(yazının kaleme alındığı saatlerde hicaz dinliyordum)Bir adam tanıdım geçmiş vakit. Yaşlı, vakur, aksaklığı memleket sevdasındanmış. Şerefi olan memleketi için bir şeylerini verirmiş muhakkak, hayatını, kolunu, gençliğini, ömrünü, evladını. Onun zamanında kaybetmişiz bazı hudutlarımızı ki o hatlar yani sınırlar yüzünden okunmakta Osman dedenin, alnındaki çizgilerden.

Alnındaki çizgiler, kaybettiğimiz topraklardan sonraki haritaları hatırlatıyorken ve esmer yanları nur dolu her Anadolu genci gibi bakışlarındaki ateş "karıncaya rahmet olan ateş" hissini verirken "gözlerimde karıncanın taşıdığı suyla" ona sordum;

Osman dede yaş kaç oldu?
93 evlat.
Maşallah, memleket neresiydi senin?
Aslen Halep.
Halep mi?
Evet, el oldu şimdi oralar. Yaban anlayacağın.
Öyle ya yabancıyız şimdi oralara.
Neylersin, bir adım ama gurbet oldu işte.
Kaç kardeştiniz?
İki erkek, dört kız.
Kardeşlerin sağ mı?
Değil. Biri şehit, üçü şehit karısı.
Şehit olan senden büyük müydü?
Evet, en son haberini aldığımda Azerbaycan illerindeydi. Sonra asker forması geldi anama.
Babanız neredeydi o yıllarda?
Razgrad diye şimdi Bulgar toprağı olan bir yerde askerliğini yapmaktayken esir düşmüş. Sonra haber almadık daha.
Peki, sen nerede yaptın askerliğini?
Benimki pek askerlik sayılmaz?
Nasıl yani?
Sekiz yıl evlat, Bağdat, Yemen sonra Hicaz.
Hicaz öyle mi?
Evet, kelamı dahi efkâr, hüzün.
Osman dede şimdi her yer caz.
Caz ne ola evlat?
Bir "güzel he" si olmayan diyelim dede.
Osman dede belki tam anlamadı belki ne dediğimi ama damarları Fırat gibi kabarmış elini titreyen dizine vurduğunda çekiç ile örsün buluşmasına haset düşürmüştü "ah"ı.
Tüm geçmişlerimize rahmet olsun dede, dedim.
Âmin evlat âmin de sana bir sualim olacak.
Buyur dede, dedim.
Sen fakülte talebesisin galiba.
Evet dede.
Şimdi bak, benim babamın, onun babasının, benim, evladımın askerlik yaptığı hiçbir yer şuan vatanımız sınırlarında değil. Torunlarım askerlik yaptığı yerde terör belası varmış. Ben bu fitneyi bir asırdır bilirim. Dedemden bu yana alırsam daha da çok. Bizim bu "yitik sevdalarımız" silsilesine torunlar da bir halka olmaz değil mi?
Dede geçmişle benzerlik görüyor musun bugünün Türkiye'sinde, diye sorarak zaman kazandım belki de.
Sen fakülte talebesisin evlat, sen söyle, dedi.
Benim işim var dede, dedim, neye ve niçin sinirlendiğimi bilmeden ama bir hoyrat kalkış oldu benimki. Elini öptüm, elimdeki gazeteyi ona bırakırken gazetenin manşeti dikkatimi çekti;
"Türk Milleti Son Sözünü Daha Söylemedi".

Sonra yürüdüm Beşevler'e doğru.

Osman dedeyi şimdi görsem (tabi hayattaysa) aynı soruyu sorar mıydı ya da suale ne hacet?

Biraz önce hükümet partisinin bir pankartını gördüm;

"sevdamız Türkiye"

Benim manşetim acı bir nefesle çıktı ağzımdan;

"bizim ne sevdalarımız oldu, gül gül öldük"

Okumayın demiştim ama neyse "hicaz" makamının cilvesi.

Selametle.