Son günlerde, "güzel ve yalnız ülkemde" cereyan eden hadiselere baktığımda, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerini yeniden bir gözden geçirmenin daha da gerekli olduğu kanısına varıyorum.

Hiç şüphesiz ki bu cümle ile birlikte, derme çatma bir tarih bilgisi olan herkes Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet, 19. yüzyılda ortaya çıkan fikir akımları, Balkan Savaşları, 31 Mart Vakası ya da Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in asılması gibi birçok olayı aklına getirecektir. Evet, bu akla getirmeler-gelmeler doğaldır ve beyin-yürek ikilisi Türk Milleti hassasiyeti için çalışan her Türk bireyinin bu dönemlerin siyasi-sosyolojik çıkarımları, milli menfaat anlamında bir kazanımdır.

Söz konusu olan bu 19. ve 20. yüzyılın hemen öncesinde yaşanmış bir hadise ve kahramanı(!) yazımızın esas konusu; Paris Büyükelçimiz Seyyit Ali Efendi'nin Paris Günleri. Biraz sonra anlatacağımız hadise bir sonuç mudur, yoksa Osmanlı'yı yıkılışa götüren bir süreç midir? Buna siz karar verin.

Osmanlı Devleti, 3.Selim dönemine kadar hiçbir ülkede büyükelçilik açmamıştır. Biliyor musunuz ki; yükselme devrinde Osmanlı Devleti, muhatabı olan devletlerle anlaşma imzalamaz, sadece tek taraflı olarak imzaladığı bir belgeyi muhataplarına verirdi...

Yani kimseyi kendine "emsal" kabul etmezdi.

Osmanlı'nın Avrupa ülkelerinin birine sürekli olarak tayin ettiği ilk "sefir-i kebir=büyükelçi" Seyyid Ali Efendi'dir. Ali Efendi, Sultan Üçüncü Selim döneminde Paris'e atanmış, 24 Mart 1797 tarihinde Marsilya'ya ulaşmış, Marsilya'da top atışlarıyla karşılanmıştır. Aslen Moralı olan Seyit Ali Efendi, iyi "Rumca" bilir, biraz da Fransızca. Her çeşit eğlence yerinde hoşça vakit geçiren Moralı Seyit Ali Efendi, her gittiği yerde büyük ilgiyle karşılanır. Seyit Ali Efendi'ye tahsis edilen köşkün muhitinde evler inanılmaz pahalanmıştı. Gittiği her yerde ücretler artırılıyordu, niye; Moralı Seyit Ali buradan alışveriş yaptı diye. Fransız kadınları, lüks mekanlar, balolar, geziler, merasimler derken Seyit Ali Efendi neden Paris'te olduğunu çoktan unutmuştu. Bu dönmede Fransa'da Napolyon rüzgârı esiyordu. Fransa bu dönemde ilk kez Osmanlı ile komşu olmuştu. Bu durum Osmanlı için de bir tehlikeydi artık. Napolyon'un Osmanlı'ya saldırması endişesi yaşanırken Seyit Ali Efendi, Paris'teki eğlenceli yaşantısına devam ediyordu. Hatta 1798'te "İtalya Fatihi" (Napolyon, İtalya'yı aldıktan sonra Fransa, Osmanlıya komşu oldu) Napolyon'un şerefine verilen ziyafette de yerini almış ve Napolyon ile kol kola bir akşam geçirmesini büyük bir siyasi başarı olarak düşünmüştür. Hemen akabinde Fransız Meclisinde, Mısır'ın bir Fransa sömürgesi olabilirliği konuşuluyordu.

Fransa, Mısır'ı işgal için gemilerini saldığında, İstanbul, Seyit Ali Efendiden bilgi istemiştir. Napolyon ile "dostluğuna"(?) güveninden olsa gerektir, Seyit Ali Efendi, İstanbul'a gönderdiği cevapta, Fransızların asla Osmanlı topraklarına saldırmayacağına olan inancını belirtmiş, seferin Sicilya ya da İngiltere'ye yönelik olduğunu söylemiştir. Bu sırada bütün Avrupa seferin niçin ve nereye olduğunu biliyordu hatta Rusya, İstanbul'u defalarca uyarmıştı. Üstelik İstanbul'a, Rusya'nın arabozucu olduğundan bahsediyordu. Kısa bir süre sonra Fransız donanması Malta'yı ele geçirdi. Seyyid Ali Efendi'den cevap;

"herkese memnuniyet veren bir gelişme"

Sonra Mısır'a yönelen Fransız donanması ile alakalı haberler gazetelere çıkmaya başladı ve Seyyid Ali Efendi bu haberlere çok öfkelendi. Fransız bürokrasisindeki dostları aracılığı ile bu gazetelerin haberlerini yalanlatma girişimlerinde bulundu. Hatta ciddi bir Fransız gazetesi de bu yalanlamayı yaptı. Hatta Osmanlı-Fransız dostluğu gazetede iyiden iyiye işlenmeye başlanmıştı. Rusya'ya karşı ortak hareket Bab-ı Ali'ye bu gazete vasıtasıyla teklif edilmişti. Bu gazete haberleri vs. 20-30 Temmuz 1798 tarihleri arasında olmuştu. Fakat 1 Temmuz 1798'te Napolyon İskenderiye'ye ayak basmıştı. Sonrasında da Kahire'deydi. Bizim Seyyid Ali Efendi ise hâla padişaha Fransızların dostluk mesajlarını çekiyordu. Netice de Napolyon'un Mısır'ı işgalini en son Seyyid Ali Efendi duydu (Eylül ortalarında duyduğu anlatılır).

Bence Osmanlıyı yıkılışa götüren süreç buydu. Fakat bu süreç de bir sonuçtur. Neyin sonucu olduğunu bilmiyorsanız bile bugünlere bakmanız yeterli; tarih bir tekerrürün daha arefesinde. Yıkılmış, zedelenmiş, tahrip edilmiş kurum, kuruluş ve sistematiğin sonucu Moralı Seyyid Ali Efendi'dir. Yaşasaydı belki de bugün hâla Fransızların dostluk mesajlarını padişaha rapor olarak çekiyor olacaktı. Padişah bu mesajların birinin altına derkenar düşmüş;

"ne eşek herifmiş".

Peki sizce Moralı Seyyid Ali Efendi neyin ve hangi ruhun, güruhun temsilcisi. Ya da 21. yüzyıl Türkiyesi'nde en büyük, en babacan dostu kim olurdu.

- - - - - - -