2022 yılı bütçe görüşmeleri kapsamında MHP Grubu adına MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay mecliste konuştu.

MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay'ın konuşması şöyle;

"2022 Yılı Bütçe Kanun Teklifi ile 2020 Yılı Kesin Hesap Kanun Teklifi’nin görüşmelerine başlamış bulunuyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu’nun düşünce ve kanaatlerini paylaşmak üzere huzurunuzdayım.

Genel Kurulu ve aziz Türk Milletini saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken; aziz vatanımızı bizlere emanet eden atalarımızı, cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, vatan uğruna toprağa düşen bütün kahraman şehitlerimizi, partimizin kurucusu Başbuğ Alparslan Türkeş’i rahmet ve minnetle anıyorum.

Salgında, yangında, deprem ve sel felaketlerinde, muhtelif kazalarda hayatını kaybeden vatandaşlarımızı rahmetle anıyor, ailelerine ve milletimize baş sağlığı diliyorum.

Terörle mücadelede destan yazan güvenlik güçlerimizi tebrik ediyor, her birini Allah’a emanet ediyoruz.

Bütçe; devletin 1 yıllık gelir ve gider tahminlerini gösteren ve uygulanmasına izin veren bir kanundur.

Bütçe; aynı zamanda parlamento aracılığıyla millet adına hükümeti denetleme aracıdır.

Bu nedenle; bütçe toplumsal gerçekleri kavramalı, “dik baş, tok karın, mutlu yarın ” parolasıyla Türk Milleti’nin beklentilerine ışık tutmalıdır.

12 gün sürecek bütçe görüşmelerinde Milliyetçi Hareket Partisi olarak;

Milletin parasının hangi hizmetlere, ne kadar harcanacağını değerlendireceğiz,

Esnafımızın, çiftçimizin, işçimizin, memurumuzun, sanayicimizin, emeklimizin, gençlerimizin velhasıl bütün sosyal kesimlerin sorunlarını ve beklentilerini gözeteceğiz,

Dünya ve ülke gündemini akıl ve vicdan terazisinde “dün, bugün ve yarın” perspektifiyle ele alacağız,

Bütçe görüşmelerini sabırla ve dikkatle takip ederek demokratik olgunlukla, objektif ve gerçekçi değerlendirmelerle düşüncelerimizi paylaşacağız.

Cumhur İttifakı; Türkiye ve Türk Milleti paydasında kurulan bir siyasi erdem ittifakıdır. Bir sistem ittifakı olan Cumhur İttifakı 5,5 yılını başarıyla geride bırakmıştır.

3,5 yılını tamamlayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle, parlamenter sistemdeki siyasi istikrasızlıklara son verilmiş, darbe ve vesayet müdahaleleri tarihin tozlu raflarına kaldırılmıştır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi;

1-Yönetimde istikrar, temsilde adalet,

2- Güçlü yasama, güçlü yürütme;

3- Demokratik uzlaşma, siyasi istikrar.

4- Denge ve denetim mekanizmaları üzerine inşa edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle siyasi istikrar sağlanmış ve güçlü yürütme-güçlü meclis hedefine ulaşılmıştır.

Bu sistemin demokratik meşruiyet temeli yüzde50 +1’dir.Yürütmenin yüzde 50+1 gibi yüksek bir nispetle temsil edilmesi milli iradenin güçlü bir şekilde tahkim edilmesini sağlamıştır. Bu durum; dünyaya emsal teşkil edecek bir demokrasi modelidir.

TBMM; şu anda 14 parti, 5 grup ve 5 bağımsız milletvekiliyle çoğulculuğa ve temsilde adalete sahiptir. 24 Haziran 2018 seçimleriyle, TBMM 101. yılında daha güçlü, daha fonksiyonel ve daha demokratik bir yapıya kavuşmuştur.

Seçmen iradesinin Meclis’e yansıma oranı yüzde 99’u bulmuştur. Yani vatandaşımızın verdiği oyların yüzde 99’u  meclisimizde temsil edilmektedir.

