Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, 15 Temmuz günü yaşanan darbe girişimiyle ilgili "Türkiye'nin 40 yıl geçse dahi bitmeyecek iç çatışmalar ve kardeş kavgaları içinde Cumhuriyetin getirdiği tüm birikimlerin yok olması sonucunu doğurabilecek bir eylemdir. Bu bir darbe değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmesini, yok edilmesini, Afrika ve Ortadoğu'nun bazı küçük devletlerinde örnekleri görüldüğü üzere her gün onlarca kişinin öldüğü bir can pazarına dönüştürülmesini amaçlayan bir saldırıdır. Devlet ve millet olarak bu saldırıyı çok iyi tahlil edemezsek, içerden veya dışarıdan hangi kaynaktan gelirse gelsin bu hain örgütün tüm destekçilerini etkisiz hale getiremezsek, gelecekte de benzer saldırılarla yüzleşmek zorunda kalabiliriz" dedi.

"EVRENSEL İLKELERİN UYGULANMASI KONUSUNDA YARGITAY'A BÜYÜK SORUMLULUK DÜŞMEKTEDİR"

Yargıtay Başkanı Cirit, Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi'nde düzenlenen 2016-2017 adli yıl açılış töreninde konuştu. Hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı gibi ilkelerin uygulanması konusunda Yargıtay'a büyük sorumluluk düştüğünü vurgulayan Cirit, "2016-2017 Adli Yılını, ülkemize, milletimize ve tüm insanlığa adalet, huzur, barış, sağlık ve mutluluk getirmesi dileğiyle açıyorum. Geçmiş yıllarda kaybettiğimiz fedakâr meslektaşlarımızı, hain terör saldırıları sonucunda yaşamını yitiren yargı şehitlerimizi, güvenlik güçlerimizi, vatandaşlarımızı ve 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen hain saldırılarda yaşamını yitiren demokrasi şehitlerimizi saygı ve rahmet ile anıyorum. Emeklilik ya da diğer sebeplerle aramızdan ayrılan çok kıymetli meslektaşlarımıza bundan sonraki yaşamlarında sağlık ve esenlikler diliyorum. Türk yargısına yapmış oldukları hizmet ve katkılar daima hatırlanacaktır. Bu nedenle kendilerine teşekkür ediyorum. Milletimizin 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyor, Türkiye Cumhuriyetini kuran ve bizlere emanet eden Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile aziz şehitlerimizi şükran ve minnet duygularımla anıyorum. Yüksek bilgilerinizde olduğu üzere, adli yılın başlangıcında yapılan bu tören, Yargıtay'a özgü bir seremoni olmayıp, ülkemiz için adli yılın açılmasını ifade etmektedir. Bu özel ve anlamlı günün konuşmasını yapmanın heyecan ve mutluluğunu bir arada yaşıyorum. Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı gibi evrensel ilkelerin, gerçek anlam ve içerikleri ile uygulanması konusunda Yargıtay'a büyük sorumluluk düşmektedir. Adli yıl açılış konuşmaları; demokrasi, özgürlük, adalet, insan hakları, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı gibi evrensel ilkelerin vurgulandığı, başta ağır iş yükü olmak üzere yargının sorunlarının dile getirildiği bir platform olmuştur" ifadelerini kullandı.

"DARBE GİRİŞİMİ TÜRK YARGISINDA SARSINTI MEYDANA GETİRMİŞTİR"

