MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında konuştu.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli,"Cebir, tehdit, hile veya iradeyi sakatlayan bir başka neden olmadan cinsel istismar suçu, yani, taciz ve tecavüz nasıl gerçekleşecektir? Hadi gerçekleşti diyelim, Medeni Kanuna göre çocuk sayılan bir evladımızın aklı ve ruhu gasp edilerek istismara uğraması nasıl sıradan ve normal görülecektir? Adı üstünde, çocuğun rızası olsa ne yazacak, olmasa ne çıkacaktır? Bu önergeyi veren AKP'li milletvekillerinin hiç mi yüreği sızlamadı? Hiç mi elleri titremedi?"dedi.

MHP Lideri Bahçeli,"Ne tuhaftır ki, Sayın Kılıçdaroğlu, kavga istediğimizi, tuzağa düşmeyeceğini söylüyor.

Sanıyorum, bir bildiği olsa gerektir.

Bildiğini ispatlaması da en acil arzumuzdur.

Sayın Kılıçdaroğlu bizi tanımıyor, tanımak da istemiyor. Bu doğaldır.

Doğal olmayan, konuşmanın ve uzlaşmanın erdemine inanmış 47 yıllık bir hareketi kendi gibi görme hatasıdır.

Sayın Kılıçdaroğlu şunu hatırdan çıkarmasın ki, kavga gibi bir arayışımız yoktur, eğer olursa kendileri bizim klasman ve ligimizde zaten değildir.

Sakal bıyığa denk olmayınca berber ne yapsın, söz eylemi doğrulamayınca adam neylesin?

CHP vatanı böldürmeyeceğiz diyor. Kendilerini alkışlıyor, Allah tamamına erdirsin temennisinde bulunuyoruz.

Biz CHP'nin Adana'ya gideceğini sanıyorduk, baktık ki, yollarını şaşırmışlar, rotadan çıkmışlar, İstanbul Kartal'a çıkarma yapmışlardır.

Üstelik bölücülerle aynı kareye girmişler, ortak mitingde buluşmuşlardır.

HDP, DHKP-C ve çok sayıda bölücü emeli olan grup ve oluşumlarla yan yana, sırt sırta veren CHP'yi Adana'da beklerken, Kartal'da görmek bir yol kazası, pusula yanlışı, yön karmaşası değildir.

CHP; Adana bahane, Kartal şahane dedi, HDP-PKK'yla suçüstü basıldı.

Birleşik Haziran Hareketi paravanı altında, Mustafa Kemal'in emanetleri terörist hayranlarına, bölücü hainlere, Türkiye düşmanı çevrelere rehin bırakıldı.

Sonunda kader ağlarını ördü ve CHP düşe kalka, ine çıka PKK'nın bagajı haline geldi.

Malum ön teker nereye giderse, arkadaki oraya yönelecektir.

Bize göre bunun adı rezilliktir.

CHP'li yöneticiler, vatanı böldürmeyeceğiz sözünü Adana'ya saklamasınlar, ya birbirilerinin yüzüne söylesinler ya da cesaretleri varsa HDP'li kardeşlerine haykırsınlar.

Anladığımız kadarıyla HDP, CHP'nin içine kaçmıştır.

CHP'deki PKK kalıntıları, bünyeyi ele geçirmeye başlamışlardır.

HDP barajı geçsin pilav dağıtacağım diyenlerle, her CHP'li aileden HDP'ye oy verildiğini söyleyenler bellidir.

PKK'lılara cici çocuk muamelesi yapan sicili bozuklar da ortadadır.

Hepsi birden CHP'ye yuvalanmış, İmralı canisinin avukatları köşe başlarını tutmuşlardır.

Atatürk yerinden kalkıp bunların halini görse ya tekrar yatar ya da bunların alayını birden İzmir'e kadar kovalardı.

Vatanı böldürmeyeceğiz demek kolaydır.

Ama buna imanla, aşkla, sevdayla, mertçe bağlanmak şer kişinin değil, er kişinin harcıdır.

Öyle ya, "Adam hacı mı olur ulaşmakla Mekke'ye, eşek derviş mi olur taş çekmekle tekkeye?" Bize göre mesele budur.

CHP'nin, MHP'yle uğraşmak yerine Türkiye'nin sorunlarına çözüm üretmesi, sıktığı ellerin şehit kanı taşıdığını görmesi en halisane talep ve temennimdir.

Şehit albümü hazırlayacaklarmış, ama şehitlerimizin katilleriyle aynı ipte cambazlık yapmaktan, aynı kervana girmekten utanmıyorlar, sıkılmıyorlar."

Bahçeli'nin grup toplantısı konuşması şu şekilde:

Saygıdeğer Misafirler,

Basınımızın Değerli Mensupları,

Haftalık olağan Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Geçtiğimiz hafta Siirt’in Şirvan ilçesine bağlı Maden Köyü’nde, özel firma tarafından işletilen bir bakır madeninde heyelan olmuş, bu kapsamda göçük meydana gelmiştir.

Bu elim hadisede 6 işçi kardeşimiz hayatını kaybetmiştir.

Göçük altında 10 işçimizin kalması ve arama-kurtarma çalışmalarının hala sürüyor olması bizleri fazlasıyla endişelendirmektedir.

