Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca, Fetullahçı Terör örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) 25 Aralık soruşturması kapsamında usulsüz dinleme yapmasına ilişkin hazırlanan iddianamede, eski savcı Muammer Akkaş hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla 119,5 yıldan 247 yıla kadar, hakimler Süleyman Karaçöl ve Menekşe Uyar hakkında da ağırlaştırılmış müebbet ile 25,5 yıldan 63 yıla kadar hapis cezası istendi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından hazırlanan iddianamede, şüpheli Muammer Akkaş'ın, ''cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis, "FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyesi olmak", "siyasal ve askeri casusluk'', "haberleşmenin gizliliğini ihlal etme", "kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması", "özel hayatın gizliliğini ihlal etme", "verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme", "verileri yok etmeme", "görevi nedeniyle kendisine verilen bilgi ve belgeleri açıklama, yayma", "resmi belgede sahtecilik", "suç delillerini yok etme, gizleme, değiştirme", "gizliliğin ihlali" suçlarından toplamda 119,5 yıldan 247 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması talep edildi.

İddianamede, şüpheliler Süleyman Karaçöl ve Menekşe Uyar'ın "cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis, ''FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyesi olmak", "evrakta sahtecilik" suçlarından 25,5 yıldan 63 yıla kadar hapis cezası öngörüldü.

İddianamede, Recep Tayyip Erdoğan, Serhat Albayrak, Berat Albayrak, Necmeddin Bilal Erdoğan, Hakan Fidan, Yalçın Akdoğan, Mehmet Nihat Ömeroğlu, İsmail Rüşti Cirit, Celal Koloğlu, Mehmet Cengiz, Mustafa Latif Topbaş, Cemal Kalyoncu, Ömer Faruk Kalyoncu, Zekeriya Durmuş, Abdullah Tivnikli, Cüneyt Bülent Şeker, Uğur Horata, Ahmet Özköse, Müşir Deliduman, Şenol Kazancı, Aydın Ünal, Mustafa Varank "müşteki" olarak yer aldı.

Ahmet Davutoğlu, Beşir Atalay, Ömer Çelik, Sadullah Ergin, Binali Yıldırım, Taner Yıldız, Hüseyin Çelik, Gürsel Tekin, Ömer Dinçer, Mehmet Zafer Çağlayan, Mahir Ünal, İdris Güllüce, Faruk Çelik, Ali Babacan, Mehmet Metiner, Muammer Güler, Melda Onur, Kamer Genç, Veysel Eroğlu, Sabri Varan, İdris Naim Şahin, Hayati Yazıcı, Mustafa Elitaş, Erdoğan Bayraktar, Nurettin Canikli, Mehmet Müezzinoğlu, Egemen Bağış, Cengiz Aktürk, Ömer Sertbaş'a ise iddianamede "mağdur" sıfatıyla yer verildi.

İddianamede, "Ayçiçeği", "Yavuz", "Fatih", "Korkut", "Gündüz" isimlerinde 5 gizli tanığa yer verilirken, aralarında Turan Çolakkadı, Etyen Mahçupyan ve Hüseyin Gülerce'nin de yer aldığı 35 tanık bulunuyor.

Dosya kapsamında Süleyman Karaçöl'ün tutuklu olduğu, Muammer Akkaş'ın yakalanamadığı belirtilen iddianamede, hakkında adli kontrol kararı verilen Menekşe Uyar hakkında tutuklanması amacıyla yakalama kararı çıkartılması talep edildi.

İddianame değerlendirme için Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca, Fetullahçı Terör örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) 25 Aralık soruşturması kapsamında usulsüz dinleme yapmasına ilişkin hazırlanan iddianamede, şüpheliler Muammer Akkaş, Süleyman Karaçöl ve Menekşe Uyar'ın, Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı PDY adlı silahlı terör örgütüne üye olduğunun anlaşıldığı belirtildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından hazırlanan iddianamede, şüpheli Muammer Akkaş'ın, Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı PDY adlı silahlı terör örgütüne üye olduğu, anılan örgütün hükümet politikasından duyduğu rahatsızlık nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetini, gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak suçlarını işlediğinin tespit edildiği kaydedildi.

İddianamede Akkaş'ın, terör örgütü El Kaide'ye yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmaya yönelik, bilerek ve isteyerek, görevleri dışında "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek", "Gizliliğin ihlali ve görevi kötüye kullanma" suçlarından yargılamaları 13. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Şube'de görevli bazı polis amir ve memurları ile fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettiği, ayrıca FETÖ'nün yapısının kontrolündeki basın ve yayın kuruluşlarının da desteğini alarak, yapının gayesi doğrultusunda ''Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırarak görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek" suçunu işlediği belirtildi.

İddianamede, "Akkaş'ın, ihaleye fesat karıştırmak, örgüt kurmak, yönetmek, üye olmak ve rüşvet suçları TMK'nın 10. maddesiyle görevli Cumhuriyet başsavcıvekilliğinin görev alanına girmemesine rağmen 6 Mart 2012'den itibaren soruşturmayı yetkisiz olarak yürüttüğü, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı çalışma talimatına aykırı davranmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, bakanlar ve milletvekillerine suç isnadında bulunulan soruşturma evrakını uhdesinde tuttuğu, Cumhuriyet başsavcısı ya da başsavcıvekili tarafından yürütülmesi için özel soruşturma bürosuna devretmediği anlaşılmıştır." denildi.

Hedef şahıslar olmadıkları, dolayısıyla haklarında verilmiş bir mahkeme kararı da bulunmadığı halde yasama dokunulmazlığı bulunan 61. Hükümet'in Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ı 21 Temmuz 2012'den 29 Kasım 2013'e kadar 58 kez, çok sayıda bakan ve milletvekilini de bir veya birden fazla kez muhtelif tarihlerde hedef şahıslarla olan görüşmelerini kayıt altına aldırıp tape haline getirterek, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) belirtilen hükümleri çerçevesinde şüpheli Muammer Akkaş'ın işlem yapmadığı kaydedilen iddianamede, şöyle devam edildi:

"Akkaş'ın 61. Hükümet'in Başbakanı Erdoğan'ın Nisan 2012'de Haliç Kongre Merkezi'nde yaptığı görüşmeye ait güvenlik kamera görüntüleri ile Abdulkerim Çay'a ait e-maillerden ele geçirildiği ileri sürülen Başbakan Erdoğan'ın da içinde yer aldığı 16 fotoğrafı soruşturma dosyasına koydurttuğu, CMK kapsamında, 'şüpheli veya sanığın kamuya açık yerlerdeki faaliyetlerinin ve iş yerlerinin teknik araçlarla izlenerek ses veya görüntü kaydı alınabileceği' hüküm altına alınmışken, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan'ın 14 Ekim 2012'de Üsküdar'daki evinde Yasin El Kadı isimli şahısla buluştuğuna dair cell-harita görüntüsünü tutanak altına aldırarak, bu hususa soruşturma evrakında yer verdiği anlaşılmıştır."

- Şüpheli Akkaş'ın eylemleri

İddianamede, şüpheli Akkaş'ın eylemleri şöyle sıralandı:

''Akkaş'ın, Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı Erdoğan'a ulaşmak gayesiyle, CMK'nın 135/1. maddesinin aradığı 'suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı' hususu araştırılmadan, danışmanları Aydın Ünal, Mustafa Varank ve Şenol Kazancı hakkında iletişimin tespiti talebinde bulunarak telefon görüşmelerini kayıt altına aldırdığı, Anayasa'nın 100. ve TBMM İçtüzüğü'nün 107. maddelerinde yer alan hükme aykırı surette, o dönem Başbakan olan Erdoğan, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, eski İçişleri Bakanı Muammer Güler, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ile ilgili soruşturma yürüterek suç isnadında bulunduğu, kolluğa hazırlattığı fezlekede adı geçenlere ait çok sayıdaki telefon görüşmelerine yer verdirttiği anlaşılmaktadır.''

Şüpheli Akkaş'ın yürüttüğü soruşturma kapsamında birbiri ile bağlantılı olmayan soruşturma dosyalarında, 60'a yakın şüphelinin aynı zamanda gözaltına alındığı aktarılan iddianamede, 20 Aralık 2013'te tutuklama talebiyle 40'a yakın şüphelinin sorguya sevk edildiği, yine aynı tarihte, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma dosyasında, soruşturma evrakı daha 15 gün önce kendisine tevdi edilen Cumhuriyet savcısının 22 şüphelinin gözaltına alınması ve tedbirlerin uygulanması işlemlerini icra ettiği, kamuoyunda "birinci dalga" ya da "17 Aralık operasyonu" olarak da adlandırılan tahkikatın oluşturduğu etkiyi devam ettirmek için 1 veya 3 ay sürelerle iletişimin tespit ve kayda alınması yönünde mahkemelerden kararlar aldığı anlatıldı.

