16 Nisan referandumu, yazılı ve görsel basında, sosyal medyada, çarşıda, pazarda, kahvede bütün vatandaşlarımız tarafından konuşulmakta, toplumumuz evetçi ve hayırcı olmak üzere gittikçe ayrışmaktadır.

Evet veya hayıra, sosyal gerekçeler bulanlar var.

Siyasi gerekçeler bulanlar var. Partizanca bakanlar ve inatlaşanlar var.

Bizim ise bu meseleye bakışımızda dört ana neden vardır.

Birincisi, tarih emrediyor;

Binlerce yıldır, törelerimizin istikametinde var ettiğimiz toplum ve devlet hayatımız, nüfusumuzun artması ve şehirleşmenin gereği olarak yerini kanunlara bırakmıştır.

Yasalarımız birey olarak törelerimiz istikametinde sınırlarımızı belirlerken, “ana yasamız”  devlet ve devlet adamlarımızın sınırlarını belirleyerek, başına buyrukluğa müdahale eder.

Töre “yasa” makam ve mevkii ne olursa olsun, kişilerin üzerindedir.

Milliyetçi hareketin öngörüsü ve talebiyle hazırlanan Yeni anayasa devleti daha güçlü kılacaktır.

Bu yüzden 16 Nisan referandumu, devlet işleyişi için lüzumludur ve tarihin bizlere yüklemiş olduğu bir vebaldir.

Tarihin emridir.

İkincisi, töre emrediyor;

Töre bir hukuk nizamı inşa ettiği gibi, aynı zamanda, “bir toplumda yazılı olmayan, gelenekleşmiş kanun ve kurallardır”  ülkücü hareket, Türk tarih medeniyetinin tartışılmaz temsilcileri olarak, doktrinler disiplin içerisinde, tarihten beslenerek, kendi bütünlüğü içerisinde, tarihi mirası referans alarak, kültür ve töre oluşturmuştur.

Liderin çizgisinde, teşkilatların bütünlüğü içerisinde, doktrinler aklın önderliğinde hareket etmek ve bu çizgide yürümek, aynı zamanda “töredir”

Liderin baktığı yer belli, talimatı nettir.

Üçüncüsü, günümüz emrediyor;

15 Temmuz kalkışması yok farz edilerek günümüzü tam anlamak, siyaseti okumak ve doğru karar verebilmek mümkün değildir.

Terör örgütlerinin masum cemaat kisvesi altında, teröristlerin, Türk askeri üniforması altında yaptıkları ihanet, bütün tarih boyunca pek rastladığımız bir durum değildir.

Hedefin Türk ordusuna diz çökertmek, bin yıllık kardeşliğimizi dinamitlemek ve birçok terör örgütünün bir araya gelmesiyle, “iç savaş” ardından cennet vatanımızı işkâl hesaplarının yapıldığı bu günleri unutmak yanlış olur.

Şükürler olsun ki, Türk ordusu diz çökmemiş, her türlü ihanete rağmen, yeleleri kabarmış bir kurt gibi, geleceğe selam vermektedir.

Fakat tehlike daha geçmiş değildir.

Türk milletine ve devletine saldırılar devam etmektedir.

Yarınlar için bu günleri muhafaza etmek ve daha da güçlenmek mecburiyetimizdir.

Dördüncüsü, gelecek emrediyor;

Tanrı dağlarının eteklerinden, dünyanın dört bir yanını yurt eden necip Türk milleti, bin yılı aşkın bir zamandan beri, Anadolu’yu vatan yapmıştır.

İsimlerini gönüllerimize kazıdığımız devlet adamlarımız ve adlarını dahi bilmediğimiz sayıları hakkında fikir dahi yürütemediğimiz şehitlerimiz, binlerce yıldır bizler için can alıp kan dökmüştür.

Bu gün nasıl ki, varlığımızı onlara borçlu isek, gelecek nesillere de güçlü bir vatan ve müreffeh bir Türklük âlemi bırakmaya mecburuz.

Geleceğe olan borcumuzu ödemeye mecburuz.

Biz bu dört emirden dolayı evet diyoruz.