İran hükümeti, son dönemde nükleer anlaşmadaki taahhütlerini askıya alarak ileride kendisini zor durumda bırakacak riskli hamlelerde bulunurken bir yandan da umudunu AB'nin ABD'ye karşı takınacağı tavra ve yaptırımların hafifletilmesi için atacağı adımlara bağlamış durumda.

Hükümetin muhafazakar kesimin artan baskılarını hafifletmek ve AB’yi adım atmaya zorlamak için attığı riskli adımlar, genel olarak reformistleri ve özel olarak da Ruhani hükümetini içinden çıkılamaz bir sonuçla karşı karşıya bırakabilir.

Muhafazakarların hedefi Şubat 2020 Meclis seçimleri

Şubat 2020 yılında yapılacak İran parlamento seçimleri, reformistler ve dolayısıyla da Ruhani hükümeti için hayati önem taşıyor. Meclisteki çoğunluğun muhafazakarların eline geçmesi halinde, yeni gensorular ve muhtelif engellemelerle kabine çalışamaz duruma getirilebilir.

Reformistlerin Şubat 2020 meclis seçimlerinden başarısızlıkla çıkması ve hükümetin ekonomik sorunlarla ilgili beklenen adımları atamayacak olması bir sene sonra 2021’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhafazakar kanadın adayının şansı daha fazla olacak.

Reformist lider Hatemi'den uyarılar

Geçen hafta başkent Tahran'da bir grup mühendisle bir araya gelen eski cumhurbaşkanı ve reformistlerin lideri Muhammed Hatemi, halkın sandığa çekilebilmesi halinde rejimi yıkmak isteyenlerin etkisiz kalacağını söyledi.

Halkın reformistlerden umudunu kesmesi durumunda "rejimin yıkılması yönündeki kanaatlerin de güçleneceği" uyarısını yineleyen Hatemi, böyle bir gelişme karşısında "İran rejimini yıkmak isteyenlerin başarılı olabileceğini" ifade etti.

Ruhani'nin AB'ye resti ve muhafazakar kanatla zor imtihanı

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin, geçen haftaki bakanlar kurulu toplantısının ardından yaptığı açıklamada şimdiye kadar görülmeyen ses tonundaki sertlik ve AB ülkelerine yönelik tehditkar ifadelerinin, çözümü hızlandırmak amaçlı olduğu belirtiliyor. İran'ın AB ülkelerine verdiği 60 günlük sürenin dolmasından ve Tahran yönetiminin uranyum seviyesini yüzde 3,67'nin üzerine çıkaracağını açıklamasından bir gün önce Ruhani ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında yapılan telefon görüşmesi de İran hükümetinin AB ülkelerinin tutumuna verdiği önemin bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.

Söz konusu görüşme talebinin Macron'dan mı yoksa Ruhani'den mi geldiği yönündeki soruyu İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçi cevapsız bırakmış ve "bunun önemli olmadığını" dile getirmişti. Arakçi'nin bu cevabı, görüşme talebinin Ruhani'den geldiği ve AB ülkelerini adım atmaya zorlama amaçlı olduğu şeklindeki kanaati güçlendiriyor.

Nükleer anlaşmaya taraf ülkelerden Almanya, Fransa ve İngiltere son günlerde uranyum zenginleştirme ve diğer konularda taahhütlerini askıya alan Tahran yönetiminin taleplerini bir nebze de olsa yerine getirmek için mali ödeme mekanizması INSTEX'i faaliyete geçirdi. Bunun yanında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Diplomatik Danışmanı Emmanuel Bonne 20 Haziran'dan sonra çarşamba günü ikinci defa Tahran'a gelerek Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani ve Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ile bir araya gelerek, bölgedeki gerginliğin düşürülmesi ve "ekonomik ateşkesin" sağlanması için görüşmelerde bulundu.

İran hükümeti ve AB ülkelerinin karşılıklı olarak attığı adımlar iki taraf arasında örtüşen çıkarların bir sonucu. Reformistlerin desteğiyle iktidara gelen ve gücünü büyük ölçüde bu kesime borçlu olan Ruhani, her ne kadar muhafazakar kesime yakın bir üslup kullansa ve onların argümanlarını sahaya sürse de umudunu AB'nin ABD yaptırımlarını hafifletmek için atacağı adımlara bağlamış durumda. 

21 Mayıs'ta başkent Tahran'da Şii din adamlarıyla bir araya gelen Ruhani, nükleer anlaşmadan çekilmeleri durumunda AB ve BM'nin de ülkeye yaptırım uygulayabileceği uyarısında bulunarak, "Düşman sürekli olarak gerginliği İran'ın başlatmasını istiyordu ancak bunu yapmadık. İçeride de birileri nükleer anlaşmadan çıkmamızın peşindeydi ancak bu zeminde direnmek çok zordu. Eğer ABD'nin tahrikleriyle nükleer anlaşmadan çıksaydık, bugün hükümetin halka yönelik attığı adımları savunmak çok ağır ve karmaşık bir hal alırdı. Böyle bir durumda ABD'nin dışında uluslararası kamuoyu ve BM de ülkemize karşı yaptırım uygulardı." değerlendirmesinde bulunmuştu.