İddianamede, Akkaş'ın, dinlemeler devam ettiği, soruşturma evrakı tekemmül etmediği halde, soruşturmalarla eş zamanlı operasyon yapabilmek için alelacele kolluk görevlilerinden fezlekeyi tanzim etmelerini isteyerek, akabinde mahkemeden tedbir taleplerinde bulunduğu belirtilerek, kamuoyunda "17 Aralık" ya da "birinci dalga" operasyonu olarak adlandırılan soruşturmada Koordinatör Başsavcıvekili olarak görev yapan eski İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Zekeriya Öz'ün "suç örgütü kurmak ve ihaleye fesat karıştırmak" suçlarından telefonları dinlenen Osman Ağca'dan mont ve güneş gözlüğü istemesine ilişkin yaptığı telefon görüşmelerini tape haline dönüştürtmediği ve HSYK 3. Dairesi'ne ihbar yükümlülüğünü yerine getirmediği kaydedildi.

- "Ekonominin bozulmasına neden oldular"

İddianamede şüpheli Akkaş'ın, iletişimin kayda alınması ve telefon dinlemelerinin uzatılmasına dair kararlar arasında boşluk oluşmasına sebebiyet verdiği, geçmişe dönük olarak kayıt altına aldırdığı aktarılarak, emniyet müdürlüğü görevlileriyle fikir ve eylem birliği içerisinde hareket eden Akkaş'ın, Cumhuriyet savcılığınca hazırlanması gereken bir kısım karar taleplerini kolluk görevlilerine yaptırdığı, bunların çıktısını alıp imzalayarak ilgili hakimliklere ilettiği anlatıldı.

İddianamede, Akkaş'ın, yürüttüğü soruşturmada bir kısım usule aykırılıklar bulunmasına rağmen, soruşturma kapsamı hakkında basın ve yayın organlarına bilgi vermesi ve basın açıklaması yapmasının sonucu olarak; kamuoyunda hükümetle ilgili olumsuz algı oluşmasına ve ekonominin bozulmasına neden olduğu vurgulandı.

- Karaçöl ve Uyar hakkındaki suçlamalar

Şüpheli Süleyman Karaçöl'ün, Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı PDY adlı silahlı terör örgütüne üye olduğu belirtilen iddianamede, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (TMK 10. madde ile yetkili) 2012/656 soruşturma sırasına kayıtlı evrakta, şüphelilere isnat edilen ihaleye fesat karıştırmak, örgüt kurmak, yönetmek, üye olmak ve rüşvet suçları, TMK 10. maddesi kapsamına girmemesine rağmen ülke ekonomisi açısından stratejik öneme sahip gerçek ve tüzel kişi adına kayıtlı tüm mal varlıklarına el konulması kararı yanında, bir kısım şüphelilerle ilgili arama ve el koyma, iletişimin tespiti, fiziki takip ve teknik araçlarla izleme kararları verdiği bildirildi.

İddianamede, Karaçöl'ün dönemin Başbakanı Erdoğan'a ulaşmak gayesiyle, CMK'nın 135/1. maddesi hükmünün aradığı "suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığını" araştırmadan, danışmanı Aydın Ünal'ın kullanımında bulunan telefon hakkında iletişimin tespiti talebine olur vererek, adı geçenin telefon görüşmelerini kayıt altına aldırdığı, emniyet müdürlüğü görevlileriyle fikir ve eylem birliği içerisinde hareketle, kolluk görevlilerince hazırlanarak dijital ortamda getirilen bir kısım iletişimin tespit ve kayda alınması, fiziki takip ve teknik araçlarla izleme kararlarına onay verdiği belirtildi.

Şüpheli Menekşe Uyar hakkında da Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı PDY adlı silahlı terör örgütüne üye olduğu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (TMK 10. madde ile görevli) 2012/656 soruşturma sırasına kayıtlı evrakta, şüphelilere isnat edilen ihaleye fesat karıştırmak, örgüt kurmak, yönetmek, üye olmak ve rüşvet suçları, TMK 10. maddesi kapsamına girmemesine rağmen bir kısım şüphelilerle ilgili iletişimin tespiti ve teknik araçlarla izleme kararları verdiği ifadelerine yer verildi.

Şüpheli Uyar'ın kollukla fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek, emniyet müdürlüğü görevlilerince hazırlanarak dijital ortamda getirilen bir kısım iletişimin tespit ve kayda alınması ile teknik araçlarla izleme kararlarına onay verdiği, görevli olduğu (TMK 10. madde ile görevli) İstanbul 3 Nolu Hakimliğinde verdiği teknik takip kararında, şüphelilerin telefon görüşmeleri ile mail trafiğini geçmişe dönük olarak kayıt altına alınması yönünde karar verdiği ve Erdoğan'a ulaşmak gayesiyle, Mustafa Varank ve Şenol Kazancı adına telefonlar hakkında iletişimin tespiti talebine olur vererek, adı geçenlerin telefon görüşmelerini kayıt altına aldırdığı bildirildi.

- "Eylemleri tek başlarına yapmaları mümkün değil"

Şüpheliler Süleyman Karaçöl, Muammer Akkaş ve Menekşe Uyar'ın olay tarihlerinde cumhuriyet savcısı ve hakim olarak görev yaptıkları, iddiaya konu eylemleri tek başlarına yapmalarının mümkün olmadığı anlatılan iddianamede, şöyle devam edildi:

"Şüpheliler eylemlerini, Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı, FETÖ terör örgütü ve emrindeki kolluk birimleri ile eylem ve fikir birliği içerisinde gerçekleştirmişlerdir. Emniyet görevlileri, emniyet teşkilatının hiyerarşik yapısı, görev ve yetki sınırları içerisinde kaldıkları sürece, anayasal ve yasal çerçevede kendilerine tevdi edilen iç güvenlik görevleri doğrultusunda meşru bir cebri kullanabilecek olan kimselerdir. Şüpheliler emniyet teşkilatının hiyerarşik yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları silahlı güce ve kaynağını Anayasa'dan ve yasalardan almayan hukuka aykırı bir yetkiye dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmişlerdir. Esasen asayiş ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve personeliyle yeterli gücü bulunan, devlet düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldırılara karşı iç güvenlik kapsamında emniyet ve asayişi teminle görevlendirilen emniyet teşkilatına mensup şüphelilerin kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır.''

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) 25 Aralık soruşturması kapsamında usulsüz dinleme yapmasına ilişkin hazırlanan iddianamede, örgüte mensup olan şüpheli hakim ve savcıların, ABD'de yaşayan örgüt lideri Fethullah Gülen'in talimatıyla kanunen kendilerine verilen yetkileri cebir ve tehdit vasıtası olarak kullanıp, hükümeti düşürmeyi hedefledikleri belirtildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından hazırlanan iddianamede, 15 Temmuz'da silahlı kuvvetler içerisinde yapılanan FETÖ'ye mensup görevlilerin, Türkiye'de yüzlerce insanı öldürüp, binlerce insanın yaralanmasına neden oldukları, Türkiye Cumhuriyet Hükümeti'ni yıkma teşebbüsünde bulundukları, anayasal düzeni ihlal ettikleri, böylece "silahlı terör örgütü" kurduklarının da tüm halkın şahitliğinde ispatlandığı aktarıldı.

Şüpheliler Muammer Akkaş, Süleyman Karaçöl ve Menekşe Uyar'ın haklarında dava açılan kolluk mensupları ile eylem ve fikir birliği içerisinde hareket ettikleri belirtilen iddianamede, "Fetullah Terör Örgütü'nün talimatıyla örgüte mensup olan şüpheli hakim ve savcıların, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde çalışan ve de haklarında benzer konulardan dava açılan şüphelilerle birlikte, ABD'de yaşayan örgüt lideri Fethullah Gülen'in talimatıyla kanunen kendilerine verilen yetkileri cebir ve tehdit vasıtası olarak kullanıp, hükümeti düşürmeyi hedefledikleri" anlatıldı.

Şüphelilerin kurgu dosyalarının içeriklerini, operasyonlar öncesi medyaya vererek olumsuz algı oluşturdukları vurgulanan iddianamede, şüphelilerin kanunlarda bulunan görev tanımları ile yönetmelikleriyle belirlenen sorumlulukları ve görev alanlarının dışında ortak bir irade sergileyerek tabi oldukları hiyerarşik yapının ve bilinen normların dışında bir yapı oluşturdukları kaydedildi.