Yasama ve yürütme ilişkileri netleşmiş, sandıkta yürütme ve yasama ayrı ayrı seçilerek kuvvetler ayrılığı daha belirgin hale gelmiş ve her iki kuvvet de kendi içinde güçlenmiştir.

Bu sistemle Denge ve Denetim Mekanizmaları da güçlenmiştir.

Meclis, yürütmeye karşı denetim gücüyle donatılmış, Cumhurbaşkanı, Meclis’e hesap verebilir hale getirilmiştir.

Öyle, bazılarının iddia ettiği gibi ne tek adam rejimi vardır, ne de etkisiz bir Meclis vardır. Aksine Meclisimiz, tarihinin en etkili ve fonksiyonel yapısına kavuşmuştur.

Türkiye, Cumhur İttifakı ve Cumhurbaşkanlığı Hükmet Sistemiyle, kaybolan yıllarını telafi etmekte; “Büyük ve Güçlü Ülke Türkiye” hedeflerine emin adımlarla yürümektedir.

Güvenlik, adalet ve refah! Bu üç unsur, bağımsız ve güçlü devlet olmanın esenlik içinde yaşamanın ön koşuludur. Güvenlik olmadan huzur ve esenlik olmaz! Güvenlik olmadan adalet tesis edilemez, güvenlik olmadan refah da olmaz!

Bu nedenle; on binlerce insanımızın hayatına mal olan, ülkemizin atılım hamlesine engel teşkil eden, enerjimizi içimize hapsettirmeye çalışan terör, Türkiye’nin öncelikli meselelerindendir.

Dünyada hiçbir ülke Türkiye kadar terörün ve işbirlikçilerin hedefi olmamıştır!

Aynı zamanda, Türkiye dışında terörle böylesine etkin ve başarılı mücadele veren bir ülke daha yoktur!

Sınırlarımız içindeki terör odakları yok edilerek terörle anılan il, ilçe ve köylerimiz huzur beldeleri haline gelmiştir.

15 Temmuz 2016 sonrasında sınır ötesinde gerçekleştirdiğimiz Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Bahar Kalkanı, Pençe-Kaplan harekâtlarıyla sınır güvenliğimiz teminat altına alınmış, oluşturulmak istenen terör koridoru bertaraf edilmiştir.

Fakat; emperyalist odakların ve onların yerli işbirlikçilerinin farklı kisveler altında terörü semirtme çabalarına karşı daima teyakkuz halinde olmalıyız!

Eğit-donat-saldırt politikasıyla terör örgütlerini besleyen devletlerin, terör destekçisi kravatlı teröristlerin kim olduklarını iyi biliyoruz!

“Ama”lı “fakat”lı  sözlerle FETÖ’ye ve PKK’ya karşı yürütülen mücadeleyi engellemeye çalışanları da tanıyoruz!

 Bunların bütün çabaları boşunadır.

Türkiye, “ara-bul-yok et” parolasıyla terörün kökünü kazımaktadır!

Siyasetin mihenk noktası millet, gündemi ülke, istikameti milletin ve ülkenin esenliğidir.

Bu sebeple, “Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” diyoruz.

Siyasi motivasyonunu polemiklerden, demagojilerden, kör dövüşlerinden devşirenler, sırtını yabancı ülkelere, terör örgütlerine, küresel para simsarlarına yaslayanlar pusulasını kaybetmiş bedbahtlardır.

Washington, Brüksel ve Kandil merkezli siyaset yürütenler açık bir ihanet içindedirler!

“Türkiye’de can ve mal güvenliği yok, yatırım yapılamaz” diyerek küresel simsarlara taşeronluk yapanlar, Türkiye’ye parmak sallamaya tevessül eden büyükelçiler ile ağız birliği içindedirler!

Bu işbirlikçiler, yabancı elçilerle yaptıkları toplantılarda, yazdıkları mektuplarda yatırımcılara gözdağı vermeye kalkışmış, Türkiye’yi kötülemişlerdir.