15 Temmuz günü yaşanan darbe girişiminin, devletin tüm kurumlarında olduğu gibi Türk yargısında da sarsıntı meydana getirdiğini vurgulayan Cirit, "Geçen yılki konuşmamda, Türk yargısının iyi bir durumda olmadığını belirttikten sonra, gelecek yıl için '...Ülkemiz açısından sorunlu alanlardan doğan risklerin büyük ölçüde kontrol altına alındığını ve daha iyi bir adalet sistemine doğru hızla ilerlediğimizi..' ifade etme arzusunda olduğumu belirtmiştim. Geçen yıldan bugüne kadar hem Yargıtay'da hem de Türk yargı sisteminde çok önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Bölge Adliye Mahkemeleri 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete geçmiş, böylelikle üç dereceli yargı sistemi oluşturulmuş, yargının daha iyi işleyişinin temini için alternatif çözüm yöntemleri hususunda önemli ilerlemeler kaydedilmiş, Yargıtay'ın tüm kararları kamuoyu erişimine açılmıştır. Bununla birlikte hepimizin bildiği üzere olumsuz gelişmeler de yaşanmış, 15 Temmuz 2016 tarihinde vuku bulan darbe girişimi devletin tüm kurumlarında olduğu gibi Türk yargısında da sarsıntı meydana getirmiştir. Bütün bunlara rağmen daha iyi işleyen bir adalet sistemine doğru güvenle, umutla ve emin adımlarla ilerleyebileceğimizi, kişisel ve kurumsal anlamda her türlü fedakârlığı yapacağımızı, mazeret üretmeyerek daha çok çalışacağımızı, Türk halkının güvenine layık olacağımızı söylemek istiyorum. Kurulduğu 6 Mart 1868 tarihinden beri 148 yıldır Türk Milleti adına yargılama yapan Yargıtay'ımız, Ülkesine fedakârca hizmet etmenin haklı gururunu yaşamaktadır. Günümüze kadar pek çok üstün yetenekli, seçkin, adil ve fazilet timsali hukukçular Yargıtay'da görev üstlenmişler, Türk Hukuku'nun oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Adalet bayrağının onurla ve vakarla taşınmasında hepsinin payları ve övgüye değer hizmetleri vardır" diye konuştu.

"DEMOKRASİMİZİN ÖNÜNDEKİ EN ÖNEMLİ ENGELLERDEN BİRİ TERÖRDÜR"

Son dönemde yaşanan terör olaylarına değinen Yargıtay Başkanı Cirit, şöyle konuştu: "Devlet ve toplum olarak sorunlarımızı çözebilmemiz için insan sevgisi ve hoşgörüye dayalı tarihsel mirasımız üzerinde demokratik değerleri yükseltmemiz ve uzlaşı kültürümüzü geliştirmemiz gerekir. Mevlana Hazretlerinin belirttiği gibi, 'Her birimiz tek kanatlı melekleriz. Bizler, ancak birbirimizi kucaklayarak uçabiliriz'. Birbirimizi daha iyi dinlememiz, daha çok bir araya gelmemiz, en azından çoğu teknik düzeyde olan pek çok sorunun kolaylıkla halledilmesini mümkün kılacak ve sorun çözme kapasitemizi geliştirecektir. Teknik düzeydeki adalet sorunlarının çözümü, günümüzde en çok ihtiyaç duyulan uzlaşı kültürünün oluşmasına ve demokrasimizin de gelişmesine katkı sağlayacaktır. 15 Temmuz 2016 darbe kalkışmasından sonra toplum olarak sergilediğimiz birlik ve beraberlik, hem devletimizin geleceği açısından hem de sorunlarımızı çözme kapasitesi açısından geleceğe yönelik inancımızı ve güvenimizi pekiştirmiştir. Demokrasimizin önündeki en önemli engellerden biri terördür. Terör, öncelikle insanların en temel hakkı olan yaşama hakkını tehdit etmektedir. Öneminden dolayı yaşama hakkı, uluslararası bildirge ve sözleşmelerde öncelikle yer almış ve bu hakkın korunması öngörülmüştür. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 3. maddesinde 'yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır' denilmektedir. Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 6. maddesinde 'Her insanın doğuştan gelen yaşama hakkı vardır. Bu hak yasalarla korunacaktır. Hiç kimsenin yaşamı keyfi olarak elinden alınamaz' hükmüne yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. maddesindeki 'Herkesin yaşama hakkı kanunla korunur.' düzenlemesi ile yaşama hakkının korunmasının önemine vurgu yapılmıştır. Ülkemizde ve dünyada sürmekte olan terör olgusu, insan hakları ve demokrasiler için tehdit oluşturmaktadır. Doğrudan insanı hedef alan terör, yaşama hakkını ortadan kaldırmaktadır. Bir insanlık suçu olan teröre karşı bireylerin, kurumların ve tüm devletlerin birlikte mücadele etmeleri bir zorunluluktur. Bugün bazı devletlerin çıkarları için doğrudan veya dolaylı olarak teröre destek verdikleri bilinen bir olgudur. Terör örgütlerinin kullandıkları araç, gereç, silah ve mühimmatın devletlerin tekel ve denetiminde olduğu saklanamaz bir gerçektir. Terörle mücadelede bütün devletlere görev düşmekte olup, devletler özellikle silah ve mühimmatın terör örgütlerinin eline geçmesini önleyici tedbirleri almak zorundadırlar. Bu önlemleri almamak, teröre açıkça destek vermekle eşdeğerdir. Ancak teröre destek veren ülkeler bu silahların bir gün kendilerine çevrilebileceğini bilmelidirler. Bugün terörün acısını derinden yaşayan ülkemiz, bunun üstesinden gelecek güce fazlası ile sahiptir. Sabırlı ve hoşgörülü Türk Milletinin sabrının bir sınırı olduğu da unutulmamalıdır. Teröre doğrudan ve dolaylı destek veren ülkelerin uluslararası sözleşmelere ve uluslararası hukuka uygun davranmalarını bekliyoruz"