Niyazım toprak altında bulunan kardeşlerimizin, tüm zorluklara rağmen hayata tutunmaları, sevdiklerine ulaşabilmeleridir.

Maden faciasında can veren işçi kardeşlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı diliyorum.

Bu tip kazaların tekrarının yaşanmaması, yaşananlardan ise ders ve sonuç çıkarılması en içten, en safiyane temennimdir.

Madenlerdeki ilkel şartların düzeltilmesi, insan onuruna uygun iş sağlığı ve işçi güvenliği ortamının sağlanması kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.

Hiç kimse yerin yüzlerce metre altına keyfinden inmemektedir.

Toprağın koynunda, taşın-kayanın bağrında emek emek ekmeğini arayan kardeşlerimizin mutlaka emniyete alınması, hayati risklerinin en aza çekilmesi zarurettir.

Ölüm saçan, hiçbir önleyici güvenlik tedbirlerine riayet edilmeyen maden ocak veya sahalarının derhal kapatılarak, hiç olmazsa insan hayatının tehlikeye atılmaması da haklı beklentimizdir.

Şirvan’daki göçük felaketiyle ilgili başlatılan adli soruşturmanın süratle tamamlanarak, eğer varsa, ihmale davetiye çıkaran sorumluların cezalandırılması muhakkak temin edilmelidir.

Parti olarak, tıpkı Soma’daki, tıpkı Ermenek’teki maden facialarını nasıl yakından takip etmişsek, Şirvan’daki gelişmeleri de an be an izleyip, gerekli çalışmaları yapacağız.

Muhterem Arkadaşlarım,

İki gün sonra, yani 24 Kasım’da, Öğretmenler Günü’nü idrak edip, saygıdeğer öğretmenlerimize gönül borcumuzu bir nebze de olsa yerine getirmiş olacağız.

Öğretmenlik kutsal bir meslek, kutlu bir mekteptir.

Öğretmen ise bu meslekle yoğrulmuş, bu mektepte olgunlaşmış fedakâr, vefakâr, cefakâr insanlarımızın ortak unvanıdır.

Öğretmen;

Kör karanlıkların ışığı, kurumuş vicdanların ilacıdır.

Ve cehaletin, önyargıların amansız düşmanıdır.

“Bana bir harf öğretinin kırk yıl kölesi olurum” kutlu seslenişinin muhatabadır öğretmen.

Öğretmenlerimiz, öğretim sürecinin öznesi, eğitim hayatının irfan hazinesidir.

Onlarsız gelecek olmaz, onlar olmadan gelecek nesiller oluşmaz.

Öğretmenlerimiz büyük ve yüksek bir ahlakın sınıflara sığmayan simgeleridir.

Öğreten olmak; öğrenenle bilgi, görgü ve tecrübeyi buluşturmak tarihi ve kadim bir görevdir.

Öğretmenlerimize ne söylesek az, ne yapsak eksik ve yetersizdir.

Bu nedenle yılın bir gününe, yani Kasım ayının 24’üne, öğretmenlerimizi sıkıştırmak, yalnızca bugün anmak doğru olmadığı gibi insaflı da değildir.

Öğretmen her an hatırlanması, her zaman saygı duyulması gereken bir emanet ve haysiyetin adıdır.

Bunun sorumluluğu da hepimizin sırtındadır.

Bildiğini öğretmek, öğretirken sevgi ve şefkati rehber etmek meziyetlerin en güzeli, en görkemlisidir.

Öğretmenlerimizin hepimizin üzerinde hakkı vardır.

Bu hakkı ödemek ise şu fani dünyada takdir buyurursunuz ki, kolay ve mümkün değildir.

Bize düşen öğretmenlerimize kulak vermek, sorunlarına eğilmek, onları içine düştükleri sosyal, ekonomik ve mesleki darboğazlardan çekip çıkarmaktır.

Öğretmen mutlu değilse, öğrenci umutsuz, veliler huzursuzdur.

Öğretmen yılgın ve yorgunsa, eğitim ve öğretim hayatı yarım ve yaralıdır.

Bugünkü ülke tablosu içinde, öğretmenlerimizin mutlu ve memnun olduğunu hiç kimse iddia edemeyecektir.

Eğitim politikalarındaki açmaz ve arızalar doğrudan doğruya öğretmenlerimize yansımakta, bunun yankıları her alanda hissedilmektedir.

Özellikle 15 Temmuz FETÖ darbe kalkışmasıyla birlikte milli eğitimin kimlerin eline düştüğü, nasıl bir esarete mahkum olduğu iyice gün yüzüne çıkmıştır.

Şimdiye kadar 30 bini aşkın öğretmen memuriyetten çıkarılmıştır.

Sayıları 17 bine ulaşan öğretmen açığa alınmış, bunlardan 7 bine yakını görevlerine tekrar dönmüştür.

İhraç edilip mesleğe dönen öğretmen sayısı ise oldukça sınırlı kalmıştır.

Şu hususu kararlılıkla ifade etmek isterim ki, hainden öğretmen olmayacak, gerçek öğretmenden de hain çıkmayacaktır.

Elbette FETÖ’yle mücadelede suçu sabit görülenlerin, bu ihanet şebekesine yardım ve yataklık yapıp hukuk ve milli vicdanın onaylamadığı paralel bir hiyerarşik ağa dahil olanların gözünün yaşına bakılmamalıdır.