İddianamede, şüphelilerin bu yapının içerisinde devlet bilgi sistemi haricinde kurdukları program, kurye ve benzeri etmenlerle bilgi akışlarını sağladıkları ifade edilerek, şüphelilerin yürütülen kurgu dosyalarını İstanbul Valisi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, Başsavcıvekili ve İstanbul Emniyet Müdürü'nden gizlemek suretiyle Türkiye Cumhuriyet Devleti haricinde, yurt dışı desteğe haiz Fetullahçı Terör Örgütü'nden emir ve talimat aldıklarının tespit edildiği vurgulandı.

Şüphelilerin, yaptıkları işlemlerin usulsüz olduğunu bilecek durumda oldukları halde operasyon sonrası hükümetin düşeceğinden çok emin olduklarından yasalara uymamakta ısrar ettikleri kaydedilen iddianamede, şüphelilerin PDY içerisinden aldıkları talimat ve istekler doğrultusunda hareket ettikleri, kendilerini anayasa ve kanunların üzerinde gören terör örgütü mensuplarının, ulusal ve uluslararası planda kamuoyu oluşturma amaçlı Türkiye aleyhine faaliyet gösteren kurum ya da kişilerle irtibat kurdukları anlatıldı.

Örgüte mensup hakimler Mustafa Başer ile Metin Özçelik'in sorgusu sırasında örgüte mensup bazı hakim ve savcıların Bakırköy Adliyesi'ne geldikleri belirtilen iddianamede, destek için gelen hakim ve savcıların çoğunluğunun hükümet aleyhine soruşturmalarda aktif ya da pasif rol aldıklarına dikkati çekildi.

İddianamede, 17-25 Aralık sürecinden sonra örgütün, hükümeti düşürmek için uğraştığı belirtilerek, "Bunu desteklemek için kendi yayın organları vasıtasıyla günlük olarak dosyaların fezlekelerini yayımladıkları, fezleke içerisinde geçen konuşma tapelerini isim ve kimlik bilgilerini açıkça göstermek suretiyle soruşturmanın gizliliğini ihlal ederek internet ve yazılı basında ifşa ettikleri, sosyal medya platformu olan Twitter'da 'başçalan' ve 'haramzade' ismiyle açılan iki hesaptan örgüt üyelerinin usulsüz olarak elde ettiği ses kayıtlarını seri olarak yayınladıkları ve oluşturulan ortamda hükümetin düşmesine yönelik baskı kurdukları tespit edilmiştir." ifadelerine yer verildi.

Şüphelilerin, hakkında dava açılan kolluk amirleriyle birlikte soruşturma adı altında aslında hakkında fezleke dahi düzenlemedikleri Turgay Ciner'i "şüpheli" sıfatıyla uzun süre dinledikleri aktarılan iddianamede, şunlar kaydedildi:

"Yaptıkları teknik takipler çerçevesinde soruşturmanın yapıldığı zaman başbakan olarak görev yapan Recep Tayyip Erdoğan'ın Ankara'da resmi konutta Turgay Ciner ile yaptığı görüşmeyi baz takibi yapmak suretiyle cell haritasını çıkardıkları ve bu haritanın dosya arasında bulunduğu, yine hakkında herhangi bir takip kararı bulunmayan MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Başbakan Erdoğan'ın Haliç Kongre Merkezi'ndeki görüntülerini 'uyuşturucu çetesi takip ediyor' adı altında güvenlik kamera görüntülerini temin ederek kayda aldıkları ve soruşturma sonrasında medyaya servis ettikleri anlaşılmıştır."

İddianamede, devletin enerji politikasının gizlilik içinde yürütülmesi gerektiği belirtilerek, henüz açılmış bir ihale bile olmadığı halde Erdoğan'ın Çek Cumhuriyeti'ni ziyareti sırasında yaptığı görüşmelere ilişkin fotoğrafları elde ederek dosyaya koyan şüphelilerin, hükümetin projeleri arasında bulunan termik santrallerin yenilenmesi projesini medyaya sızdırmak suretiyle "siyasal casusluk" yaptıkları vurgulandı.

- "Kamu memuru oldukları için diledikleri kişinin telefonlarını dinlediler"

İddianamede, şöyle devam edildi:

"Şüphelilerin, kamu gücünü kullanarak, soruşturmayı kılıfına uydurmak suretiyle mağdurlara ait kişisel bilgi ve verileri ele geçirdikten sonra medyaya servis etmek suretiyle üzerilerine atılı suçu işledikleri, suçun soruşturma evresinde herhangi bir yargı kararı ile sabit olmamasına karşın 2012/656 sayılı dosya şüphelilerinin toptancı bir şekilde suçlu olarak algılanmalarına neden oldukları, bu algının oluşturduğu ortam ile de asıl maksatları olan hükümeti düşürmeye teşebbüs suçunu işledikleri, kamu memuru oldukları için kamu gücünü kullanarak rahatlıkla diledikleri kişinin telefonlarını dinledikleri, fiziki olarak takip ettikleri kişilere ilişkin bütün bilgileri elde ettikleri ve bu bilgileri mensup oldukları terör örgütüne sızdırmak suretiyle paralel medya organlarından kişilere yönelik 'kişilik suikastları' yaptıkları anlaşılmıştır."

- "Talepler, şüphelilere denk getirildi"

Şüphelilerin örgüt üyelerinin hiçbir ahlaki değer yargısı olmadığı için ülke yöneticileri, siyasi parti liderleri, Cumhurbaşkanı, Başsavcı, savcı ve hakimlere sinkaflı küfürler ettikleri, Cumhuriyetin kurum ve kuruluşlarını aşağıladıkları belirtilen iddianamede, doğal hakim ilkesine aykırı olarak soruşturmalara ilişkin kararların iddianamedeki yetkisiz şüpheli hakimler tarafından alındığı, sürekli şüphelilere taleplerin denk getirildiği kaydedildi.

İddianamede, dosyada Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı Celal Avar'ın, sanatçı Orhan Gencebay'ın, Vali Hüseyin Avni Coş'un ses kayıtlarının tespit edilmesine rağmen haklarında herhangi bir isnatta bulunulmadığı gibi kayıtların suç teşkil etmemesi nedeniyle imhasının yapılmadığı ifade edildi.

Üçüncü kişi sıfatıyla yasal olmayan bir şekilde iletişimleri tespit edilen o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan ile bakanlar Binali Yıldırım, Ömer Çelik ve Muammer Güler'in uzun süre dinlenildiği belirtilen iddianamede, "Görüşmelerin haklarında hiçbir dinleme kararı olmamasına rağmen mütemadiyen tape haline getirildiği, Başbakan, bakanlar ve yüksek yargı mensupları hakkında soruşturmaların özel şekle tabi olduğu anlaşıldığından onlar hakkındaki tespitlerin derhal Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilerek suç şüphesi varsa, özel soruşturma usullerine göre delil toplama yoluna gidilmediği, suç işlediklerine dair şüphe varsa, derhal onlar hakkında da iletişimin tespiti kararı alınması gerekirken buna tevessül edilmeyerek uzunca bir süre iletişimlerin tespit edildiği belirlenmiştir." denildi.

İsmi geçen tüm şüphelilerin suç örgütünün yöneticisi veya lideri olamayacağı vurgulanan iddianamede, dolayısıyla alınan dinleme kararlarının usulsüz olduğu, soruşturmayı yürüten görevlilerin kasten bütün dinledikleri şüphelileri örgüt lideri gibi göstermek suretiyle kanundaki en uzun dinleme süresi olan 6 ay sınırını aştıkları kaydedildi.

- "Usulsüz olarak görüşmeleri kayda aldıkları tespit edildi"

Görevlilerin yaptıkları ortam dinlemeleri esnasında yönetmelik içeriğine aykırı davranarak tutanak tuttukları ve usulsüz görüşmeleri kayda aldıkları vurgulanan iddianamede, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlar Şube Müdürlüğündeki 14 bilgisayarda yapılan incelemede, bilgisayarlardaki bütün verilerin silinerek ve imha edilerek görev yerleri değiştirilen memurlarca devlete ait dijital arşivin yok edilmeye çalışıldığı, ancak yapılan geri dönüştürme çalışmaları sonucunda elde edilen verilerden soruşturmada görev alan polislerin aslında daha çok kişiyi dinlediklerinin tespit edildiği anlatıldı.