"TERÖRÜ BİTİRMEK İÇİN HERKES GÖREVİNİ EKSİKSİZ YERİNE GETİRMELİ"

Terör saldırılarına yoğun şekilde maruz kalan bölgelerde halkın teröre karşı duruşunu takdir eden Cirit, "Ülkemizde bölücü terör, dış destekli olarak varlığını sürdürmekte olup, teröre karşı mücadele, ülkemizin en doğal ve meşru hakkıdır. Hukuk devleti olarak terörle mücadelenin zorluğu bilinmektedir. Devletimiz hukuk kurallarından vazgeçmeden terörle mücadeleyi sürdürmektedir ve sürdürecektir. Silahlı kuvvetlerimiz ile güvenlik güçlerimiz terörle mücadelede, canları pahasına üstün çaba ve gayret göstermektedirler. Ancak bu konuda diğer kuruluşlarımıza ve yurttaşlarımıza da görev düşmektedir. Yoğun şekilde bölücü terör örgütünün saldırılarına maruz kalan bölge halkının teröre karşı duruşunu takdirle karşılıyorum. Daha güzel bir dünyada ve ülkede yaşamak istiyorsak; terörü bitirmek için, herkes görevini eksiksiz yerine getirmelidir" dedi.

"ÖRGÜTÜN DESTEKÇİLERİNİ ETKİSİZ HALE GETİREMEZSEK BENZER SALDIRILARLA YÜZLEŞMEK ZORUNDA KALABİLİRİZ"

Darbe girişimini kınayan Yargıtay Başkanı Cirit, "15 Temmuz 2016 tarihinde, milli birlik ve bütünlüğümüze, demokrasimize, insan haklarına, hukuk devletine, insanı insan yapan tüm evrensel ve ortak değerlere yönelik olarak FETÖ/PDY terör örgütü tarafından gerçekleştirilen hain saldırıyı kınıyorum. Bu saldırı, sadece ülkenin yönetimini ele geçirmeye yönelik bir darbe olarak nitelendirilemez. 15 Temmuz 2016 tarihinde vuku bulan eylem, polisin polisle, askerin askerle ve askerin polis ve vatandaşla sonu gelmeyen bir çatışma içine girmesi sonucunu doğurabilecek bir saldırıdır. Öyle bir çatışma ortamı ki savaş uçakları, helikopterler ve tanklar kullanılarak girişilecek ve bir anda ülkenin kan gölüne dönmesine neden olabilecek bir eylemdir. Türkiye'nin 40 yıl geçse dahi bitmeyecek iç çatışmalar ve kardeş kavgaları içinde Cumhuriyetin getirdiği tüm birikimlerin yok olması sonucunu doğurabilecek bir eylemdir. Kamu düzeninin belki de bir daha geri gelmemek üzere bozulmasını hedefleyen bir eylemdir. Bu bir darbe değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmesini, yok edilmesini, Afrika ve Ortadoğu'nun bazı küçük devletlerinde örnekleri görüldüğü üzere her gün onlarca kişinin öldüğü bir can pazarına dönüştürülmesini amaçlayan bir saldırıdır. Devlet ve millet olarak bu saldırıyı çok iyi tahlil edemezsek, içerden veya dışarıdan hangi kaynaktan gelirse gelsin bu hain örgütün tüm destekçilerini etkisiz hale getiremezsek, gelecekte de benzer saldırılarla yüzleşmek zorunda kalabiliriz" ifadelerini kullandı.