Bu toplantıdan bir hafta sonra basın mensuplarıyla bir araya gelen Ruhani, muhafazakar kesimin seçim stratejisini eleştirerek, şu yorumda bulunmuştu:

"Ülke içinde bazıları; halkın hükümete olan güveninin azalması durumunda, hükümet destekçilerinin mecliste çoğunluğu kaybedeceğini düşünüyor. Bunlar hükümetin çabalarını küçük görerek ve yok sayarak gelecek cumhurbaşkanlığı seçiminde galip gelmenin peşinde. Bu ise İran tarihine yapılacak en büyük ihanettir."

"Muhafazakarlar 'direniş' kartını reformistlerden daha iyi kullanacak"

Reformist siyasetçi ve gazeteci-yazar Ali Şukuhi, İtimad gazetesindeki köşesinde, muhafazakarların Şubat 2020 parlamento seçimlerinde temel sloganlarını Ruhani hükümetinin eleştirisi üzerine kuracağını ve ülke sorunlarını mevcut hükümetin politikalarına bağlayacağını ifade etti.

Muhafazakarların Ruhani'nin müzakerelerde bir şey elde edemediğine inandığına dikkati çeken Şukuhi, "Muhafazakar kesim son günlerde fazlaca dillendirilen 'direniş' sloganı ve kartından reformistlere kıyasla daha fazla istifade edecek. Muhafazakarların, Batıya güvenilmemesi ve taviz verilip müzakere yapılmaması yönündeki görüşleri yaptırım şartlarında halkın daha fazla ilgisini çekebilir. Muhafazakarlar oluşan zemini ve atmosferi 'direniş' sloganlarıyla daha iyi değerlendirecektir." görüşlerini paylaştı.

Şukuhi, muhafazakarların, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) bünyesinde kara para aklama için kurulan Mali Eylem Görev Gücü (FATF) ve Terörizmin Finansmanıyla Mücadele Konvansiyonuna (CFT) karşı çıkarak da iyi bir politika izlediklerini anlatacaklarını aktardı.

"Nükleer anlaşmayla ilgili yanıltıcı okumalar hükümet karşıtlarına fayda sağlayabilir"

Dış siyaset ve uluslararası hukuk uzmanı Rıza Nasri, reformist Şark gazetesindeki köşesinde, muhafazakar kanada işaret ederek "Bazıları yanlış bir şekilde ABD yaptırımlarının geri gelmesi ile yaşanan ekonomik krizi nükleer anlaşmanın bir sonucu olarak görüyor ve bunun faturasını dış politikadaki karar alıcılara kesiyor." ifadelerini kullandı.

Muhafazakarları nükleer anlaşmayı tahrif ederek halkı bu konuda yanılttığını ileri sunan Nasri, "Nükleer anlaşma ile ilgili tahrif edici ve yanıltıcı okuma, hükümet karşıtları için önümüzdeki yıl yapılacak milletvekili seçimlerinde kısa vadede fayda sağlayabilir ancak uzun vadede milli menfaatlere ciddi zarar verebilir. Bu durum ilerisi için de ciddi tehlike sinyalleri verecek." değerlendirmesinde bulundu.

Hükümeti eleştirenlerin İran'ın, AB ülkelerinin verdiği tavizleri ve attığı olumlu adımları kabul etmemesini istediğini aktaran Nasri, "Bunlara göre İran, 'havuç ve sopa' siyasetinde AB ülkelerine sürekli olarak 'sopa' ile muamele etmelidir ve AB'nin tüm olumlu girişimlerine olumsuz cevap vermelidir. Hükümet karşıtlarının oluşturduğu atmosferde, karşı tarafın olumlu adım atması için hiçbir motivasyonu olmayacaktır. Aksine İran'ın öfkeli yaklaşımına bir tepki olarak İran karşıtlığını körüklemek ve İran'a karşı kamuoyu oluşturmak için de adım atabilirler." uyarısında bulundu.

"INSTEX AB ile ABD arasındaki anlaşmazlığın en bariz ve somut belgesidir"

İran ile ticaretin sürdürülmesi için kurulan mali mekanizma INSTEX'in ABD'nin uluslararası etkisini zayıflattığını savunan Nasri, "INSTEX AB ile ABD arasında ortaklaşa kurulan bu mekanizma doların dünya ticaretini abluka altına almasını sona erdirme çabasıdır." dedi.

Ruhani hükümetinin AB ile geliştirdiği diplomasinin desteklenmesi gerektiğine işaret eden Nasri, "İran, havuç ve sopa siyaseti uygulayarak, hukuki ve siyasi potansiyelini kullanarak nükleer anlaşmadaki diplomasiden de yararlanarak AB ülkelerini INSTEX ve benzeri mekanizmaları oluşturmak zorunda bırakabilir." ifadesini kullandı.