatçı kimliğiyle siyasetçi kimliğini birbirine karıştırıp istismar etmemiştir. Toplumsal kamplaşmalara sebebiyet verecek açıklamalarda bulunmamışlar, toplumu gerecek bir tarafgirlik içinde olmamışlardır. Oysaki militan sanatçılık yaparak toplumu veya bir siyasi kesimi aşağılayan, küçümseyen bir anlayışla, sosyal medyada ve diğer mecralarda serdedilen cümleler toplumumuzu yaralamakta ve incitmektedir. Bu tavırlar sanatçıya ve sanata yakışmamaktadır. Bir sanatçı, sanatçı kimliğinin kendine yüklediği misyonu, sanatın topluma yönelik yapıldığını, kendilerini o noktaya getiren toplumun geneli olduğunu unutmamalıdır. Bir fikri, bir tezi savunmanın, görüş belirtmenin, üslup kurmanın elli türlü yöntemi vardır. Bu üslubun bir sanatçıya yakışır tarzda olması beklenir.

Bir de şu hususu artık dikkate alma zamanı çoktan gelmiştir. Sanatçı ve sanat dünyası; sanatçı=- solcu=muhalif, protest kişilik kalıplarından çıkmak zorundadır. Artık yok böyle bir dünya!

Elbette bir siyasetçinin sanattan beslenmesinin siyasete ve siyasetçiye çok değerli katkılar vereceğini, siyasi atmosferi daha yaşanır ve güzel kılacağını göz ardı etmiyoruz.

Sanatçı önce sevginin ve zarafetin insanı olmalıdır.