"HAİN SALDIRI BATILI DOSTLARIMIZ TARAFINDAN GÜÇLÜ ŞEKİLDE KINANMAMIŞTIR"

Darbe girişiminin batılı dostlar tarafından zamanında ve güçlü şekilde kınanmadığını ve bu durumun hayal kırıklığı yarattığını vurgulayan Cirit, "Çok kıymetli batılı dostlarımız ve insan haklarını korumayı kendilerine görev edinmiş uluslararası kuruluşlar, nazik ziyaretlerinde FETÖ/PDY terör örgütünü kast ederek 'Silahsız terör örgütü olur mu?' diye bizlere soruyorlardı. Ben de şimdi kendilerine nazikçe sormak istiyorum. 'Türk demokrasisinin tecelligahı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni bombalayan modern savaş uçakları, masum sivillere ateş eden savaş helikopterleri ve vatandaşları ezen tanklar silah değil midir? Ya da bunları silahtan saymayan bir hukuk düzeni dünyada var mıdır?' Üzülerek belirtmem gerekir ki, 15 Temmuz 2016'da gerçekleştirilen hain saldırı, batılı dostlarımız tarafından zamanında ve güçlü şekilde kınanmamış ve bu konuda hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu hayal kırıklığı, söz konusu kuruluşların darbe girişiminde bulunanların haklarını korumaya yönelik insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne yönelik açıklamalarının samimi ve iyiniyetli ifadeler olarak değerlendirilmesini güçleştirmekte ve Türkiye'nin bu alandaki çabalarına zarar vermektedir" diye konuştu.

"FETÖ ÜYELERİ BAĞIMSIZ MAHKEMELERCE HUKUKA UYGUN ŞEKİLDE YARGILANMALI"

FETÖ'nün sahte belge ve dijital delil üretilmiş, gizli tanıklık, yasa dışı dinleme ve yasa dışı teknik takip gibi koruma tedbirleri aracılığıyla hukuku bir silah gibi kullandığını belirten Cirit, sözlerini şöyle sürdürdü: "Daha önce muhtelif konuşmalarımda defalarca vurguladığım üzere, 2008- 2013 yılları arasında, gündemin ön sıralarında yer alan davalarda temel usul kurallarına aykırı şekilde yapılan adli işlemler, Türk kamuoyunu ciddi şekilde meşgul etmiş ve uluslararası alanda da bunun yansımaları olmuştur. Hukuka aykırı işlemlerin hedefi olan gazetecilerin, siyasetçilerin, yargıçların, bürokratların ve kritik noktalardaki silahlı kuvvetler mensupları ile emniyet görevlilerinin toplum ve devlet hayatı açısından taşıdıkları önem dikkate alındığında, söz konusu ihlallerin adalet sisteminin rutin işleyişinden kaynaklanan münferit hatalardan ayrı bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminden çok net şekilde anlaşıldığı üzere, o dönemde FETÖ/PDY terör örgütü tarafından sahte belge ve dijital delil üretilmiş, gizli tanıklık, yasa dışı dinleme ve yasa dışı teknik takip gibi koruma tedbirleri aracılığıyla hukuk bir silah gibi kullanılmış, emniyet ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesi adeta diri diri toprağa gömülmüş, boşalan kadrolara da söz konusu darbe girişimini gerçekleştiren terör örgütü militanları yerleştirilmiştir. Bu şekilde, çok sayıda ve iç hukukun en temel kuralları ihlal edilerek yapılan adli işlemlerin, başta ifade özgürlüğü ile adil yargılanma hakkı olmak üzere temel insan haklarını ihlal ettiği Türk mahkemelerinin yanında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından dahi tespit edilmiştir. Maalesef söz konusu uluslararası kuruluşlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ilgili kararlarındaki tespitleri yeteri kadar dikkate almamışlardır. Bu darbe girişiminden sonra uluslararası kuruluşların değerli temsilcilerinin iyi bir hukukçu gibi olayları kuşkuyla süzeceklerine ve soruna bütünsel bir bakış açısıyla yaklaşarak gerçekleri daha iyi anlayacaklarına inanıyorum. Bu noktada, bu tür eylem ve girişimlerin içinde olanlara da adaletten başka hiçbir borcumuz bulunmadığını güçlü biçimde vurgulamak isterim. Hakkında suç isnadı olan herkes gibi FETÖ/PYD Terör Örgütü üyeleri de adil, tarafsız ve bağımsız mahkemelerce iç hukuk ve uluslararası hukuka uygun şekilde yargılanmalıdırlar"