Geleceğimizin güvencesi olan evlatlarımızı zehirleyenler, öğretmenlik mesleğini iğfal ederek bir terör örgütünün lehine faaliyet gösterenler yaptıklarının bedelini en ağır şekilde ödemelidir.

Bu ister FETÖ olsun, ister PKK olsun; hiç fark etmeyecektir.

FETÖ ve PKK’nın nam ve hesabına sınıflara, okullara üşüşen öğretmen kılıklı teröristlerin milli eğitimden ayıklanması milli namusun bir gereğidir ve bunların mağduriyet feryadı şeytanın tövbesinden farklı değildir.

Öğretmene teslim edilen çocuklarımızdır.

Aynı zamanda öğretmen geleceğin kilidini açan anahtar, geleceği planlayan mimardır.

Bu kadar önemli, bu kadar değerlidir.

Bir terör örgütünün hesabına aktif çalışarak küçücük yavrularımızın akıl ve kalplerini işgale kalkışan kim olursa olsun, affı imkansız bir suça iştirak etmiş sayılacaktır.

FETÖ ve PKK’lı oldukları gerekçesiyle ihraç edilen veya açığa alınan öğretmenler emanete ihanet etmişlerdir.

Bunun başka türlü bir açıklaması olamayacaktır.

Ne var ki, sırf malum bir bankayla zorunluluktan dolayı parasal konularda iş ve işlem yaptı diye veya bazı dershanelerde görev aldı bahanesiyle bir öğretmene FETÖ’cü damgası vurmak, itibarından ve ekmeğinden mahrum etmek yanlıştır.

Tasvip etmesek de, yasal sendikalardan birisini tercih etmenin bir memuru suçlu yapmayacağı da açıktır.

Bir öğretmen Bylock kullanıyorsa gereği mutlaka yapılmalıdır, buna diyeceğimiz bir şey olamaz.

Bir öğretmen FETÖ’nün emel ve eylemlerine ortak olmuş ve somut delillerle örgüt üyeliği tescil edilmişse, cezasını çekmelidir, buna da itirazımız yoktur.

Cüzdanında bir dolar taşıyan, himmet ve hizmet adı altında FETÖ’nün hedefleri uğruna çalışan öğretmen veya herhangi bir memura en ufak acıma ve müsamahama gösterilmemelidir.

Çünkü 15 Temmuz’da milletimize, vatanımıza, kahraman Özel Hareket Polislerimize, 241 vatan evladına FETÖ’cü alçaklar hiç acımadılar.

Emin olunuz, bunlara acırsak tekrar acınacak hallere düşmekten kurtulamayız.

Katilin, caninin, teröristin, Türkiye düşmanı hainlerin yeri insan vicdanı, merhamet duyguları değil, ya urgan ya da müebbet zindandır.

Bunun başka yol ve seçeneği yoktur, var diyenler de pusuya yatmış, her an ihanete kalkışacak kripto işbirlikçilerdir.

Asılsız ihbar ve şikâyetlerle, aslı astarı olmayan isnatlarla, FETÖ’yle herhangi bir organik bağı olmayan öğretmen veya memurları mesleklerinden atmak hukuk devletinin ilke ve kurallarıyla ters düşecektir.

Böylesi bir durum haksızlığa işaret edecektir ki, biz asla dilsiz şeytan olmayacağız, yani haksızlık karşısında susmayacağız.

Milli eğitim sistemi resmen yaprak dökümü yaşayıp onbinlerce öğretmen kah FETÖ’cü kah PKK’lı oldukları gerekçesiyle idari ve adli müeyyidelere uğrarken, Yurtta Sulh Konseyi isimli çeteyi ağzına alan yoktur.

Bu hıyanet konseyinin elebaşları hakkında milletimize doyurucu açıklama ve bilgilendirme hala yapılmamıştır.

FETÖ’nün siyasi ayağı da gizemini korumaktadır.

Öğretmene güç yetiyor da, siyasetteki FETÖ’cülere niye dokunulmuyor? Niye bunların üzerine gidilmiyor?

Odacı, çaycı, çorbacı biliniyor da, hatırlı ve yüksek mevkilerde bulunan veya bulunmuş FETÖ’cülere niye sıra gelmiyor, adalet ve devlet bunların semtine niye uğramıyor?

Bu gecikmenin sebebi nedir?

Bu tavsamanın, bu savsaklamanın, bu sulandırmanın gayesi nasıl izah edilecektir?

Bilmediğimiz bir müdahale, engelleyici bir blokaj mı vardır?

Yurtta Sulh Konseyi isimli melanetin tepe kadrosunu ne zaman duyup ne zaman öğreneceğiz?

Ve bunları şartlar tamam olursa, idam sehpasına ne gün çıkaracağız?

Değerli Arkadaşlarım,

15 Temmuz’dan sonra milli eğitimin ne hallere düşürüldüğü net olarak anlaşılmıştır.

OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lerle, 2011’de kaldırılan sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına tekrar geçilmiştir.

Geçtiğimiz Ekim ayında 18 bin 500 sözleşmeli öğretmenin ataması yapılmıştır.

Önümüzdeki Şubat ayında ise 30 bin öğretmenin ilave ataması gündemdedir.