İddianamede, yine incelemelerde, henüz dosyada takip edilen şüphelilerin iletişiminin tespitine yönelik yeni kararlar alınmışken ve takip devam ederken alınan bir talimat üzerine dinlemeleri sonlandıracakları ve her ihtimale karşı tarihsiz bir fezleke düzenleyerek savcıya sunacaklarına dair yazışmalar yapıldığının tespit edildiği belirtilerek, şunlar aktarıldı:

"Bu konuşmalardan anlaşılacağı üzere soruşturmanın ne zaman sonlandırılacağına Cumhuriyet savcısı dışında yurt dışından bir yerden gelecek 'abi' denilen bir kişinin karar verdiği, bu yazışmada dinleme yapan görevli polis memurlardan birinini Hakan Şükür'ün kimseye haber vermeden istifa etmesi olayına gerçekten çok sevindiğini, içinin rahatladığını beyan ettiği tespit edilmiştir."

İddianamede, yapılan incelemede, bütün kabine üyelerinin yasal olmayan yöntemlerle dinlenildiğinin belirlendiği kaydedilerek, bu kapsamda Recep Tayyip Erdoğan, Taner Yıldız, Muammer Güler, Beşir Atalay, Faruk Çelik, Erdoğan Bayraktar, Binali Yıldırım, Ömer Çelik, İdris Naim Şahin, Hüseyin Çelik, Mehmet Müezzinoğlu, Hayati Yazıcı, Egemen Bağış, Ahmet Davutoğlu, Veysel Eroğlu, Zafer Çağlayan, Ali Babacan, Sadullah Ergin, Ömer Dinçer gibi isimlerin haklarında hiçbir dinleme kararı olmaksızın üçüncü kişiler üzerinden iletişimlerinin tespit edildiği, konuşmaların suç teşkil etmemesine rağmen tape haline getirildiği kaydedildi.

- Gülen'in "kaçın" mesajı

Yine bu kapsamda, Mustafa Elitaş, Mehmet Metiner, Sabri Varan, Yalçın Akdoğan, Mahir Ünal, İdris Güllüce, Nurettin Canikli, Gürsel Tekin, Kamer Genç'in de haklarında hiçbir dinleme kararı bulunmaksızın ve yasal olmayan şekilde üçüncü şahıslar üzerinden yaptıkları konuşmaların tespit edildiği ve tape haline getirildiği belirtilen iddianamede, şu bilgilere yer verildi:

"Soruşturmayı hazırlayanların kendi aralarında yaptıkları konuşmalarda 'Bu soruşturma çok önemli, bu dosyada görev almak bir şereftir, hoca efendi de bu soruşturmayı yürütenlere dua ediyor' şeklinde konuştuklarını, ayrıca Turgay Ciner'in Fetullan Gülen ile telefon görüşmesi yaptırıldığı ve konuşma içeriğinin tape yapılmaması yönünde talimat verildiği, daha sonra Turgay Ciner'in aslında iyi bir adam olduğu yönünde konuşmalar yapıldığı, soruşturma savcısı Muammer Akkaş tarafından bizzat talimat verilmek suretiyle Turgay Ciner hakkında hazırlanan kısımların fezlekeden çıkartıldığı belirlenmiştir."

FETÖ lideri Fetullah Gülen'in, şüphelilerin de dahil oldukları örgüt üyelerine "http://www.herkul.org" adlı internet sitesinde yer alan 20 Aralık 2015'te yayınlanan "Mihneti zek edinmişlerin yolu" başlıklı sohbetindeki ifadelerinde "kaçın" mesajı verdiğinin anlaşıldığı belirtilen iddianamede, şüphelilerin üzerilerine atılı suçlardan yargılanarak ayrı ayrı cezalandırılmaları amacıyla Yargıtay'ın ilgili ceza dairesinde haklarında kovuşturma açılıp, yargılanmalarının yapılmasına karar verilmesi istendi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca, Fetullahçı Terör örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) 25 Aralık soruşturması kapsamında usulsüz dinleme yapmasına ilişkin hazırlanan iddianamede, muhtemelen nöbetçi olan hakimler tarafından normal seyrinde bir soruşturma yapılması durumunda alınmayacak olan iletişimin tespiti kararlarının hep aynı hakimlerden talep edilerek, şüphelilerin haberleşme hürriyetlerinin yasal olmayan yöntemlerle ihlal edildiği belirtildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından hazırlanan iddianamede, haklarında soruşturma yapılanların, anayasa ve kanunlar gereği kullanmaları gereken silah, cebir ve baskı unsuru eylemlerini meşru hale getiren gerekçeler dışında kullandıklarında, adi bir silahlı örgüte nazaran çok daha etkili bir terör örgütüne dönüşebildiği ifade edildi.

İddianamede, adi terör örgütlerinin, devlet içerisinde bir takım kamusal güçleri, bireysel manada irtibatları ile sağlarken, iddianameye konu olan terör örgütünün bizatihi devlet olmaya teşebbüs ettiği vurgulandı.

Şüphelilerin Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı Paralel Devlet Yapılanması (PDY) adlı örgütün amaçları doğrultusunda ve de anılan örgütün hükümet politikasından duyduğu rahatsızlık nedeniyle de Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini, gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak istediğinin tespit edildiği aktarılan iddianamede, şu ifadelere yer verildi:

"Şüpheliler, El Kaide terör örgütüne yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmaya yönelik, bilerek ve isteyerek, görevleri dışında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemek amaç ve saikiyle hareket etmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/115949 sırasından soruşturma yürütülüp haklarında dava açılan, Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/366 esas sayılı dosyasında devam eden İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Şubede görevli bir kısım polis amir ve memurları ile fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettikleri belirlenmiştir."

İddianamede, 2012/656 sayılı dosyada şüphelilerin kurmuş oldukları suç örgütü faaliyetleri çerçevesinde devlet ihalelerine fesat karıştırdıklarından bahisle telefon dinleme ve teknik takip kararlarının alındığı, faaliyette bulunduğu dönem içerisinde CMK 250. maddesiyle yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinden kararlar alındığı, kararların Türk Ceza Kanununun ilgili maddelerine atfen talep edildikleri aktarıldı.

CMK 250. maddesi ile yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin görevleri arasında "cebir ve şiddet" unsuru taşımayan örgüt kurmak ve bu örgütün faaliyeti kapsamında ihaleye fesat karıştırmak suçlarının bulunmadığı, bu yönüyle soruşturmanın usuli işlemlerinin başlangıç aşamasında kanuna göre görevsiz mahkemeler tarafından yapıldığı ifadelerine yer verilen iddianamede, ''Dolayısıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının CMK 250. Maddesi ile yetkili bölümünün bahse konu soruşturmaya ilişkin yetkisi bulunmamaktadır. Eylemin CMK 250. madde ile yetkili savcılıklarca soruşturma şartının bahse konu örgüt kurma, yönetme ve örgüt faaliyeti kapsamında ihaleye fesat karıştırma eylemlerinin 'cebir ve şiddet' unsuru taşımasına bağlı olduğu, bu açık amir hükme rağmen 'cebir ve şiddet' unsuru taşımayan eylemler nedeniyle teknik ve fiziki takip kararlarının bu kararları ve vermeye yetkili olmayan CMK'nın 250. maddesiyle yetkili ağır ceza mahkemelerinden alınmıştır.'' tespitlerine yer bulundu.

İddianamede, tüm fiziki teknik takip ve iletişimin tespiti ve kayda alınmasına dair kararların görevsiz mahkemelerce verildiği, yetkili 1-2 ve 3 nolu hakimliklerin sırasıyla nöbet çizelgesine göre görev yapmaya başladıkları, TMK 1-2-3 nolu hakimliklerinin sadece izinli ve raporlu oldukları durumlarda çizelge haricinde görev yapabileceklerinin, ayrıca hafta sonlarında teknik takip ve dinlemeye ilişkin uzatma talepleri ile ilgili kararı ''karar nöbetçisi'' hakiminin verebileceğinin, nöbetçi hakimlik görevinin 1 ve 3 nolu hakimliklere ait olduğu tarihlerde dahi sürekli olarak 2 nolu hakimliğin uzatma kararlarını verdiği, daha sonraki süreçte de yine nöbet çizelgesine uyulmaksızın 2 ve 3 nolu hakimliğin uzatma kararlarını verdiği aktarıldı.

Yaklaşık 1,5 yıllık soruşturma sürecinde TMK ile yetkili 3 hakim bulunmasına rağmen Hakim Osman Burhanettin Toprak'ın ve Yakup Kaya'nın nöbetlerinde dahi kararların hakim Süleyman Karaçöl tarafından verildiği, kimi zamanda henüz kararın uzatılmasına bir hafta olmasına rağmen aynı hakim tarafından uygulamada bulunmayan bir yöntem uygulanarak bir hafta sonra geçerli olmak üzere uzatma kararları verildiği ifade edilen iddianamede, ''Hakim Osman Burhanettin Toprak ve Yakup Kaya'nın tayin olmalarını müteakip göreve başlayan hakimlerden Bekir Altun'un nöbetine riayet edilmeyerek kararlar sürekli olarak Süleyman Karaçöl ve Menekşe Uyar tarafından verilmiştir.'' ifadeleri kullanıldı.