KUVVETLER AYRILIĞI VURGUSU

Yargıtay Başkanı Cirit, konuşmasına şöyle devam etti: "Kuvvetler ayrılığı sistemi, yasama, yürütme ve yargı olarak tanımlanan kuvvetlerin, değişik yollardan göreve gelen ve aralarında 'fren ve denge mekanizması' bulunan farklı organlara verilmesi olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle kuvvetler ayrılığı, devlet iktidarının, hukuki anlamdaki işlevlerinin, aralarında işbirliği olan farklı organlar tarafından yerine getirilmesi ve devletin, yasama, yürütme ve yargı işlevinin birbirine karşı bağımsız organlar tarafından icra edilmesidir. 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Haklan Bildirisi'nin 16'ncı maddesi, kuvvetler ayrılığının, anayasal devlet için zorunlu bir unsur olduğunu belirtmektedir. Kuvvetler ayrılığı ilkesini uygulamayan siyasal yapıların bir anayasasının olamayacağı da açıktır. Anayasa, kuvvetleri kullanacak organları ve bunların işlevlerini ortaya koyan yazdı bir belge olmakla birlikte; yönetilenler, yönetenlerin sınırlannı bu belge ile tespit etmekte ve onları kontrol imkânına sahip olmaktadır. Kuvvetler ayrdığı prensibi, iktidarı kullananları sınırlayarak gücün tek elde toplanmasının engellemekte, erkleri birbirinin karşısına koyarak dengeyi sağlamaktadır. Kuvvetler ayrılığı fikrini ilk olarak ortaya koyan Montesquieu, yasayı dikkate alarak devlet yapdanmasında üç işlevi ya da erki kabul etmiş, bunları da yasayı yapan, uygulayan ve uygulamadan ortaya çıkan uyuşmazlıkları çözen güçler olarak ayrıma tabi tutmuş, korkunun olmadığı bir ortamın, bu üç işlevin farklı organlar tarafından yerme getirilmesi durumunda var olacağını belirtmiştir. Yasa yapma ile yasayı uygulama gücünün aynı organda olması halinde ise özgürlüğün var olamayacağını vurgulamıştır. 1982 Anayasasının başlangıç bölümünün 4'üncü paragrafında 'Kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullandmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak anayasa ve kanunlarda bulunduğu' hükmü ile kuvvetler ayrımının işlevi vurgulanmıştır. 1982 Anayasası'nın 9'uncu maddesinde, yargı yetkisi ile ilgili düzenlemenin gerekçesi 'yargı yetkisi, fert hak ve hürriyetleri sorununun ortaya çıktığı günden beri kabul edildiği üzere bağımsız organlar tarafından, bağımsız mahkemelerce yerine getirilecektir.' şeklinde ifade edilmiştir"

"EN GELİŞMİŞ HUKUK SİSTEMİ, HAKLARI EN ÇOK KORUYANDIR"

Anayasal ve yasal değişiklikler konusunda Yargıtay'ın da görüşünün alınmasının faydalı olacağına dikkat çeken Cirit, "Son günlerde kamuoyuna yansıdığı üzere, devleti ve toplumu derinden etkileme potansiyeli taşıyan ve özelliİde yargı alanında yapılması düşünülen anayasal ve yasal değişiklikler hakkında, bu değişikliklerden en çok etkilenecek kurumlardan biri olan Yargıtay'ın da görüşünün alınmasının, çok faydalı olacağına inanıyorum. Hukuk ihtiyacı, insanlık tarihi kadar eskidir. Bununla birlikte, adalet ve hukuk fikrinin somutlaşması ve belli bir olgunluğa ulaşması uygarlıkların kurulması ile başlar. Bir hukuk düzeni kurmak, en basit ifadeyle güçlülerin zayıfları istismar etmesine mani olmaktır. Hukuk sistemi, hakların normatif düzeyde korunması ile oluşturulur. Bu nedenle en gelişmiş hukuk sistemi, hakları en çok koruyandır. Hâkimin nitelikleri de bu ihtiyaca göre şekillenir" dedi.

