Günlerdir düşünüyorum… ‘Ne de olsa meslek büyüklerimiz… Kırmadan dökmeden nasıl yazarız’ diye aklımda evirip çeviriyorum. Aslında bakmayın meslekte 26’ncı yılına girmiş, iki yıl önce sürekli sarı basın kartı almış bir gazeteci olarak bir iki söz söylemek de elbette hakkımızdır. Yine de büyüklere saygı diyoruz… “Dilin kemiği yoktur” deyip hisleri bir kenara bırakmamaya çalışıyoruz…

Tüm bunları düşünürken dün Haber Türk Gazetesi’nin kapanacağı haberi geldi… İçim nasıl cız etti anlatamam… Yüzlerce meslektaş yine işsiz… Birçoğu iş bulamayacak… Emekli maaşı olanlar düşünün ki şanslı sayılacak. Çok değil beş sene bile olmadı, aynısını biz yaşadık. Gerçekten hem mesleğim adına hem de arkadaşlarım adına çok üzgünüm. Medyanın içine düştüğü bu acımasız, şanssız dönem tabii ki çok tartışılacaktır… Ama şimdilik sadece hepsine geçmiş olsun diyorum.

Aslında girişte söz ettiğim gibi çıkış noktam tam da burasıydı: Biliyorsunuz,  MHP Lideri Devlet Bahçeli seçim sonrası gazetelere bir ilan verince kıyamet koptu. Yok efendim “Hedef gösteriyor”, yok şu yok bu… Doğru! Sen bir siyasi partiye yüzde iki üç derken, günlerce bunu yazarken sonsuz ‘Özgürlüğün’ (!) var! Atıp tutarken, hakarette sınır tanımazken ‘Demokratiksin’(!) Şaşı tahminlerinle yanılttığın ve belki de yüzbinlerce oy kaybına uğrattığın bir Partinin ve Genel Başkanın ise cevap verme hakkı yok… Öyle mi yani! ‘Yanıldık pardon’ der geçersin… Oh ne güzel!   Ama işin burasını da şimdilik tartışmayacağım.

Ancak bildiri yayınlayanlar arasında bir meslek örgütümüzün de imzasını gördüm… O zaman kusura bakmayın. Hiçbir siyasi vurgu yapmadan sadece işsiz kalmış bir Ankara gazetecisi olarak -en azından Başkentle ilgili- kısa bazı soruları sorma hakkını kendimde buluyorum:

Özellikle son on yılda gazetelerin Ankara muhabirlerinin sayısını kaçtan kaça düşmüştür? Bir zamanlar 30 muhabir çalıştıran ancak bugün 3 muhabirle tüm Ankara’yı izlemek zorunda kalan gazete ve televizyon büroları hangileridir?

Bu kurumlara bir defa ziyarette bulundunuz mu? Meslektaşlarınızla ilgili bir rapor vs hazırladınız mı?

Koskoca gazetelerin büroları kapanırken en azından bir “Geçmiş olsun” telefonu açacağınız gazeteci arkadaşlarımızın kaçını aradınız? Yoksa eliniz telefona gitmedi mi?

Kaç parlamento muhabiri –Benim de aralarında bulunduğum- bugün danışman olarak çalışıyor?

Kaç arkadaşımız meslek dışında kalmıştır, nerelerde hangi şartlarda çalışmaktadır?

TBMM’nin kapısından girip Basın Koridorunun içler acısı halini bir defa gördünüz mü?

Bazı ‘Gazetecilerin’ çocukları için genel merkezinizin kapılarını ‘düğün salonu’ olarak açarken diğerlerinin çocukları ile ilgili ne tür girişimlerde bulundunuz?

Kaç genç gazeteciyi son beş yılda üye kabul ettiniz? Kaçını geri çevirdiniz?

Mesleğin bu içler acısı halini hangi Devlet yetkilisiyle görüştünüz, hangi meslek kuruluşlarına ‘Birlik olalım çözüm bulalım’ çağrısı yaptınız?

Bitmek bilmez ama kesiyorum…

Doğrudur, gazetecilik doğası gereği birlik-beraberliğe çok yatkın bir meslek değildir.  Doğrudur, değişmesi de şimdilik pek mümkün görünmüyor. Ancak; her şeye rağmen biz, gazetelerde çıkan ‘İmzamız‘ için savaşan, onun namusu için uğraşan, büyük kavgalar veren bir sektörün de temsilcileriyiz… Haberlerimiz kutu gibi girse de imzamız onurumuzdur!

Oysa şimdi gazeteci, imzasının çıkacağı gazete bulamazken, sorunlarına bu kadar duyarsız cemiyetler hangi özgürlükten söz edebilir, hangi siyasi tartışmaya girme hakkı vardır veya hangi imzayı onlar adına atabilir!

Meslek örgütlerinin ilk önceliği üyelerinin işlerini kaybetmesini önlemek için, çalışma şartlarını düzeltmek için savaşmak vermek değil de nedir?

Özetle: Her şeyden ama her şeyden önce gazeteciler gazetecilik yapmaya başlayıncaya kadar tüm bu imzalar ‘Yok hükmündedir”