“İktidar yıkılsın da nasıl yakılırsa yıkılsın” anlayışıyla hareket eden bu zihniyet; öğretmeni, bürokratı, kurumları, esnafı, işçiyi, çiftçiyi, yargı mensuplarını tehdit ederek kaos oluşturma hevesine düşmüştür.

Bunların tek derdi, Türkiye’yi uluslararası arenada sıkıntıya düşürmek, kaos çıkartmaktır.  

Dünya, önemli bir iklim ve çevre krizi ile karşı karşıyadır.

Sanayileşme ve teknolojik gelişmeler doğrultusunda kaynakların bilinçsizce kullanılması nedeniyle iklim ve çevre krizi tüm insanlığı etkileyen küresel bir sorun haline gelmiştir.

Batı emperyalizmi, Sanayi Devrimiyle birlikte doğa üzerinde tahakküm kurmuş, doğayı bir meta olarak istismar etmiştir.

Türk Kültürü ve Medeniyeti; insanı doğadan,  doğayı insandan ayrı görmeyen bir anlayışa sahiptir.

Türkiye, medeniyetimizin temel referanslarını çağdaş bir vizyonla yorumlayarak iklim ve çevre politikaları üretmektedir.

Bu kapsamda, 14 Temmuz 2021’de Ticaret Bakanlığımız tarafından yayımlanan Yeşil Mutabakat Eylem Planı; uluslararası ticaret ve ekonomide meydana gelen yeşil dönüşümlere uyum sağlama açısından önemlidir.

“Türkiye’nin Yeşil Kalkınma Hamleleri”, 7 Ekim 2021’de meclisimiz tarafından onaylanan Paris İklim Antlaşması ile ivme kazanmıştır.

Türkiye; çevreyi yok etme pahasına büyümeyi amaçlayan bir ekonomi anlayışı yerine, tüm canlıların çevre üzerindeki haklarını gözeten bir anlayış ile iklim krizinin çözümünde öncü bir rol üstlenecektir.

Türkiye, küresel para simsarlarının saldırıları ve dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs salgını nedeniyle ekonomide çok çetin bir mücadele vermektedir.

Küresel para simsarları; kur silahıyla, dış ticaret tehditleriyle, yüksek faiz dayatmasıyla, kasıtlı not indirimleriyle Türkiye’yi defalarca hedef almış ve almaya devam etmektedir.

Hatırlanacağı üzere, bazı yabancı devlet başkanları Türkiye ekonomisine yönelik Türkiye ekonomisini mahvedeceğiz diyerek açık tehditler savurdu, 2 bakanımıza yönelik ambargo uyguladı.

Küresel para tetikçileri ve yerli işbirlikçileri ekonomik saldırılara organize bir şekilde devam etmektedir.

Bunlar, döviz kurunun ve enflasyonun artmasını amaçlayarak kaos oluşturmaya çalışmaktadırlar.

Kovid 19 Salgını nedeniyle, son 2 yıldır olağanüstü bir dönemden geçmekteyiz. Salgın, dünyada makroekonomik dengeleri ve küresel ticaretin işleyişini ciddi şekilde sarsmıştır.

Salgın nedeniyle tüm dünyada bütçe açıkları, borçluluk, işsizlik ve enflasyonda yüksek artışlar meydana gelmiş, gelir dağılımı eşitsizliği ve yoksulluk artmış, fiyat istikrarı bozulmuştur.

Pek çok ülke, salgının ekonomik etkilerini hafifletmek için genişletici maliye ve para politikaları uygulamıştır.

Dünya ekonomisi; aşı çalışmaları ve kısıtlamaların kaldırılmasıyla kısmi bir toparlanmaya girmiştir. Fakat ekonomik belirsizlikler varlığını korumaktadır.

Türkiye, salgın sürecinde zamanında alınan ekonomik ve mali tedbirler sayesinde ekonomik türbülanstan başarıyla çıkarak, diğer ülkelerden olumlu yönde ayrışmıştır.

Türkiye, salgın koşullarına rağmen 2020 yılında yüzde 1,8 büyümüş, G-20 ülkeleri arasında en hızlı büyüyen 2’inci ülke olmuştur.