Anayasal bir hak olan iletişim özgürlüğünün ancak çok gerekli olduğu hallerde yasal düzenlemeye uygun olarak hakim kararıyla sınırlandırılabileceğinin evrensel bir hukuk kuralı olduğu için iletişimin tespiti yoluna çok sık başvurulmaması için kanunda sıkı denetim şartları getirildiği, hakim kararlarının gerekçeli olması gerektiğine dikkat çekilen iddianame, şöyle devam etti:

"Oysa ki olayda emniyetin hiçbir gerekçe belirtmeksizin sadece bir kişiyi soruşturmaya dahil edip dinlemek istemesinin izni veren hakimler tarafından yeterli görüldüğü ve hiçbir inceleme yapılmaksızın iletişimin dinlenmesine dair kararlar verilmiştir. Soruşturmayı yürüten birimlerin bir kişinin suç şüphesi altında olduğunun anlaşılması karşısında hakkında delil toplamaya başlayabileceği, kamu imkanlarını kullanan soruşturma görevlilerinin kişilere pusu kurma hak ve görevinin olmadığı, suç işleme ihtimaline karşı tespit kararı alınarak 2-3 yıl gibi sürelerle dinleme yapılmaması gerekmektedir. Hal böyleyken dosyada bulunan bir çok şüphelinin ne sebeple dinlenmeye başladığının anlaşılamadığı, bazı şüpheliler hakkında yapılan dinlemelerin tape haline getirilmediği, bazılarının tape haline getirilmekle birlikte fezlekeye dahil edilmediği, kimi şüphelilerin de hem dinlenildiği hem de fezlekede ismi geçtiği halde 25 Aralık 2013 tarihinde arama ve gözaltı talimatlarında isminin bulunmadığı anlaşılmaktadır.''

- ''Suç teşkil etmeyen kayıtların imhası yapılmamış''

Soruşturmada dinlenilen bir kısım şahısların yüksek yargı mensubu olması (Yargıtay 13 Ceza Dairesi Başkanı İsmail Rüştü Cirit, Emekli Yargıtay Üyesi Nihat Ömeroğlu-ombudsman) hususu gözardı edilerek, hakkında hiçbir eylem atfedilmeyen Osman Ağca hakkında alınan karar üzerinden haklarında teknik takip yapılabildiği, yapılan takip neticesinde elde edilen ve hiçbir suç unsuru taşımayan verilerin tutanağa bağlandığı kaydedilen iddianamede Osman Ağca hakkında hakim kararıyla yapılan bir teknik takip kararı bulunmasına rağmen şüpheli olarak fezlekeye konulmadığı, yine dosyada İstanbul Anadolu Adliyesi Başsavcısı Celal Avar'ın, sanatçı Orhan Gencebay'ın, Vali Hüseyin Avni Coş'un ses kayıtlarının tespit edilmesine rağmen haklarında herhangi bir isnatta bulunulmadığı gibi kayıtların suç teşkil etmemesi nedeniyle imhasının yapılmadığı bildirildi.

Bir kısım şüphelilerin iletişimleri tespit edilirken 3. kişi sıfatıyla yasal olmayan bir şekilde iletişimleri tespit edilen Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, bakanlar Binali Yıldırım, Ömer Çelik, Muammer Güler haklarında hiçbir dinleme kararı olmaksızın uzun süre dinlemeler yapıldığı, görüşmelerinin haklarında hiçbir dinleme kararı olmamasına rağmen mütemadiyen tape haline getirildiği hatırlatılan iddianamede, başbakan, bakanlar ve yüksek yargı mensupları hakkında soruşturmaların özel şekle tabi olduğu anlaşıldığından onlar hakkında ki tespitlerin derhal Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilerek suç şüphesi varsa, özel soruşturma usullerine göre delil toplama yoluna gidilmediği belirtildi.

İddianamede, Bilal Erdoğan ve Berat Albayrak'ın haklarında dinlenmelerine ilişkin hakim kararı bulunmadığı halde, başkalarıyla yapmış oldukları iletişimin aylarca tespit edildiği, haklarında CMK kapsamında hükümlerin uygulanmadığı, suç işlediklerine dair şüphe varsa, derhal onlar hakkında da iletişimin tespiti kararı alınması gerekirken buna tevessül edilmeyerek uzunca bir süre iletişimlerin tespit edildiği, bu nedenlerle muhtemelen nöbetçi olan hakimler tarafından normal seyrinde bir soruşturma yapılsaydı alınamayacak olan iletişimin tespiti kararlarının hep aynı hakimlerden talep edilmek suretiyle şüphelilerin haberleşme hürriyetlerinin yasal olmayan yöntemlerle ihlal edildiğinin tespit edildiği ifade edildi.

İletişimin tespitinin kesintisiz olarak yapılması gerekeceği, hal böyleyken bahse konu soruşturma dosyasında yapılan iletişimin tespiti işlemlerinin sürekli olarak kesintiye uğratıldığı, iletişimin tespitinin hakim kararıyla başlatıldıktan sonra gerek görülürse uzatma kararlarının arada fasıla bırakılmaksızın alınması gerektiğine dair emredici kesin düzenleme bulunduğu halde, soruşturmayı yapan görevlilerin çoğunlukla 2 Nolu hakimliğe denk getirebilmek için arada birkaç günlük kesintiler yaptıkları belirtilen iddianamede, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığından alınan yazılı bilgiye göre, sistemin süresi biten dinlemeyi otomatik olarak kestiği ve herhangi bir imha kararı gelmezse 10 gün içerisinde bilgilerin derhal imha edilmesi gerektiğinin anlaşıldığı, oysaki soruşturma boyunca hakim kararlarının süresinde alınmamasına rağmen kayıtların imhasının yapılmadığı kaydedildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca, Fetullahçı Terör örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) 25 Aralık soruşturması kapsamında usulsüz dinleme yapmasına ilişkin hazırlanan iddianamede, "İş adamlarından Turgay Ciner'in uzun süre dinlenilmesine hatta Başbakanlık konutundaki görüşmesinin GSM cell haritasından takip edilerek, aynı anda Başbakan'la buluştuğunun tespit edilmesine rağmen hakkında fezleke düzenlenmemesi hukuki terminoloji ile izah edilememiştir." denildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcuvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından hazırlanan 849 sayfalık iddianamede, araya kesintiler girdikten sonraki dinlemelerin uzatma değil yeniden dinleme kararı olması gerektiği belirtilerek, ancak bu duruma soruşturmayı yapan cumhuriyet savcısı, dinleme kararlarını veren hakimler ve Telekomünikasyon İletişim Başkanlığındaki (TİB) yetkililerin bilerek göz yumduklarının anlaşıldığı kaydedildi.

CMK'da iletişimin tespitine yönelik tedbir kararlarının en çok üç ay için verileceği, bu sürenin bir defa uzatılabileceği, ancak örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde hakimin bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebileceğinin hükme bağlandığını hatırlatılan iddianamede, bu hüküm gereğince dosyada örgüt faaliyetleri çerçevesinde ihaleye fesat karıştırıldığından bahisle müteaddit uzatma kararlarının alındığı anlatıldı.

İletişimin tespitinin yönetmeliğin 12. maddesine göre kesintisiz yapılması gerektiği, ancak uzatma kararlarının 1-2-3'er günlük fasıllarla kesintiye uğratıldığı, TİB'in sistemine göre tespite alınan telefon numarası ile ilgili sonlandırma tarihi sisteme tanıtıldığından kararın son günü tespitin sistem tarafından otomatik olarak sonlandırıldığı, aynı şüpheli ve telefon numarası hakkında artık uzatma kararı alınamadığı kaydedilen iddianamede, "Ancak şartlarının oluşması halinde yeniden iletişimin tespitine dair karar alınması gerekeceği, bu nedenlerle kesinti tarihinden sonraki dinlemelerin usul ve yasaya aykırı olduğu tespit edilmiştir. Bu şekilde elde edilen ses kayıtları ve sinyal bilgileri yasal delil niteliği taşıyamaz." denildi.

