Koşullanma deneyleri hepimizce malumdur. Önce ihtiyaç hali oluşturulur sonra da ihtiyacın karşılanması ile istenilen davranış ortaya çıkmış olur. İhtiyacın karşılanması sürecinde de kullanılan bir ses ya da görüntü vardır ki o da ihtiyaç ilerleyen süreçte karşılanmasa bile davranışın refleks olarak ortaya çıkmasını sağlar. (Bu deneyleri burada yazmak istemiyorum, teşbihte hata olmasın diye.)

Mevcut hükümetin idaresinde geçen 6 senede görülen o ki geniş bir "muhtaç toplumu" ortaya çıkmıştır, çıkarılmıştır. Yapılan yardımlar ile övünen iktidar, aslında bir muhtaç toplumun olduğunu da ifşa etmektedir. Bu yardımların artması ile bu muhtaçlığın artma oranı aynı anlamı taşımaktadır. Bu geçen 6 senede Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Teşvik Fonu'ndan 10 milyar YTL'ye yakın yardım yapıldığı ortaya çıkmıştır. Fonun verileri, yaklaşık 8 milyon kişinin her yıl düzenli olarak devletten yardım alarak geçindiğini gösteriyor.

Devlet Bakanı Hayati Yazıcı'nın meclisteki konuşmasında ortaya koyduğu verilere baktığımızda durumu daha net görebiliyoruz. Hükümetin iktidara geldiği 2003 başından 2007'ye kadar, Sosyal Yardımlaşma Fonu'ndan 6.1 milyar YTL yardım yapıldığını açıkladı. Bu oran zannımızca bugün 8 milyar YTL'yi bulmuştur. Tabiî ki buna kontrollerindeki yardım(?) derneklerinin katkısı dâhil değildir. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre, 2003'te 10 milyon 76 bin 775, 2004'te 7 milyon 244 bin 573, 2005'te 7 milyon 429 bin 443, 2006'da 7 milyon 420 bin 527, 2007'de de 7 milyon 516 bin 842 kişiye sosyal yardım yapıldı.

Diyarbakır, İstanbul ve Ankara'dan sonra en fazla yardım alan üçüncü il oldu. Diyarbakır'a son dört yılda aklımda yanlış kalmadıysa 90 milyon YTL'ye yakın yardım yapıldı. Diyarbakır'daki işsizlik sorunu ülkemizin diğer illerinde de olduğu gibi her geçen gün daha katlanmaktayken, Türk toplumunu "yan gelip yatanlar" kalitesizliğine düşürmek ve bu kitleden "oy" almak, dilimize "vay Türkiyem vay" cümlesini her geçen gün daha da yerleştiriyor.

Geniş halk yığınlarını ( muhtaç toplum dediğimiz kitle) kontrol altında tutmak ve 'terbiye' etmenin bir aracı olarak kullanılan yoksulluk, iktidarın devamını sağlaması projesinin önemli bir aracı durumuna gelmiştir. Buna yolsuzluğu da eklersek "say Türkiyem say" cümlesi dilimizin ucuna geliyor.

Türk toplumunun bin bir ümit ve (birazda genetiğinde olan) deneme yanılma yöntemiyle iktidara getirdiği mevcut iktidarın varlığı, yoksulluğa bağlı ise "oy Türkiyem oy".

Muhtaçlık bu noktada eğer koşullanma deneylerini aratan bir hâl almışsa, istikrardan anlayacağımız sürekli bir zil sesidir dersek yanlış söylemiş olmayız (teşbihte hata olmasın).

Şu noktayı da belirtmekte fayda var, biz yardım yapılmasına falan karşı değiliz tabi ki de. Cenab-ı Hak hiçbir dünyalık karşılık beklemeden sofrasındaki helal kazancını ihtiyaç sahibi olanlar ile paylaşandan ebeden razı olsun. Mesele yardım bekleyen insanların yani "muhtaç toplumun" nüfus içerisindeki oranının artmasıdır. Siyasi varlığın bu yokluğa ve muhtaçlığa bağlanmasından şikâyetçiyiz. Üniversite mezunlarının yeşil kartlı olması, kömür ocaklarına başvuru yapanların ciddi bir kısmının üniversite mezunu olması, ülkenin genç nüfusunun bir şekilde hâla enerjiye dönüştürülememesi ve toplumu ihtiyaçlar hiyerarşisi ile baş başa bırakıp yardım paketlerine mahkûm etmenin vicdan ve gelenek ile izah edilebilir hiçbir tarafı yoktur. Bu olsa olsa acımasız bir akıldır.

Saygılarımla...