Türkiye, 2021 yılının birinci çeyreğinde yüzde 7,4, ikinci çeyreğinde yüzde 22 büyümüştür.

Ekonomideki toparlanma süreci aşılamanın etkisiyle üçüncü çeyrekte de yüzde 7,4’lük büyümeyle devam etmiştir. Türkiye bu büyüme oranı ile G 20 ülkeleri arasında birinci sırada yer almıştır.

Bütün yerli ve yabancı veriler Türkiye’nin 2021 yılı sonunda OVP ’de öngörülen yüzde 9 büyüme tahmininin üzerinde, yüzde 10 civarında büyüyeceğini göstermektedir.

Üçüncü çeyrekteki büyümede; düşük faiz, artan yatırım, istihdama bağlı üretim ve ihracat artışının olumlu etkisi açıkça görülmektedir.

Koronavirüs Salgını nedeniyle artan küresel belirsizlik ve enflasyon kaynaklı sıkıntıların farkındayız.

Türkiye,  arz ve maliyet yönlü yüksek enflasyonla karşı karşıyadır.

 Dolar başta olmak üzere, döviz kuru beklenmedik şekilde artmıştır. Bu nedenle; gıda fiyatları başta olmak üzere fahiş fiyat artışları gözlenmektedir.

Vatandaşlarımızın yaşadığı ekonomik sıkıntıları biliyoruz, artan döviz kurlarından kaynaklı şikayetlerin farkındayız.

Yüksek enflasyon, sadece Türkiye’de değil dünya genelinde önemli bir sorun olmaya devam etmektedir.

Emtia piyasalarındaki dalgalanmalar, enerji ve hammadde fiyatlarındaki hızlı artış, lojistik ve tedarik zincirlerindeki aksaklıklar sorunlu alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat güçlü sanayi alt yapımız, yetişmiş iş gücümüz, yeniliklere hızlı uyum sağlama kapasitemizle aşamayacağımız engel yoktur.

Enflasyon ile mücadele, arz yönlü yaklaşımı da içeren ekonomik tedbirler ile başarılacaktır.

Bu doğrultuda, para ve maliye politikaları uyum içinde sürdürülmeli ve enflasyon tek haneye indirilmeli ve indirileceğine de inanıyoruz.

Hükümet doğru bir ekonomi politikası uygulamaktadır. Mevcut ekonomi politikaları üzerinden polemik yaratmak, bittik, tükendik, mahvolduk demek felaket tellallığıdır!

Devletimiz, bu zorlu süreçte bütün imkânlarıyla vatandaşımızın yanındadır.

Sanayi yatırımları ve ihracat rekorlar kırarak artmaktadır.

Ekonomik büyümedeki artış, ihracat performansındaki rekor yükseliş, sanayi üretimindeki tırmanış ülkemizin salgından kaynaklı türbülanstan güçlenerek çıktığını göstermektedir.

Türkiye; düşük faiz, yüksek yatırım, üretim, istihdam ve ihracat yoluyla büyümeye devam edecektir.

Cari dengede yaşanan iyileşme, ülkemizin dış finansman ihtiyacındaki azalmaya ve yapısal cari açığın kapatılmasına önemli katkılar sunmuştur.

Cari işlemler dengesinin orta ve uzun vadede kalıcı olarak iyileştirilmesi gerekmektedir.

Türkiye, salgının küresel arz ve talep üzerindeki etkilerine rağmen 2021 yılının ilk 10 ayında Cumhuriyet tarihinin en yüksek ihracat rakamlarına ulaşmıştır.

12 aylık ihracatımız ekim ayı itibariyle 215 milyar doları aşmıştır. Kasım ayına ilişkin öncü veriler ihracatımızın artarak devam ettiğini göstermektedir.

İhracat artışında görülen bu başarıda,

İhracat desteklerinin verimli kullanılması, sanayici ve ihracatçılarımızın yoğun talebe kapasite artırımlarıyla karşılık verebilmeleri ve piyasaya kaliteli mal sunmaları ayrıca rekabetçi fiyatlar ile coğrafi avantajların yerinde kullanılması etkili olmuştur.