"ADALET ARAYANIN ELLERİ TEMİZ OLMALIDIR"

Yargıtay Başkanı Cirit, açıklamalarını şöyle sürdürdü: "Mecelle'nin 1792'nci maddesinde belirtildiği üzere, 'Hâkim; hakim fehim, müstakim ve emin, mekin, metin olmalıdır' Günümüz Türkçe'siyle ifade etmek gerekirse, 'Hakim; bilge, anlayışlı, doğru ve güvenilir, saygın, metin olmalıdır,' Hâkimin sadece üstün ahlaki vasıflara sahip olması yeterli olmayıp, aynı zamanda entelektüel birikiminin de olması şarttır. Gustav Radbruch'un belirttiği üzere, 'Ancak aydın bir insan, gerçekten yetenekli bir hukukçu olabilir'. Hâkimin tarafsızlığı, en az hâkimin bağımsızlığı kadar önemlidir. Bugüne kadar 'hâkimin bağımsızlığı' üzerinde çok tartışma yapılmasına rağmen, hâkimin tarafsızlığı yeterli ilgi görmemiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, 'hâkim veya mahkeme bağımsızhğı'nın Anayasa'nın 9,138,140,154,155,156,157 ve 159 uncu maddelerinde korunmuş olmasına rağmen, 'hâkimin tarafsızlığıma ilişkin bir hükme Anayasada açıkça yer verilmemiş olmasıdır. Halbuki, yargılama dışı etkilere karşı 'hâkimin bağımsızlığı' ilkesi ile korunan hâkimin, yargılama içi etkiler karşısında da güvenceli olması, 'adil yargılanma hakkı'nın en temel unsurlarındandır. Her türlü cemaat-cemiyet çıkarının toplum çıkarının yerine ikame edilmesi, hukukun bireysel veya grupsal ihtiraslara feda edilmesi, tarihten bugüne kadar hiçbir medeni hukuk düzeninin hoş görmediği bir anlayıştır. Böyle bir anlayışı koruyacak ya da savunacak bir hukuk ilkesi ya da kuralı bulunmamaktadır. Herkesçe bilinmelidir ki 'Adalet arayanın elleri temiz olmalıdır'. İradelerini ipotek altına aldıran hâkimlerin, yetkilerini belli odakların amaçlan doğrultusunda ve hukuksal kılıflar altında bir silah gibi kullanılmasının yanlışlığını anlamak veya anlatmak için kural aramaya ya da hukukçu olmaya da gerek yoktur. Böyle bir anlayışın, toplumsal barış ve hukuk düzenine yönelik oluşturduğu tehdidin boyutlarını anlamak için biraz mantık, biraz vicdan, biraz da ahlâk sahibi olmak yeterlidir"