Bize göre, atanamayan bir tek öğretmen kalmamalıdır.

Bu çile artık kökten bitirilmelidir.

Üstelik öğretmen sayısındaki azalma da dikkate alındığında atanamayan öğretmen sorunu bütünüyle çözülmelidir.

Fakat sözleşmeli öğretmenlerin mülakat sistemiyle alınması, KPSS’den yüksek puan alan çok sayıda öğretmenimizi de mağdur etmiştir.

Mülakat esnasında sorulan soruların gayri ciddiliği ve siyasi tercihlerin yoklanması oldukça mahsurludur ve infiale yol açmıştır.

Öğretmen alımlarında kayırmacılığın revaçta olması, okul müdürlerinin sözlü sınavla belirlenmesi, torpili olanların öne çıkması milli eğitimi tümden laçkalaştıracaktır.

Hükümetin bu konuda gerekli tedbirleri alarak adalet ve hakkaniyete uygun hareketi zorunluluktur.

Sözleşmeli öğretmenlik güvencesiz bir sistemdir.

Parti olarak;

Sözleşmeli ve geçici öğretmenlerin daimi kadrolara geçirilmesini,

Teftiş sisteminin tek çatı altında toplanmasını,

Rotasyondan kaynaklı sorunların bitirilmesini,

Özür grubu tayinleriyle ilgili sorunların çözülmesini,

Ek ders ücretleri ile eğitim ve öğretim tazminatlarının yükseltilmesini,

Eğitime hazırlık ödeneğinin arttırılmasını,

Öğretmenlerin 3600 ek göstergeye kavuşmalarını,

Terfi sisteminin liyakat ve başarı kriterine göre yapılmasını,

Milli eğitimde yargı kararlarına kesinkes uyulmasını,

Emekli öğretmenlerin beklenti ve taleplerine kulak verilmesini,

Öğretmenlik mesleğinin itibar ve saygınlığının artırılarak, öğretmenlerimizin ekonomik durumlarının layık oldukları seviyelerde iyileştirilmesini bekliyor, istiyor, bunların gerçekleşmesi için var gücümüzle mücadele edeceğimizi samimiyetle ifade ve ilan ediyorum.

Unutmayınız ki, demirin kertiği neyse yiğidin sözü odur. Ve Milliyetçi Hareket Partisi verdiği sözü her zaman tutmuş, yine tutacaktır.

Öğretmenlerimiz,  müsterih olsunlar, Milliyetçi-Ülkücü Hareket her zaman, her şart altında yanlarında olacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle yurdumun her köşesinde azim ve sabırla görev yapan saygıdeğer öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü bugünden tebrik ediyorum.

Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, ebediyete intikal eden ve terör saldırılarında hayatlarını kaybeden şehit öğretmenlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.

Görevlerini yapmış olmanın huzuruyla emeklilik günlerini geçiren öğretmenlerimize hürmetlerimle birlikte uzun bir ömür temenni ediyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Ülkemiz uzun süredir karmaşık olayların, kaotik gelişmelerin baskı ve kuşatması altındadır.

Irak ve Suriye’deki derin çatlaklar manevra alanımızı daraltmaktadır.

Güvenlik ve jeopolitik riskler, siyasi ve ekonomik gelgitler Türkiye’nin önünü tıkamakta, potansiyel gücünü tüketmektedir.

Son günlerde döviz kurundaki anormal oynaklıklar milletimizin hayat ve refah standardını düşürmektedir.

Türk lirası devamlı değer ve irtifa kaybetmektedir.

Son bir yıl içinde dolardaki fiyat artışı yüzde 19’u bulmuştur.

Dolardaki yükselişin tehlikeli boyutlara ulaştığını hem görmek hem de buna önlem geliştirmek mecburiyeti vardır.

Yalnızca Türkiye’nin değil, başka ülkelerin paraları da değer kaybediyor diyemeyiz.

Böyle bir tez esasen kendi içinde tutarsızlıklarla doludur.

Meksika Pezosu, Güney Afrika Randı, Brezilya Reali değer kaybediyorsa, bu Türk Lirasının da aynı sarsıntıyı yaşamasına mazeret oluşturmayacaktır.

“Ne yapalım, dolardaki artış küresel şartlardan kaynaklanıyor” demek de ucuz ve kolaycı bir savunma halidir.

FED’in muhtemel faiz artırımı ya da ABD’nin yeni başkanının takip edeceği ekonomi politikaları peşinen Türkiye’yi etkiliyor ve elini kolunu bağlıyorsa ekonomik bağımsızlığımızın seviyesini konuşmak durumundayız.

Türkiye, aynı şartlara sahip birçok ülkeden olumsuz şekilde ayrışmaktadır. Ve bunun izahı bir türlü yapılamamaktadır.

Döviz yükselirken, Türk Lirası inmektedir.

Bunun sonucunda fiyat ve finansal istikrarın korunması daha da zorlaşacak, sosyal ve ekonomik maliyetler gittikçe fazlalaşacaktır.

İthalat pahalanacak, külfet ve maliyeti artacaktır.

Fren tutmayan dolar artışı; zam, vergi ve hayat pahalılığı olarak vatandaşlarımızı kavrayacak, toplumsal hayatı kasıp kavuracaktır.

Enflasyon canavarının dizginlenememesi sıkıntı vericidir.