Yüksek faiz, uzun vadede üretim sistemine büyük hasarlar vererek ekonomik atılımların önünü kesmektedir. Bu durum; işsizlik, yoksulluk ve hayat pahalılığına neden olmaktadır.

Makroekonomik göstergelerdeki gelişmeler gurur ve umut vericidir, ancak bunlara ilaveten;

Enflasyonun kaynağı doğru tespit edilerek ve Türkiye faiz yükünden kurtulmalıdır.

Yüksek faizden kademeli şekilde vazgeçilerek; yatırım, üretim ve istihdamın arttırılması ve ithalatta bağımlılığın azaltılması temel politikamız olmalıdır.

Yüksek oranlı ve istikrarlı büyümenin sağlanmasında finansmanın sürdürebilir ve sağlam kaynaklardan temin edilmesi elzemdir.

Türkiye gibi birçok yükselen piyasa ekonomisinin üretim yapısının temelinde yatan ana sorun; üretimde kullanılan hammadde ve girdiyle birlikte makine, teçhizat ve enerjideki ithal bağımlılığıdır. Dış kaynaklara olan bağımlılığın azaltılması ve kaynakların gelir artırıcı, istihdam sağlayıcı ve verimlilik potansiyeli yüksek alanlara yönlendirilmesi gerekmektedir.

Üretim, ihracat ve inovasyon öncülüğünde büyüme süreci devam ettirilmelidir. Güçlü sanayi altyapımız, yetişmiş iş gücümüz, yeniliklere hızlı uyum sağlama kabiliyetimiz buna müsaittir.

Kaynak dağılımında adalet ve etkinlik, hizmet üretiminde verimlilik arttırılmalıdır. Bu kapsamda yatırımcılara ve müteşebbislere yönelik vergi indirimi ve kolaylığı sağlayan programlar hayata geçirilmelidir.

Türkiye, katma değerli ve ileri teknolojili üretimde küresel bir üs haline getirilmelidir.

Sadece dolar kuru ve faiz üzerinden değerlendirmeler yaparak ekonominin battığını iddia etmek; yalandır, kara propagandadır!

Bazı odaklar, döviz kurundaki ekonomik gerçeklerle bağdaşmayan suni dalgalanmaları istismar etmektedirler. Adeta zil takıp oynamaktadırlar.

Zil takıp oynayanlar, dış güçlerin yerli işbirlikçileridir.

Bu odaklar; kur, faiz, fiyatlar genel düzeyindeki dengesizlikler üzerinden manipülasyon üreterek vatandaşlarımızı karamsarlığa, umutsuzluğa ve sokakların kör karanlığına çekmeye çalışmaktadır.

Ekonomideki ihracat, istihdam ve üretim verileri gayet iyi iken, piyasalardan olumlu veriler gelirken ne oldu da dolar bir anda 13,7 TL’ye yükseldi!

Hangi dağda kurt öldü de haberimiz olmadı!

Milli çıkarlarımıza sahip çıkmanın bedelini suni döviz artışıyla ödetmeye çalışıyorlar.

Terörle mücadelemizin rövanşını kur üzerinden almaya çalışıyorlar.

Faiz lobilerinin döviz operasyonları, sinsice faiz kulisi yapan İMF’ci odakların kaos yaratma hayali boşunadır.

Doların yükselmesi tamamen psikolojik algı operasyonları neticesinde olmuştur. Kriz ortamı yoktur! Sanayi ve tarımda üretim devam etmekte, ticaret işlemektedir. Hiçbir fabrika işçi çıkarmamıştır. Aksine, istihdam artamaya devam etmektedir.

Türkiye; binlerce yıllık devlet ve medeniyet birikimini çağdaş politik bir vizyona kavuşturmuş, bölgesel ve küresel bir aktördür!

Türkiye, kendi gündemine hakimdir .

Türkiye, milli ekonomisini mutlaka inşa edecek, küresel ekonomiye insanı merkeze alan bir model sunacaktır.