Yargı mensuplarının uyması gereken etik kurallara değinen Cirit, "Hâkimin niteliklerinin öneminin evrensel düzeyde kabul gördüğünün en somut göstergelerinden biri de bu konunun Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen metinlerde yer almasıdır. Yargı mensuplarının uyması gereken etik kurallar ile bu kurallara uygunluğu teftiş edecek mekanizmaların mevcudiyeti, dünyada evrensel bir gereklilik olarak kabul edilmektedir. Yargı mensuplarının uyması gereken etik kurallara ilişkin 'BM Bangalor Yargı Etiği İlkeleri' ile savcılara ilişkin 'Budapeşte Etik ve Davranış İlkeleri' söz konusu evrensel gerekliliğin somut göstergeleridir. Yargıtay üyeleri, tetkik hâkimleri ile Yargıtay savcılarının uyması gereken etik ilkeler ile bu ilkelere ilişkin takip ve denetim mekanizmalarının tesis edilmesi, toplumun yargıya güven duyması bakımından bir gerekliliktir. Dahası, farklı bir biçimde olsa dahi, Yargıtay personeli için aynı çalışmayı yürütmek ve konuyu bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirmek zorunludur. Her ne kadar hâkimlere yönelik 'BM Bangalor Yargı Etiği İlkeleri' ve savcılara yönelik 'Budapeşte Etik ve Davranış İlkeleri' mevcut ise de bu evrensel prensipler çerçevesinde ülkemizin kültürüne ve ihtiyaçlarına göre şekillendirilecek daha detaylı 'milli etik kurallarına da ihtiyacımız bulunmaktadır. İşte bu amaçla Yargıtay Başkanlığının BM Kalkınma Programı ile işbirliği yaparak hazırladığı 1.000.000 Dolar bütçeli 'Yargıtay'da Etik tikelerin Yaygınlaştırılması, Saydamlığın Güçlendirilmesi ve Yargıtay'a Olan Güveninin Artırılması Projesi' tamamlanmış olup, bu yıl içinde faaliyete geçmiştir. Bu şekilde Yargıtay'ın vizyonu, sadece Avrupa ülkeleri ve değerleri ile sınırlı tutulmamış, bilakis evrensel bir bakış açısı kazanmıştır. Bu proje ile Türk Yargısı'nın evrensel değerleri benimsemesi ve özümsemesi konusunda önemli bir aşama kaydedilecektir. Özellikle Avrupa Birliği'nin Kasım 2015 tarihli ilerleme raporunda eleştiri konusu yapılan yüksek mahkeme üyelerine ilişkin etik kurallar, bu proje çerçevesinde oluşturulacaktır" diye konuştu.

"İŞ YÜKÜNÜ ENGELLEMEYECEK"

İstinaf mahkemeleriyle ilgili açıklamalarda bulunan Yargıtay Başkanı Cirit, şöyle konuştu: "Türk hukuk sisteminde, 05.06.1295 yani 1897 tarihinde Mehakimi Nizamiyenin Teşkilatı Kanunu Muvakkati ile, ilk derece mahkemeleri ile temyiz mahkemesi arasında istinaf mahkemeleri kurulmuş, günün koşulları ve hâkim yetersizliği nedeniyle 24 Nisan 1924 tarih 469 Sayılı Yasayla Şer'iye Mahkemeleri ile birlikte kaldırılmıştır. Üst mahkemelerin kaldırılmasından hemen sonra bu mahkemelerin yeniden kurulması Türk Hukukunda tartışılmaya başlanmış, 1932 yılından itibaren çeşitli yasa tasarıları hazırlanmıştır. Üst mahkeme sorunu, adli yıl açış konuşmalarında, kalkınma planlarında, yıllık programlarda yer almış, ne var ki 20 Temmuz 2016 tarihine kadar üst mahkemelerin kurulmasından ne vazgeçilmiş ne de kurulabilmiştir. Nitekim yapılan yasal düzenlemeler neticesinde istinaf mahkemeleri 20 Temmuz 2016 tarihinde yeniden faaliyete geçmiştir. Dünyanın birçok ülkesinde 3-4 dereceli yargılama sistemleri varken; ülkemizde yıllarca ilk derece yargılaması ve sonrasında temyiz yargılaması olarak iki dereceli bir yargı sistemi faaliyet göstermiştir. Özellikle son yıllarda Yargıtay'a temyizen incelenmek üzere, yılda ortalama 1 milyonu aşkın dava dosyası gelmekte ve Yargıtay yoğun ve özverili bir çalışma ile bu ağır iş yükünün altından kalkmaya çalışmaktaydı. Bir içtihat mahkemesi olarak görev yapması gereken Yargıtay, hem maddi vakıalar, hem de yasalara uygunluk yönünden denetleme görevini üstlenmiş, bir taraftan vakıa denetimi diğer taraftan da hukuka uygun yapmıştır. Ağır iş yükü sorununun üye ve daire sayısının artırılması ile çözülemeyeceğini, şu ana kadarki deneyimlerimiz açıkça göstermiştir. Günümüzün koşulları, yargı sistemimizin için bulunduğu ağır şartlar, ilk derece mahkemeleri ile Yargıtay arasında istinaf mahkemelerinin kurulması ihtiyacını doğurmuştur. Tarafların ve tanıkların katılımlarına ikinci kez yer verilen duruşma sistemi, istinafın evrensel boyuttaki tanımına uygun yargılama düşüncesinin yerleşmesi bakımından önem arz etmektedir. Peki istinaf mahkemelerinin kurulmuş olması Türk yargısına ve Yargıtay'a ne getirecektir? İstinaf mahkemelerinin kurulması, ilk olarak Yargıtay'a gelen iş yükünü azaltacak; ikinci olarak da Yargıtay, sadece hukuka uygunluk denetimi yapacak, maddi vakıa denetimi yapmayacaktır. Böylelikle Yargıtay, hukuki denetim işlevini daha iyi yerine getirmek suretiyle, 'içtihat mahkemesi olarak' gerçek hüviyetine kavuşacaktır istinaf mahkemelerin kurulmasıyla birlikte, daha güvenceli bir adalet sisteminin hayata geçirileceğini ve bunun da Türk insanının yargıya olan güvenini arttıracak bir gelişme olacağını düşünüyor ve umut ediyoruz. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçirilmiş olması, Yargıtay'ın iş yükünün azalması ve gerçek fonksiyonu olan içtihat mahkemesi niteliğine kavuşması Türk yargısının işini kolaylaştıracak mıdır? Şüphesiz kolaylaştıracaktır. Ancak açıkça ifade etmem gerekir ki yargının tüm sorunlarını çözmeye yetmeyecektir. Zira, Ülkemizde tüm uyuşmazlıklar ciddi bir sınırlamaya tabi olmaksızın yargıya taşındığından bu düzenlemeler de ilk decerece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemelerinin üzerlerine gelmeye devam edecek olan iş yükünü maalesef engellemeyecektir"