Kanun koyucunun, mutlak-nispi delil yasağına yer vermeksizin bu ayrım ve benzeri ayrımlara değinmeksizin, subjektiflik taşıyan ve "hukuk devleti" ilkesinden sapan uygulamaların önüne geçebilmek amacıyla tartışmasız düzenlemeler öngörüldüğü anlatılan iddianamede, şunları kaydedildi:

"Bu kapsamda bahse konu soruşturma dosyasında şüphelilerin bir kısmının örgüt kurduğundan, bir kısmının ise kurulan örgüte üye olduğundan bahsedilmişse de iletişimin tespiti ve telefon dinleme kararlarının istisnasız hepsinin bütün şüpheliler açısından TCK 220/1 maddesinde düzenlenen suç örgütü kurmak iddiasıyla alındığı anlaşılmıştır. Soruşturma kapsamında ismi geçen tüm şüphelilerin suç örgütünün yöneticisi veya lideri olamayacağı için dinleme kararları usulsüzdür. Soruşturmayı yürüten görevlilerin kasten bütün dinledikleri şüphelileri örgüt lideri gibi göstermek suretiyle kanundaki en uzun dinleme süresi olan 6 ay sınırını aştıkları, aksi takdirde örgüt üyesi olarak gösterilen kişilerin atfedilen katalog suçtan en fazla 6 aylık dinleme sonunda takibin sona ermesi gerekmektedir. Zaten sadece örgüt üyeliğinden dolayı dinleme yapılamayacağına dair yasada açık düzenleme bulunmaktadır."

- ''3. şahıslar üzerinden dinleme yapıldı''

İletişimin tespitine ilişkin karar taleplerinde anonim şirketin kurucusu, yöneticisi ve işçilerinin aynı örgütsel yapılanma içerisinde "örgüt lideri" olarak gösterildiği belirtilen iddianamede, bu şekilde hayatın olağan akışına ters bir kurgu oluşturulduğuna işaret edildi.

İddianamede, "CMK 135. maddesine göre, katalog suçlarda dinleme karar süresinin iki kez 3'er aylık süreler zarfında yapılabileceği, örgütlü suçlar yönünden birer aylık periyotlarla müteaddit defalar uzatılabileceği ve örgütlü suçlar ile ilgili dinleme kararının sadece örgüt kurucusu ve yöneticileri bakımından alınabileceği hükmünü dolanabilmek için soruşturma süresince tüm şüphelerin örgüt yöneticisi konumuna getirilmiştir." denilerek, elde edilen iletişimin tespiti kayıtlarının delil kabiliyetinin bulunmadığı vurgulandı.

İddianamede, dosyada şüpheli olarak adı geçmeyen ancak hakkında iletişimin tespiti kararı bulunan şüphelilerle yaptığı konuşmalar esnasında dinlemeye takılan 3. kişiler hakkında da hiçbir gerekçe gösterilmeksizin, yasadaki usule uyulmaksızın ve hakim kararı alınmadan müteaddit defalar dinleme yapıldığı, dinlemeden elde edilen yasal olmayan ses kayıtlarına dayanılarak şahısların şüpheli konumuna getirildiği kaydedildi.

Yasal olmayan şekilde Başbakan, bakanlar, yüksek yargı mensuplarının da dinlenildiği anlatılan iddianamede, bu kişilerin soruşturulmasının özel hüümleri tabi olduğu hatırlatıldı.

Fezleke düzenlenirken 5 ayrı grup olduğundan bahsedilerek, her grubun başına 1 kişinin lider olarak yazıldığı aktarılan iddianamede, bu kapsamda birinci grubun liderinin Yasin El Kadı, ikinci grubun liderinin M. Latif Topbaş, üçüncü grubun liderinin Bilal Erdoğan, dördüncü grubun liderinin Binali Yıldırım, beşinci grubun liderinin ise Cemal Kalyoncu olarak gösterildiği kaydedildi. İddianamede, örgüt lideri olarak gösterilen Binali Yıldırım ve Bilal Erdoğan haklarında hiçbir dinleme kararı olmadığı halde 3. şahıslar üzerinden alınan dinleme kararlarına istinaden uzun süre gayri kanuni yöntemlerle dinlenildikleri ve bu nedenlerle bu dinleme kayıtlarının yasal anlamda delil değeri taşımadığı ifade edildi.

- "Devlet suçluyu takip eder, ortada suç yokken pusuya yatıp suç üretmez"

İddianamede şu değerlendirmelerde bulunuldu:

"İş adamlarından Turgay Ciner'in uzun süre dinlenilmesine hatta Başbakanlık konutundaki görüşmesinin GSM cell haritasından takip edilerek aynı anda Başbakan'la buluştuğunun tespit edilmesine rağmen hakkında fezleke düzenlenmemesi hukuki terminoloji ile izah edilememiştir. CMK'da konutlar hakkında teknik ve fiziki takip yapılamayacağı açıkça düzenlenmesine rağmen Başbakanlık Resmi Konutu'nun teknik takibe maruz bırakıldığı, Başbakan'ın Kısıklı'daki konutu ile ilgili de GSM cell haritası çıkarılarak görüştüğü kişilerle ilgili telefon sinyal eşleştirmesi yapılmıştır. Raporlardan da anlaşılacağı üzere bir kısım tapenin basılmamış olduğu, kimi tapelerin suç teşkil etmemesine rağmen basılmış olduğu, bazı tapelere ait ses kayıtlarının dosyada bulunmadığı anlaşılmıştır. Ceza muhakemesi hukuku ilkeleri herkese bir gün lazım olabilecek temel ilkelerdir. Devlet 'mutlak hakikati bulacağım' diye ceza yargılamasının süjesi olan insanı görmezlikten gelmemelidir.

Soruşturmacı delil toplarken baştan kendisi hukuka bağlı kalmalı, kanunsuz delil toplamamalıdır. Suç varsa suçluyu araştırmaya başlamalıdır. Bir şüphelinin 3 yıl dinlenilmesi, bir suç işlerse diye düzenek kurulması, varsa bir suç üzerine gidilmeyip daha ne suçlar işleyecek mantığıyla kişilerin özel hayatlarının takibe alınması hukuk devletine yakışan bir soruşturma yöntemi değildir. Devlet suçluyu takip eder, ortada suç yokken pusuya yatıp suç üretmez, varsa suçu önleme imkanı, suçu önler. Soruşturma gizli olarak yürütülür, iletişimin tespitinden elde edilen veriler gizlidir, daha yargılama konusu yapılmadan kamuoyuyla paylaşılarak algı yönetimi yapılamaz. Masumiyet karinesine herkesten çok hukukçuların dikkat etmesi gerekir.''

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca, Fetullahçı Terör örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) 25 Aralık soruşturması kapsamında usulsüz dinleme yapmasına ilişkin hazırlanan iddianamede, "FETÖ mensupları kendilerinin devletin sahibi olduğuna o kadar inandırmışlardır ki, demokratik cumhuriyete bağlı kamu çalışanları hakkında 'şikayet dilekçesi' adı altında fezleke düzenlemeye varacak kadar pervasızlaşmışlar ve sürekli satır aralarında 'Bir gün yargılanacaksınız.' diye tehdit etmekten geri kalmamışlardır." ifadelerine yer verildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından hazırlanan iddianamede, kumpas soruşturmaları sonrası örgüt mensuplarına ait görüşmelere yer verildi.

İstanbul ağır ceza mahkemelerinden alınan dinleme kararlarına istinaden şüphelilerin iletişimlerinin tespit edildiği ve telefon dinlemesi yapıldığı belirtilen iddianamede, bu kapsamda şüphelilerin FETÖ ile iltisaklarının tespitinin yapıldığı, ayrıca hükümete darbe yapmaya ilişkin teşebbüsleriyle ilgili delil ve emarelere ulaşılmaya çalışıldığı kaydedildi.

Tespitlerde, şüphelilerin gerek birbirleriyle gerek üçüncü şahıslarla telefonda konuştukları anlatılan iddianamede, üçüncü şahısların da dinlemeye alındığı, konuşmalarda şüphelilerin gizliliğe büyük önem verdikleri ve karşısındaki kişiyi telefonların dinlenildiği hususunda uyardıklarının görüldüğü aktarıldı.

İddianamede, şüphelilerin konuşmalarından FETÖ'ye üye olduklarının çok açık biçimde anlaşıldığı, son süreçte ülke gündeminde olan olaylarla ilgili örgütün yayın organlarındaki görüşleri aynen paylaştıkları, seçimlerde örgütün takip ettiği stratejiyi izledikleri, siyasi partilerin iç işleyişiyle ilgili yorumlar yaptıkları, iktidar partisinin mutlaka yönetimden uzaklaştırılması gerektiğine dair konuşmalar yaptıklarının tespit edildiği bildirildi.