Sömürgeci ve emperyalist Batı paradigması çökmüştür.

Yeni yüzyıla, Türkiye’nin adil ve hakkaniyetli nizam felsefesi mührünü vuracaktır.

Türkiye; küresel sermaye tetikçilerine ve para baronlarına teslim olmayacaktır.

Türkiye; döviz sabotajlarına, hayat pahalılığına da asla boyun eğmeyecektir.

Bizimle yani Türkiye ile artık emir komutalı hiyerarşik ilişki kuramayacaksınız!

Bize biçtiğiniz rolleri, hapsetmeye çalıştığınız blokları reddediyoruz!

Hiçbir ülkenin hakkında, hukukunda, toprağında gözümüz yok! Ancak  hakkımızı yedirmeyeceğiz, hukukumuzu çiğnetmeyeceğiz!

Ve asla boyun eğmeyeceğiz!

Milliyetçi Hareket Partisi olarak; Türk Milleti’nin refahı ve esenliği için atılacak her adıma destek ve katkı vereceğiz.

Salgının üretime ve iş gücü piyasasına doğrudan olumsuz etkileri olmuştur. 2021 yılında birçok ülkede üretim ve istihdam açığı devam etmektedir.

Oysa Türkiye’de alınan tedbirlerin etkisiyle üretim ve istihdam, 2020 yılının ikinci yarısından itibaren önemli ölçüde artmıştır.

Türkiye; 2021 Ocak-Eylül döneminde 2,2 milyon istihdam artışı ile salgın öncesi dönemin üstüne çıkmıştır.

Salgının başından bu yana, imalat sektöründeki kayıtlı istihdamın sayısı 4 milyon 700 bini geçmiştir.

Ancak, sanayi işletmeleri, kobiler ve esnafımız yeterli kalifiye ve ara elaman, çırak, kalfa ve usta bulamadıklarından şikâyet etmektedirler.

Ekonomide ve sosyal alanda ülkemizin yapısal sorunlarının çözümü için mesleki eğitimin teşvik edilmesi, yaygınlaştırılması ve özendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Mesleki eğitimi ülkemizin geleceği bakımından stratejik önemde görüyoruz.

Şu anda 19 milyon evladımız ilk ve orta öğretimde, 8 milyon gencimiz Yüksek Öğretim’de öğrenim görmektedir.

84 Milyonluk nüfusumuz içinde eğitim-öğretim gören 27 milyon gencimiz, ülkemizin dinamizmi ve enerjisi bakımından ne büyük bir değer, ne büyük bir nimet, ne büyük bir potansiyeldir!

Bu gençlerimiz yakın gelecekte iş ve istikbal beklemektedir.

Gençlerimizin daha küçük yaşlardan itibaren meslek edinerek eğitim almaları, yetişmeleri Türkiye’nin ekonomik ve sosyal kalkınmasına çok büyük ivme kazandıracaktır.

Türkiye, mesleki eğitim sayesinde yakın gelecekte mesleksiz ve genç işsizler ordusu olmak tehlikesinden kurtulacaktır.

11 Ekim 2021'de Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın, “Mesleki Eğitimde 1000 Okul Projesi ve 50 AR-GE Merkezi Açılış Töreni”nde mesleki eğitim konusunda yaptığı açıklamalar ve verdiği müjdeler oldukça önemlidir. Bu önemli atılımları nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığımızı ve Sayın Cumhurbaşkanımızı tebrik ediyor, teşekkürlerimizi iletiyoruz.

“Üreten Ülke Türkiye, Güçlü Sanayi Güçlü Ekonomi” hedeflerine ulaşmak ve  “İş Arayan Değil İş’te Aranan Nesil” yetiştirmek için mesleki eğitim konusunda atılması gereken adımlar hakkında bazı düşünce ve önerilerimiz şunlardır:

Mesleki eğitimin teşvik edilmesine, yaygınlaştırılmasına ve özendirilmesine yönelik çalışmalar bir millî seferberlik halinde yürütülmelidir.