Yargıtay Kanunu'na ilişkin de konuşan Başkan İsmail Rüştü Cirit, sözlerini şöyle sürdürdü: "Son yıllarda yargıda yapılan ve yapılmaya devam edilen köklü değişiklikler, üye sayısındaki önce artış ve sonra da azalışlar, bölge adliye mahkemelerinin kurulması ve tetkik hâkimleri ile Yargıtay Cumhuriyet savcılarının bölge adliye mahkemelerine tayin edilmeleri, Yargıtay'ın çalışma şeklini ve işleyişini çok derinden etkilemiştir. Özellikle son yıllarda art arda gelen kanun değişiklikleri de Yargıtay Kanunu'nun sistematiğini ve uyumunu bozmuştur. Yargıtay, hukukun ülkede eşit ve tutarlı şekilde uygulanmasını sağlamak ve adli yargı mahkemelerince verilen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevli bağımsız bir yüksek mahkemedir. 2011 yılında Yargıtay üyesi sayısı 387'ye ve daire sayısı 38'e; 2014 yılında üye sayısı 516'ya, daire sayısı ise 46'ya yükselmiştir. Son olarak,1.7.2016 tarih ve 6723 sayılı Kanun ile Yargıtay'daki üye sayısı 310'a düşmüştür. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesi ve Yargıtay incelemesinin hukuki denetim yapmakla sınırlandırılması Yargıtay'ın iş yükünü önemli ölçüde azaltacaktır. 516 üyeli ve 46 daireli bir yüksek mahkeme örneği dünyada bulunmamaktadır. Türkiye'ye nüfus ve hukuk sistemleri bakımından benzeyen Fransa'da üye sayısı 163, daire sayısı ise 6'dır. Almanya'da üye sayısı ise sadece 133'tür. Daire sayısının azaltılması, aynı işe farklı dairelerin bakmasına engel olacak ve daireler arasındaki içtihat aykırılıklarını önleyecektir. Bu şekilde eşitlik, hukuki güvenlik ve istikrar ile hukuki öngörülebilirlik sağlanarak bireylerin yargıya olan güveni artırılabilecektir. Öte yandan, Yargıtay'ın yapısı ve işleyişi ile ilgili sorunların, bu tür küçük yasal müdahalelerle düzeltilmesi mümkün değildir. Konunun bütünsel bir bakış açısıyla ve çok boyutlu bir yaklaşımla ele alınması gerekir. Bu nedenle, Yargıtay'ın tarihsel ve kurumsal görevini gereği gibi yerine getirmesini sağlamaya yönelik yeni Yargıtay Kanunu'na ihtiyaç bulunmaktadır. Daha önce Yargıtay tarafından hazırlanan tasarının 1 bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesinden sonraki ihtiyaçlara göre yeniden şekillendirilerek kanunlaşacağını ümit ediyorum"

DHA