Konuşmalarda, Cumhurbaşkanı'nı firavuna benzettikleri, cemaatin de firavunun sivrisineği olacağına yönelik temennide bulunduklarının anlaşıldığı belirtilen iddianamede, konuşmaların aşırı küfürlü olan ve suça ilişkin olmayan kısımlarının iddianameye alınmadığı, suç ile ilintili görülenlerin de sansürlenerek yazıldığı anlatıldı.

İddianamede, örgüt üyelerinin hiçbir ahlaki değer yargısı olmadığı için ülke yöneticilerine, siyasi parti liderlerine, Cumhurbaşkanı'na, başsavcı, savcı ve hakimlere sinkaflı küfürler ettikleri kaydedilen iddianamade, üyelerin, cumhuriyetin kurum ve kuruluşlarını aşağıladıklarının görüldüğü belirtildi.

- "Örgüt, gizemli rüyalarla avutulmuş"

PDY mensubu olan şüphelilerin, FETÖ soruşturmalarını yapan hakim ve savcıları da aşağıladığı aktarılan iddianamede, şunlar kaydedildi:

"Bu durum da açıkça ortaya koymaktadır ki, FETÖ mensupları kendilerinin devletin sahibi olduğuna o kadar inandırmışlardır ki, demokratik cumhuriyete bağlı kamu çalışanları hakkında şikayet dilekçesi adı altında fezleke düzenlemeye varacak kadar pervasızlaşmışlar ve sürekli olarak satır aralarında 'Bir gün yargılanacaksınız.' diye tehdit etmekten geri kalmamışlardır. Aynı yöntemi terör örgütünün medya kuruluşları da köşe yazarları vasıtasıyla sürdürmüş olup, Türkiye Cumhuriyeti'ni, cumhuriyet savcılarını yazdıkları tehditkar yazılarla korkutacakları zehabına kapılmışlardır. Örgüt yaptıklarıyla büsbütün ortaya çıkmış, stratejisinden vazgeçerek devlete açıktan savaş ilan etmiştir. Örgüt ezoterik bir örgüt olduğu için rüyalarla amel etmiş, bu duygu ve his örgüt mensuplarının hepsine imani bir kural gibi öğretilmiştir. Örgüt gizemli rüyalarla avutulmuş, hep devletin başına bir iş geleceği, hükümetin yıkılacağı, zafere erişecekleri mitleriyle aldatılmışlardır. Bu arada himmet paralarının keyfini süren üst tabaka Amerika, Almanya ve dünyanın değişik ülkelerine firar ederken, alt tabakada bulunan mensupları teslim olmaya zorlanmış, bir gün kurtulacakları, devlet kurumlarından ve yöneticilerden hesap sorulacağı hikayeleriyle uyutulmuşlardır. Örgüt lideri Amerika'dan yayınladığı sohbet programlarıyla sürekli tabanı diri tutmaya çalışmış, cezaevinde bulunanların çözülmelerini engellemek için onları 'Girdikleri gibi çıksınlar' diye desteklediği mesajını vermiştir.

- "Yurt dışı kaynaklı telefonlarla irtibatları var"

Yürütülen soruşturmalar kapsamında alınan mağdur, müşteki, tanık, bilgi sahibi ve şüpheli ifadelerine göre Menekşe Uyar ve Muammer Akkaş'ın FETÖ/PDY'ye müzahir olduğuna dair bilgilerin olduğu belirtilen iddianamede, şüpheli şahısların haberleşme trafiğinin örgütün "yargı imamı, yargı imam yardımcısı, tayin heyeti üyesi, ana kadro ve üst düzey sorumlu" olarak nitelendirilen şahıslarla yoğunlaştığının görüldüğü vurgulandı.

İddianamede, şüphelilerin ayrıca yurt dışı kaynaklı telefonlarla irtibatlarının olduğu da belirtilerek, bu durumun örgüt içerisindeki hiyerarşik yapılanmanın gereği olarak talimatların yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya doğru silsile yoluyla iletildiğine, örgüt jargonunda "mahrem hizmetler" olarak adlandırılan mülkiye, adliye, askeriye ve emniyet birimlerinde var olan örgüt üyeleriyle haberleşmede kullanılan "kurye" yönteminin varlığına işaret ettiği bilgisi verildi,

Adı geçen şahıslar ile birinci derece irtibatlarının, FETÖ/PDY mensubu şahıslar ile yoğun irtibatlı olduklarının yapılan HTS analiz çalışmasında açıkça görüldüğü vurgulanan iddianamede, hakim ve savcıların uygulama ve davranışlarıyla gaye edindikleri hedefe ulaşmak için kanun koyucunun suç ve suçlularla mücadele amacıyla belirlediği ilke ve kaidelere aykırı davrandıkları sonucuna varıldığı bildirildi.

İddianamede, Muammer Akkaş, Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in farklı bürolarda görev yapmalarına rağmen, birbirlerinden haberli ve bağlantılı şekilde operasyon talimatı vermelerinin, suç ve suçlularla mücadeleden ziyade, gizli bir amaç doğrultusunda yapıldığının anlaşıldığı vurgulandı.

Hakim ve savcıların görevlerinin özelliği nedeniyle resmi ve özel yaşantılarındaki ilişkilerinde herkesten daha dikkatli olmak zorunda bulunduğu ve ölçülü yakınlıkları aşmaması gerektiğinin yadsınamaz bir gerçek olduğu anlatılan iddianamede, şunlar aktarıldı:

"İncelenen dosya kapsamları, müştekiler, gizli tanıklar ve ihbar edenlerin ifadeleri nazara alındığında savcı Muammer Akkaş ile hakimler Süleyman Karaçöl ve Menekşe Uyar'ın, ayrıca haklarında inceleme ve soruşturma raporu tanzim edilen cumhuriyet savcıları Celal Kara, Mehmet Yüzgeç ve Zekeriya Öz ile birlikte, Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı PDY'ye yönelik hükümet politikasından duyulan rahatsızlık nedeniyle İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görevli bir kısım polis amir ve memurlarıyla fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek, ayrıca bu yapının kontrolündeki basın ve yayın kuruluşlarının da desteğini alarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırarak görevlerini yapmasını engellemiş, bu suçu işlerken de birçok alt suçları da işlemişlerdir."

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'nca, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) 25 Aralık soruşturması kapsamında usulsüz dinleme yapmasına ilişkin hazırlanan iddianamede, ''Kolluk görevlilerinin 'spark' adlı anlık mesajlaşma programından yazıştıkları ve konuşmalardan anlaşılacağı üzere soruşturmanın ne zaman sonlandırılacağına cumhuriyet savcısı dışında yurtdışından bir yerden gelecek 'abi' denilen bir kişinin karar verdiği anlaşılmıştır.'' denildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından hazırlanan iddianamede, 25 Aralık soruşturmasını yürüten kolluk görevlilerinin ''spark'' isimli anlık mesajlaşma programı kullandıkları, bu yazışmalardan birinde görevli dinlemecilerin "şef" dedikleri kişinin yurtdışından gelecek "abi" denilen kişinin ne zaman Türkiye'ye döneceğini sorduğu, operasyonun 10 gün içinde yapılacağını söylediklerini ve 3-4 gününün de geçtiği hususunda yazıştıkları aktarıldı.

İddianamede, ''Henüz dosyada takip edilen şüphelilerin iletişiminin tespitine yönelik yeni kararlar alınmış iken ve takip devam ederken alınan bir talimat üzerine dinlemeleri sonlandıracakları ve her ihtimale karşı tarihsiz bir fezleke düzenleyerek savcıya sunacaklarına dair yazışmalar yapılmıştır. Oysa ki soruşturmanın devam edip etmeyeceğine cumhuriyet savcısının karar vermesi gerektiği, sonlandırmadan sonra fezleke tarihinin açıkça yazılması gerekeceği, tarihsiz fezleke düzenlenemeyeceği, bu konuşmalardan anlaşılacağı üzere soruşturmanın ne zaman sonlandırılacağına cumhuriyet savcısı dışında yurtdışından bir yerden gelecek 'abi' denilen bir kişinin karar verdiği anlaşılmıştır.'' ifadelerine yer verildi.

Yazışmalarda kolluk görevlilerinin artık veri indiremeyeceklerini, seslerin imha edildiğine dair yazışma yaptıkları ifade edilen iddianamede, imhadan kastedilenin normal prosedürde artık fezlekenin Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesi aşamasında dinleme yapan görevlilerin kendi bilgisayarlarında bulunan ses kayıtlarının yönetmelik hükümleri uyarınca silme şeklinde imhasının kastedildiği belirtildi.