Nitekim dolardaki yangın sonuçlarını göstermeye başlamış, orta ve dar gelirli vatandaşlarımızın alım gücünü düşürmekle kalmayıp yoksulluğu derinleştirmiştir.

Maaşlar erimekte, ümitler kararmakta, kötümserlik veba gibi yayılmaktadır.

Reel sektörün 200 milyar doları aşan dış borcu giderek katlanmakta, bilançolar kur farkından dolayı zarar yazmaktadır.

Cari açık daha da azacak, bütçe açığı tekrar nüksedecektir.

Bu demektir ki, aş ve iş sorunları patlayacak, dünkü rehavet ve ihmalin bedeline milyonlar katlanacaktır.

İşsizlik resmi olarak yüzde 11,3’e ulaşırken, gerçekte yüzde 20 eşiğine dayanmıştır.

Bu yüzden Başbakan’ın, “size ne dolardan, iner de, çıkar da” sözü yanlış bir açıklama olduğu kadar tamir ve tahsisine gerek vardır.

İnen aslında bellidir.

Refah, huzur, istikrar ve güven inmekte, hatta yerlerde sürünmektedir.

Buna karşılık eşitsizlik, adaletsizlik, gelirsizlik, açlık, yokluk ve yoksulluk rekorlar kırmakta, devamlı yukarılara tırmanmaktadır.

2016 yılı için hedeflenen yüzde 3,2’lik büyümeyle birlikte 2017’de planlanan yüzde 4,4’lük büyüme şimdiden tartışmalı ve uzak bir ihtimal olarak belirginlik kazanmıştır.

2018 ve 2019’da yüzde 5’lik büyüme hedefine nasıl ulaşılacağı cevabı bilinmeyen bir sorudur.

Dolardaki vahim dalgalanma, aynı zamanda Orta Vadeli Program’ın omurgasını çökertmiş, bunun yanında makroekonomik çerçeveyi zayıflatmış ve zedelemiştir.

“Türkiye ekonomisinin temelleri sağlam, herhangi bir tereddüt yok” demekle sorunlar bitmiş olmayacaktır.

Biliyoruz ki, işten artmaz, dişten artar; herkesin tenceresi ise kapalı kaynar.

Ancak dişten artan yoktur, artacağı da yoktur.

Kapalı kaynayan tencerelerin içinde hayal kırıklıkları, güven kayıpları, azalan umutlar, kabaran borçlar vardır.

Milletimiz ekonomik kayıp ve yıkımlardan rahatsız ve şikâyetçidir.

Dövizdeki artış her vatandaşımızı vurmaktadır.

Döviz rezervlerindeki brüt artışlar, para otoritesinin likidite enjektesi milli paramızın değer kaybını engelleyememektedir.

Geçen hafta toplanan Ekonomik Koordinasyon Toplantısı somut bir adım atmamış, dar alanda kısa paslaşmalarla vaziyeti idare etmiştir.

Faizleri aşağı çekerek enflasyonu durdurup büyümeyi kamçılamayı düşünenler yeni bir durum muhasebesi yapmalıdır.

Evdeki hesap çarşıya, daha doğrusu ekonominin doğa ve şartlarına uymamaktadır.

Sonunda Türkiye ekonomisinde yaşanan basınç yüksekliği, siyasi iradeyi olumsuz seçeneklerden birisini tercihle karşı karşıya bırakmıştır.

Bu açıdan 24 Kasım’da toplanacak Para Politikası Kurulu çok şeye gebedir.

Bundan sonra olası ve sınırlı bir faiz artışı bile dövizdeki ilerleyişi durduramayabilecek, durdursa da bu geçici olacaktır.

Türkiye’nin yaşadığı döviz şoku, tersine dönen yabancı sermayede ve bozulan, aleyhimize şekillenen arz-talep dengesinde aranmalıdır.

Ülkemizin güvenli liman olmaktan çıkması, demokrasi ve hukuk cephesinde gözlemlenen çözülmeler ekonominin dönen çarklarına çomak sokmaktadır.

İhtiyacımız olan yeni, yerli ve milli bir ekonomik modeldir.

Türk milletinin geleceği; sıcak para odaklarının insafına, döviz spekülatörlerinin iştahına; faiz ve rant lobisinin icazetine, emek hırsızlarının iradesine bırakılmamalıdır.

Bağımsız ekonomi bağımsız, bağlantısız Türkiye demektir.

Bağımsız maliye güçlü devlet, büyük millet demektir.

Tam tersini savunanlar sömürgeciliğin içimizdeki hafiye ve tutsaklarıdır.

Alın terimizi, milli servet ve kazanımlarımızı ahlak ve insanlıktan nasiplenmemiş, köken ve kimlik endişesi taşımayan bir avuç küresel simsar ve soyguncunun eline bırakamayız, bırakmamalıyız.

Bu konuda hükümet etkili önlem aldıktan, milletimizin hassasiyetlerini gözettikten sonra desteğimiz tamdır.

Çünkü biz krizden medet umacak, hükümet kaybetsin de, nasıl kaybederse kaybetsin anlayışında değiliz, hiç de olmadık.

Böylesi bir zavallılık ve acziyet bize yabancı bir sapma halidir.

Türkiye ekonomisi fırtınaya yakalanırsa bundan hepimiz zarar görürüz.