Mesleki eğitimde “okul temelli ve iş yeri temelli” modeller birleştirilerek “ikili eğitim modeli” oluşturulmalıdır.

Mesleki eğitim veren okulların sayısı artırılmalı ve kalitesi yükseltilmelidir.

Teknolojiyle iç içe mesleki eğitim veren öğretmenler istihdam edilmeli, öğretmenlerin hizmet içi eğitim almaları zorunlu olmalıdır.

Mesleki eğitimin ortaöğretim içindeki payı yüzde 35'lerden yüzde 70'lere yükseltilmelidir.

Geleneksel çıraklık, kalfalık, ustalık eğitimi veren mesleki eğitim merkezleri teşvik edilerek sayıları ve nitelikleri artırılmalıdır.

Mesleki eğitim merkezleri ile sanayi ve KOBİ'ler arasında sektörel bağ kuran bir yapı oluşturulmalıdır. Meslek okulları ve mesleki eğitim merkezleri, sektörün olduğu yerlerde, sektörün ihtiyacına göre kümelenmelidir.

Öğrenci ve velilerin mesleki eğitime yönlendirilmesine ve özendirilmesine ilkokuldan itibaren başlanmalı, mesleki okullar sınavlarda yüksek puan alan öğrencilerimizin tercih ettiği bir okul hâline getirilmelidir.

Bugün meslek liseleri “düşük kaliteli eğitim”, “üniversite yolu kapalı okul” imajına sahiptir. Bu imaj değiştirilmeli, üniversitenin yolu mesleki eğitimden geçirilmelidir.

Üniversite sınavlarında kendi alanlarını tercih edecek öğrencilere ek puan uygulaması yapılmalıdır. Mesleki eğitim kurumlarında başarılı öğrencilere burs desteği sağlanmalı, mezunlara istihdamda öncelik verilmelidir.

Mesleki ve teknik ortaöğretim kurumları ile meslek yüksekokulları arasında program bütünlüğü sağlanmalı, iş hayatı ile mesleki teknik eğitim arasında ilişki geliştirilmelidir.

Meslek liselerinin tüm cihaz ve makinelerinde zamanın koşullarına göre yenilik yapılmalı, atölyeler ve laboratuvarlar modern bir hâle getirilmelidir.

Mesleki eğitim programlarının içeriğinin belirlenmesinde, öğrencilerin rehberlik ve yönlendirilmesinde organize sanayi bölgelerinin ve meslek odalarının etkinliği artırılmalıdır.

Meslek okullarının yaygınlaştırılmasıyla sanayi ve üretim ivme kazanacak, “Üreten Ülke Türkiye-Güçlü Ekonomi, Güçlü Sanayi” hedeflerine ulaşılacaktır.

Yüzyıl, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk Milleti’nin şahlanışına şahitlik etmektedir.

Bu doğrultuda “dilde, fikirde, işte birlik” parolasıyla gelecek yüzyıllara mührünü vuracak olan Türk Devletleri Teşkilatı’nın vizyonu oldukça önemlidir.

1992’de temeli atılan, 2009’da uluslararası bir teşkilat olarak kurulan Türk Konseyi, 12 Kasım 2021’de İstanbul’da düzenlenen zirvede “Türk Devletleri Teşkilatı” haline gelmiştir.

Türk Devletleri Teşkilatı, Türk Dünyası’na ve bütün dünyaya armağan olsun!

Zirvede kabul edilen “Türk Dünyası 2040 Vizyonu Belgesi”  ve “2022-2026 Türk Devletleri Teşkilatı Stratejik Yol Haritası” doğrultusunda küresel ve bölgesel düzeyde atılacak adımlar gelecek yüzyılların istikametini tayin edecektir.

Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti için yorulmadan, usanmadan azimle çalışacağız!

Bu düşüncelerle, Milliyetçi Hareket Partisi olarak 2022 bütçesine olumlu oy vereceğimizi ifade ediyor, bütçenin ülkemiz için hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce heyetinizi ve büyük Türk Milleti’ni saygıyla selamlıyorum."