''Kabineyi toplayacağız burada, onlara nefes aldırmayacağız'' şeklinde yazışmanın dosyanın içeriği ile uyumlu olduğu, yapılan incelemede bütün kabine üyelerini yasal olmayan yöntemlerle dinlemiş olduklarının tespit edildiği bildirilen iddianamede, gizli tanık ''Fatih'' isimli kişinin ifadeleri de yer aldı.

İddianamede, gizli tanık Fatih'in şu beyanlarına yer verildi:

''Normalde dinleme görevlilerinin dinlemeyi yaptıktan sonra yeni bir suç unsuruna rastlarlarsa, her iki dinlemecinin birlikte imza ettikleri bir rapor düzenlediklerini, ancak kendilerinin bu dosyada bu şekilde çalışmadıklarını, amirlerin 'şu telefon numaraları da dinlenecek bunlara ilişkin bir rapor yazın' dediklerini, kendilerinin de sanki o telefon numaralarında suç unsuru olan bir konuşmaya düştüğünü farz edip rapor tuttuklarını anlattı. İlk zamanlar hiçbir ses kaydı olmamasına rağmen, hiçbir konuşması bulunmamasına rağmen, rastgele kişiler hakkında rapor tuttuklarını, çünkü kendilerinden bunu amirlerinin istediğini, kendi raporları üzerine savcının da zaten olaydan haberdar olduğu için dinleme talebini imzaladığını, hakimin de hiçbir zorluk çıkarmadan kararı verdiğini, yani emniyetin bu soruşturmada bir kişiyi dinlemek istediği zaman suçu olsun, olmasın dinleme kararı alabildiklerini, Muammer Akkaş'tan gece vakti bile dinleme talebi alabildiklerini, hakimin de hiçbir zorluk çıkarmadan her defasında kararı imzaladığını, nöbetçi hakim istedikleri hakim olmazsa bir hafta öncesinden veya sonrasından karar alabildiklerini, hep aynı hakimden karar alabilmek için saat 5'ten sonra karar alabildikleri halde sanki gündüz vakti almış gibi imzalattıklarının olduğunu söyledi. Dinlemelerin kesintisiz yapıldığını, bu durumda bütün dinleme kararlarının istedikleri hakime denk gelmeyebildiğini, hakim denk gelmeyince 3-4 günlük boşluk bırakılıp dinlenen numaranın çıkışını yaptıklarını ve sonra tekrar girdiklerinin olduğunu, çıkış yapmak zorunda kaldıklarını söyledi."

- "Amaç yolsuzluğun üzerine gitmek değil"

Gizli tanık Fatih'in ifadesinde, bu dosyaya çok önem verdiklerini anladığını, normalde kendisinin bir polis memuru olduğunu, Yakup Saygılı ile görüşme şansının bulunmadığını ancak 656 sayılı dosya ile ilgili herhangi bir evrak imzalatılması söz konusu olduğunda toplantıda bile olsa Saygılı'ya ulaşıp bu evrakı imzalattıklarını anlattığı belirtilen iddianamede, ayrıca diğer dosyalarda savcılar gelip dosya akıbetini sormazlarken, Muammer Akkaş'ın sürekli olarak mali şubeye bu dosya ile ilgili gelip bilgi aldığını, soruşturmayı yapanların amacının herhangi bir yolsuzluğun üzerine gitmek olmadığını söylediği ifade edildi.

İddianamede, gizli tanık Fatih'in, iş adamı Cengiz Aktürk'ün çocuklarının Fatih Koleji'nde okuduğunun tespit edildiğini ve Zaman gazetesi abonesi olup olmadığını öğrenebilmek için Fatih Komiserin istihbarat şube ile irtibata geçtiğini, Zaman abonesi olmadığını öğrenince durumunda bir değişiklik yapmadıklarını, Aktürk'ün çocuklarından bir tanesinin Zaman gazetesinin deneme sınavına girmiş olduğunu ve bunun bir komşusunun aboneliği üstünden yapıldığını anlayınca onu fezlekeden çıkarmama kararı aldıklarını, kendi kanaati Zaman abonesi olsaydı fezlekeden çıkarılacak olduğunu söylediği bilgisi yer aldı.

Gizli tanık Fatih'in ''17 Aralık operasyonunun akabinde mali şubenin kadrosuna yönelik yapılan yer değiştirmelerin bunların moralini çok bozduğunu, bütün amirlerin ilk günlerde hızla ilişiğinin kesildiğini, birkaç gün içinde normal memurların da ilişiğinin kesilmeye başladığını, herkesin yeni görev yerlerine gittiğini'' beyan ettiği aktarılan iddianamede, ''Böyle bir bozgun olunca anladığı kadarıyla adliyede fezlekenin değiştirildiğini, son bir ay içerisinde çok yoğun bir şekilde tape yapılmaya başladığını, fezleke işlerinin hızlandırıldığını, zaten son üç ay içerisinde de kontrolsüz şekilde yeni numaralar girildiğini, suç işleyip işlemediğine bakılmaksızın amirlerin bildirdiği bütün numaralar hakkında rapor düzenlediklerini ve dinleme kararı aldıklarını, özellikle dinlemeleri Başbakan'ın etrafında yoğunlaştırdıklarını, Şenol Kazancı, Aydın Ünal ve Mustafa Varank isimli Başbakanlık danışmanlarının hiçbir suçu olmadığı halde sırf Başbakanı daha etraflı dinleyebilmek için bunlar hakkında dinleme kararı aldıklarını'' ifade ettiği kaydedildi.

- ''PDY mensubu olmayanlar fişlendi''

FETÖ'nün yapısından, kuruluşundan, faaliyetlerinden. öğrencilerin örgüte kazandırılmasından bahsedilen iddianameye, şöyle devam edildi:

''Öğrencilik yıllarında Paralel Devlet Yapılandırması'na kazandırılanlar hariç olmak üzere, PDY mensubu olmayan kamu personeline, Allah katında daha iyi bir Müslüman olacağı, ülkesine ve millete daha iyi hizmet edeceği, PDY'ye yardım ederek sevap kazanacağı şeklinde PDY mensuplarınca kendisine yapılan yönlendirmeler, PDY vasıtasıyla daha üst görevlere yükselebilmek, mevcut görev yerini ve çalışma şartlarını kaybetmemek, çalıştığı kurumda ezilmemek ve istediği maddi imkanlara kavuşabilmek şeklinde özetlenebilecek çeşitli nedenlerle, sonradan PDY üyesi olabilmektedir. Ancak bunların yapılabilmesi için öncelikle çekirdekten yetişme PDY mensuplarının o kurumda belli bir güç kazanması gerekmektedir. Bazı kamu personeli PDY mensupları tarafından fişlenmekte ve zaafları tespit edilmekte, yakaladıkları bir açık üzerine hakkında başlatılan soruşturma bitirilmeyerek kamu personelinin PDY lehine çalışması sağlanmaktadır.''

- "Gazeteye haberler çiçek saksısında geliyordu"

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın soruşturmasındaki gizli tanık Ayçiçeği'nin ifadesine yer verilen iddianamede, Ayçiçek'in ifadesinde şunları söylediği anlatıldı:

''Karşı gazetesinin amacı yanlış olan her şeyi eleştirmekti. Bu hangi parti, ideoloji olursa olsun yanlışları eleştirmek amacıyla kurulmuştu. Zaman zaman bu gazetede cemaatin istediği haberler yazılmaya başladı. Hükümet aleyhine tapeler yayımlandı. Karşı gazetesine haberleri, Türkiye İş Adamları ve Sanayiciler Konfederasyonu'nun (TUSKON) danışman firmasından Y. isimli kişi getiriyordu. Y, TUSKON'un danışman firmasından getirdiklerini E.E'ye teslim ediyordu. Aynı şekilde CD'leri E.E. ve U.K. da getiriyordu. Haberler bazen gönderdikleri çiçeklerin saksısında geliyordu. Bazen çikolata kutusunda CD ortamında geliyordu. Zaman zaman TUSKON'dan Y. de gazeteye geliyordu. Getirdiği belgelerin yayımlanması hususunda gazetede tartışma çıkıyordu. E.E. ısrarla yayımlanmasını istiyordu. Mehmet Bozkurt da böyle kritik belgelerin yayımlanmasını istemiyordu. Bunun üzerine E.E, Turan'a 'Bunlar hükümeti düşürecek, Erdoğan'ı Lahey'de savaş suçlusu olarak yargılatacak belgeler diyordu. Bunları yayımlarsak TUSKON gazeteye yardımcı olur, yeteri kadar para verir, gazete zengin olur' diyordu. 17-25 Aralık tapelerinin bulunduğu CD'leri U.K. ve E.E. getirdiler. E.E. Samanyolu TV'de programlara da katıldı.''

AA