Türkiye sinsi operasyonlarla saldırıya uğrayıp, 15 Temmuz’un devamı projelendiriliyorsa, biliniz ki, aç kalırız, açıkta yatarız, yine de ekonomik tetikçilere, karanlık sermayedarlara, kriz tellallarına teslim olmayız, düğme iliklemeliyiz.

Bu itibarla ekonomik yenilgimizi gözleyenlere milletçe aynı refleks ve tepkiyi göstermekten başka alternatifimiz yoktur.

Ve bunun yolu da milli ekonominin tesis, temin ve takviyesinden geçmektedir.

Milli bir ekonomi üreten, geliştiren, yatırım ve tüketim ölçülerini rasyonel eşiklerde planlayan, kendi dinamiklerinden güç alıp, milli ve manevi özellikleriyle ayakta duran ekonomidir.

Milli bir ekonomi, FED’e göre açılıp kapanmayan, küreselleşmenin tufanına dayanıklı ve sağlam duran bir yapıdadır.

Zengin kesesini över, züğürt dizini döver anlayış ve kabulü tersine çevrilmeli; artık milletimiz dolu kesesiyle, devletimiz dolgun kasasıyla övünmeli, ekonomik mihnet ve muhtaçlık son bulmalıdır.

Değerli Milletvekilleri,

Ahlaki çürüme, toplumu ayakta tutan değer ve dinamikleri, manevi güvence ve emanetleri tepeden tırnağa tehdit etmektedir.

Allah korkusunun kalmaması, utanma duygusunun rafa kalkması sosyal düzen ve dengeyi bozacak, insanları birbirine düşürerek anarşiyi teşvik edecektir.

Ahlak milli ve manevi varlığımızın teminatıdır. Ve mutlaka korunmalıdır.

Bakınız merhum vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy ne diyordu:

“Oyuncak sanmayın, milli ahlak, milli ruhtur.”

Onun iflâsı en korkunç ölümdür: Tümüyle ölmektir.”

Yine bizlere çok veciz bir şekilde şöyle seslenmişti:

“Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır;

Fazilet duygusu insanlarda Allah korkusundadır.”

Milli onurdan uzak, haysiyet, adalet ve insanlıktan mahrum toplumların yaşaması görülmediği gibi mümkün de değildir.

Türk milleti ahlak kutbu, adalet mihveridir.

Şanlı mazimizin tertemiz sayfaları bunun en canlı kanıtıdır.

Suçlular aklanarak, suçlarına kılıf hazırlanarak ne adalet sağlanacak, ne de milli ahlak müdafaa edilecektir.

Milli iradeyi temsil eden milletvekilleri milletimize tercüman olurken en başta vazgeçemeyeceğimiz ahlak ve adalet kurallarına saygı ve bağlılıkla yükümlü olduklarını hatırlarından çıkarmamalıdır.

Günlerdir cinsel istismar konusunu tartışıyoruz.

Geçtiğimiz Perşembe gece yarısı, bir grup AKP’li milletvekilinin; Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının görüşülmesi esnasında, verdikleri skandal öneriyi o günden bugüne konuşuyoruz.

Bir defa, bu önergenin safında durmak, ısrarla savunmak; çocuklara kıymış ve kast etmiş sapıkları selamlamak, onlarla aynı kümeye girmek demektir.

AKP’li milletvekillerinin vermiş olduğu esef ve endişe verici önergede; “Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın, 16 Kasım 2016 tarihine kadar işlenen cinsel istismar suçundan, mağdurla failin evlenmesi durumunda, ceza açıklanmasının geri bıraktırılmasına, hüküm verilmişse cezanın infazının ertelenmesine karar verilir” denmektedir.

16 Kasım’a kadar cinsel istismarı yap, sonra sıkıyı görünce evlen; bir şey olmasın, bu garabetin tevili yoktur.

Bu önerge milletimizi ayağa kaldırmıştır.

Kadın dernekleri ve benzeri sivil toplum kuruluşları haklı ve yerinde tepkilerini isabetle göstermişlerdir.

Cebir, tehdit, hile veya iradeyi sakatlayan bir başka neden olmadan cinsel istismar suçu, yani, taciz ve tecavüz nasıl gerçekleşecektir?

Hadi gerçekleşti diyelim, Medeni Kanuna göre çocuk sayılan bir evladımızın aklı ve ruhu gasp edilerek istismara uğraması nasıl sıradan ve normal görülecektir?

Adı üstünde, çocuğun rızası olsa ne yazacak, olmasa ne çıkacaktır?

Bu önergeyi veren AKP’li milletvekillerinin hiç mi yüreği sızlamadı? Hiç mi elleri titremedi?

Medeni Kanunun 124’üncü maddesi, erkek veya kadın onyedi yaşını doldurmadıkça evlenemez hükmünü içermektedir.

Ancak, hakimin, olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple onaltı yaşını doldurmuş olanların evlenmesine izin verebileceği de kaydedilmiştir.

Kim aksini söylese de, söz konusu önerge tecavüzcülere af vaat etmektedir.

Meşum önergeyle; sabilere, körpe yavrulara, küçücük bedenlere göz koyan iğrenç yaratıklara can simidi uzatılmaktadır.

Herkes vicdanını yoklasın ve şu sorunun cevabını arasın: Çocuktan gelin mi olur? Cinsel istismar mahkûmlarından mağdur mu çıkar?

Ne felakettir ki, üç bin mağdurdan bahsedilmektedir.

Cinsel istismarın olduğu yerde mağdur kimdir?

Şu anda cezaevinde merak ve heyecanla mezkur önergenin yasalaşmasını bekleyen ve cinsel istismardan hüküm giymiş hangi hatırlı veya sözü geçen kokuşmalara destek verilmektedir?

Çocuk istismarında son on yılda dava sayısı patlama yaşamış ve üç kat artmıştır.

TÜİK’in verilerine göre, yine son 10 yılda, 482 bin 908 kız çocuğu evlendirilmiş, 15-17 yaş arasında bulunan 17 bin 789 kız çocuğu doğum yapmıştır.

Diyeceğim odur ki, ırz düşmanlarını aklama telaş ve amacına hep birlikte engel olmalıyız.

Çocuklarımızın istismarını önlemeliyiz.

Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesine Türkiye taraftır.

Çocukların da bir hakkı olduğunu asla unutmamalıyız.

Bu amaçla, 19 Kasım Dünya Çocuk İstismarını Önleme Günü, 20 Kasım da Dünya Çocuk Hakları günü olarak kabul edilmiştir.

AKP’nin vicdan ve ahlak sahibi hiçbir milletvekili bu önergeye sıcak bakmayacak, destek vermeyecektir.

Aklıselimin galip geleceğine inancım eksiksizdir.

“Kararımızdan dönmeyeceğiz” diyen önerge sahiplerinden birisi olan milletvekilinin de pişmanlık duyacağını ümit ediyorum.

Çocuklara, kadınlara, mazlum ve masumlara şiddet uygulayan, cinsel saldırıda bulunan, hayatlarını karartan zalim ve ahlaksızları değil affetmek, değil işledikleri suçları temizlemek; bunların kafalarına hukukun demir yumruğunu indirmek milli ahlakın gereğidir.

Çocukları gülmeyen bir milletin umutları kırılmış, hayalleri kurumuştur.

Çocuklarımızı soldurmayacağız, onları istismarcılara, tecavüz ve şiddet faillerinin keyfine bırakmayacağız.

Buradan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne çağrıda bulunuyorum:

Ne yapıp yapıp bu önergeyi komisyona almakla yetinmeyin tümden geri çekin, gelin daha fazla anlamsız ve boş tartışmalarla Türkiye’yi boğmayın.

İnanıyorum ki, TBMM’de görev yapan her milletvekili çocukların hak ve hukukunu muhafaza edecek, ülkemin her yavrusunu kendi yavrularından ayrı görmeyecektir.

Helalzade barıştırır, haramzade karıştırır.

Bırakınız haramzadeleri, harama ortaklık yapanları; biz helalden yana duralım, helalle hemhal olalım.

Haramzadeleri ise önce Allah’a, sonra millet vicdanına, daha sonra da adaletin vereceği keskin karara havale edelim.

Muhterem Arkadaşlarım,

AKP’nin anayasa değişiklik taslağının partimize ulaştığını geçen haftaki grup konuşmamda sizlerle paylaşmıştım.

Bize sunulan taslak metin üzerinde yoğun bir mesai sarfederek çalışmalarımızı tamamladık.

Pek tabiidir ki, değişiklik önerileri arasında onayladıklarımız olduğu kadar itiraz edip üzerinde müzakere edilmesinin daha doğru olacağını düşündüğümüz konu başlıkları vardır.

Konuşa konuşa pürüzleri aşacağımızı, fiili tıkanıklığı mutlaka hukuki müdahaleyle açacağımızı düşünüyoruz.

Kaldı ki, Türkiye’nin ağırlaşan iç ve dış sorunlarını dikkate aldığımızda, çok fazla seçeneğimizin olmadığını da görüyoruz.

Partimizi temsilen görevlendirdiğimiz bir arkadaşımızın AKP’li muhatabıyla müzakere safhasına geçerek, belirlenen tespit ve önerilerimiz ışığında, metin üzerinde değerlendirme yapıp bir orta yol bulunacağına inanıyoruz.

Öncelikle anayasa değişikliğini dar kapsamlı ve asgari düzeyde tutmanın yararlı olacağı kanaatindeyiz.

AKP’nin de bu görüşte olduğunu görüyor, bundan da memnuniyet duyuyoruz.

Merdiven usulüyle basamakları yavaş yavaş, hazmede hazmede çıkarak Türkiye’yi çok önemli ve ertelenmesi artık imkansız olan bir meselesinden kurtarabiliriz.

AKP’nin değişiklik önerilerini genel olarak makul buluyoruz.

Konuşa konuşa yokuşları aşacağız, tartışıp her bir maddeyi titizlikle müzakere ederek mutabakata inşallah varacağız.

Daha doğrusu varmak zorundayız.

Milliyetçi Hareket Partisi milletinin sesini duymaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisi önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben anlayışıyla hareket etmektedir.

Müfteri koalisyonun ne dediği önemsiz ve beyhudedir.

Biz millet ne diyor ona bakarız, aziz dava arkadaşlarım neyi istiyor ona odaklanırız.

Bunun dışında sinek vızıltıları bizi rahatsız etmez.

Gürültü kirliliği, yapay engellemeler, ayağımızdan çekiştirmeler bizi yolumuzdan çeviremez, irademizden döndüremez.

Çünkü biz sabah başka, akşam başka olanlardan değiliz.

Çünkü biz bir öyle, bir böyle duruş sergileyenlere hiç benzemeyiz.

Ne diyorsak yaparız, yaptığımızı da Bozkurt gibi savunuruz.

Tam bir inançla ifade etmeliyim ki, Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerinin gıybet ve dedikoduya çakılmaları öncelikle kendileri adına talihsizliktir.

Ve de bize yönelik savurdukları kötü sözler, ucube benzetmeler, mesnetsiz iddialar sahiplerine aynen dönecektir.

Ne tuhaftır ki, Sayın Kılıçdaroğlu, kavga istediğimizi, tuzağa düşmeyeceğini söylüyor.

Sanıyorum, bir bildiği olsa gerektir.

Bildiğini ispatlaması da en acil arzumuzdur.

Sayın Kılıçdaroğlu bizi tanımıyor, tanımak da istemiyor. Bu doğaldır.

Doğal olmayan, konuşmanın ve uzlaşmanın erdemine inanmış 47 yıllık bir hareketi kendi gibi görme hatasıdır.

Sayın Kılıçdaroğlu şunu hatırdan çıkarmasın ki, kavga gibi bir arayışımız yoktur, eğer olursa kendileri bizim klasman ve ligimizde zaten değildir.

Sakal bıyığa denk olmayınca berber ne yapsın, söz eylemi doğrulamayınca adam neylesin?

CHP vatanı böldürmeyeceğiz diyor. Kendilerini alkışlıyor, Allah tamamına erdirsin temennisinde bulunuyoruz.

Biz CHP’nin Adana’ya gideceğini sanıyorduk, baktık ki, yollarını şaşırmışlar, rotadan çıkmışlar, İstanbul Kartal’a çıkarma yapmışlardır.

Üstelik bölücülerle aynı kareye girmişler, ortak mitingde buluşmuşlardır.

HDP, DHKP-C ve çok sayıda bölücü emeli olan grup ve oluşumlarla yan yana, sırt sırta veren CHP’yi Adana’da beklerken, Kartal’da görmek bir yol kazası, pusula yanlışı, yön karmaşası değildir.

CHP; Adana bahane, Kartal şahane dedi, HDP-PKK’yla suçüstü basıldı.

Birleşik Haziran Hareketi paravanı altında, Mustafa Kemal’in emanetleri terörist hayranlarına, bölücü hainlere, Türkiye düşmanı çevrelere rehin bırakıldı.

Sonunda kader ağlarını ördü ve CHP düşe kalka, ine çıka PKK’nın bagajı haline geldi.

Malum ön teker nereye giderse, arkadaki oraya yönelecektir.

Bize göre bunun adı rezilliktir.

CHP’li yöneticiler, vatanı böldürmeyeceğiz sözünü Adana’ya saklamasınlar, ya birbirilerinin yüzüne söylesinler ya da cesaretleri varsa HDP’li kardeşlerine haykırsınlar.

Anladığımız kadarıyla HDP, CHP’nin içine kaçmıştır.

CHP’deki PKK kalıntıları, bünyeyi ele geçirmeye başlamışlardır.

HDP barajı geçsin pilav dağıtacağım diyenlerle, her CHP’li aileden HDP’ye oy verildiğini söyleyenler bellidir.

PKK’lılara cici çocuk muamelesi yapan sicili bozuklar da ortadadır.

Hepsi birden CHP’ye yuvalanmış, İmralı canisinin avukatları köşe başlarını tutmuşlardır.

Atatürk yerinden kalkıp bunların halini görse ya tekrar yatar ya da bunların alayını birden İzmir’e kadar kovalardı.

Vatanı böldürmeyeceğiz demek kolaydır.

Ama buna imanla, aşkla, sevdayla, mertçe bağlanmak şer kişinin değil, er kişinin harcıdır.

Öyle ya, “Adam hacı mı olur ulaşmakla Mekke’ye, eşek derviş mi olur taş çekmekle tekkeye?” Bize göre mesele budur.

CHP’nin, MHP’yle uğraşmak yerine Türkiye’nin sorunlarına çözüm üretmesi, sıktığı ellerin şehit kanı taşıdığını görmesi en halisane talep ve temennimdir.

Şehit albümü hazırlayacaklarmış, ama şehitlerimizin katilleriyle aynı ipte cambazlık yapmaktan, aynı kervana girmekten utanmıyorlar, sıkılmıyorlar.

Ne demiş atalarımız, “Oğlan atadan öğrenir sofra açmayı, kız anadan öğrenir biçki biçmeyi” CHP’ye soruyorum, ya siz nereden öğrendiniz HDP’yle birlikteliği?

Sayın Kılıçdaroğlu, Adana; yiğit ve yağız hemşerilerimin kahramanlık kokan nefesleriyle maluldür. Siz bölücülerle böldürmeyeceğiz diyerek dökme suyla değirmen döndürürken, onlar ezelden bu görüşte, sonuna kadar bu karardadır.

Nitekim, gafile kelam, nafile kelamdır.

Sözlerime son verirken muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi Allah’tan niyaz ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.